Mütareke yıllarında bezginlik ve yılgınlık o derecede yaygın idi ki, daha sonra her biri bir gazetenin sahibi ve başyazarı olarak hizmetler yapan pek çok aydın, 1918 çöküntüsünün ezikliği altında, ABD başkanına bir mektup göndererek, Türkiyeyi, bakanlık ve il teşkilâtları, polisi ve jandarması, adaleti, maliyesi, tarımı, sanayii, bayındırlık işleri ve eğitimiyle Amerikalı müsteşarların ve uzmanların yönetimine vermeği öngören bir manda idaresi kurulmasını önermişlerdi28. Görebildikleri tek kurtuluş yolu bu idi. Sonraları, Bağımsızlık Savaşında büyük kahramanlık gösterecek olanlardan bazıları bile, başlangıçta, bir umutsuzluk içinde, ayni fikre sarılmışlardı. Sevr Andlaşması tartışılmadan imzalanmak üzere İstanbul Hükümetinin delegelerine verilirken, müttefikler adına konuşan Clemenceau, güçlü döneminde büyük medenî hasletlerini ve tarihin en hoşgörülü milleti olduğunu isbatlamış olan asil Türk milletine hakaretler yağdırmaktan kendini alamamıştı. Bu büyük millet, çeşitli akımlar arasında bir uçtan bir uca savrulmaktan, horlanmaktan, ezilmekten, hatta yok olmaktan, Bağımsızlık Savaşı sayesinde kurtuldu. Atatürkün önderliğinde, yalnız kurtuluşun değil, yükselişin de yolunu buldu. Mustafa Kemal Paşa, Samsuna ayak bastıktan üç gün sonra, yolun ne olduğunu Istanbula gönderdiği resmî raporda belirtiyordu: ... Millet yekvücut olup hâkimiyet esasını, Türklük duygusunu hedef ittihaz etmiştir. Büyük önder, ilk adımını atarken, nereye gideceğini biliyordu. Millî Mücadele iki temel üzerine kurulacaktı: Türk Milliyetçiliği ve Millet egemenliği. 28 Mayıs 1919 da, Havzadan Kolordu Komutanlarına gönderdiği yazıda, Mustafa Kemal Paşa: ... Milletin esaretten kurtuluşu, egemen ve bağımsız olarak topraklarımızda yasayabilmesi, ancak azimkar ve namuslu ellerin milleti kısa ve doğru yoldan haklarını korumağa ve bağımsızlığa şevki ile kabil olacaktır diyordu. 22 Haziran 1919 tarihini taşıyan ünlü Amasya Tamiminde, aynı fikir bıçak gibi keskin bir ifade ile tekrarlanacaktı: Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. İstanbuldaki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, Lord Curzona gönderdiği 23 Haziran 1919 tarihli telgrafta, teşhisini doğru olarak koymuştu: Çanakkale savaşlarında büyük ün kazanmış olan Mustafa Kemal Paşa, bir ay kadar önce Ordu Müfetisi olarak Samsuna varışından bu yana, kendisini milliyetçi duygunun merkezi haline getirmiş görünmektedir. Erzurum ve Sivas Kongrelerinin kararları ve Misak-ı Millî ile, Türk milliyetçiliği yeni bir açıklığa kavuştu. Atatürk Türk Milletine olan derin güvenini, sarsılmaz inancını Millî Mücadelenin başlarında şöyle dile getirmişti: Batı milletlerini, bütün dünyanın milletlerini tanırım. Fransızları tanırım, Almanları, Rusları... şahsen tanırım ve bu tanışmam da harb sahalarında olmuştur, ateş altında olmuştur, ölüm karşısında olmuştur. Yemin ederek size temin ederim ki, bizim milletimizin manevî kuvveti bütün milletlerin manevî kuvvetinin üstündedir. Millî Mücadele dönemi ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yılları, milliyetçilik inancının somut bir vatan anlayışı ile bütünleştiği dönemdir. Millet kavramı ile sınırları belli bir vatan kavramı arasında ilişki kurulması önemli ve zorunlu bir yenilikti. Türk milliyetçiliği vatan kavramı ile birleşince açıklık ve güç kazandı. İkinci önemli adım, egemenliğin bir şahsa, bir hükümdara değil, millete ait olduğu gerçeğinin açıkça ilân edilmesiydi. Türk milliyetçiliğinin şahlanışı ile, yepyeni bir devir başlamıştır. Bu devir yalnız Türk vatanının kurtuluşunu değil, bütün ezilen Asya ve Afrika milletlerinin kurtuluşunu müjdelemiştir. Bir yabancı yazar, Sakarya zaferini değerlendirirken, bu gerçeğe şu sözlerle parmak basıyordu: Sakarya boylarındaki Türk zaferi, Yakın ve Ortadoğunun siyasî yapısını kökten değiştirdi. İki yüz yıldan beri, Batı, eski Osmanlı İmparatorluğunu parçalamakta idi; fakat Sakarya Irmağında Türkün kendisi ile karşılaştı ve bu karşılaşmada tarihin akısı değişti. Tarih, bir gün, bu az bilinen Sakarya karşılaşmasının çağımızın kader değiştiren savaşlarından biri olduğunu keşfedecektir. Profesör Dankwart A. Rustow da, tıpkı Clair Price gibi, Kemalist hareketin Türk milliyetçiliğinden güç alarak Batı emperyalizmine karşı kazandığı zaferi şöyle değerlendiriyor. ...Avrupanın emperyalist yayılışı, 1880 lerden 1920 lere kadar süren son aşamasında, yoğun şekilde Müslüman Orta Doğuya yönelmişti. İşte burada, Kemalist hareket, 1919-1922 yıllarında Yunanistanı ve onu destekleyen müttefiklerini bozguna uğratarak, gerçekte Avrupa emperyalizmine şöyle diyordu: Buraya kadar... Artık daha öteye gidemezsin. Eğitiminin önemli bir bölümünü Türkiyede tamamladığı için yakın tarihimizi çok iyi bilen ve Türkiye konusundaki değerli araştırmaları ile haklı bir ün kazanmış olan Profesör Dankwart A. Rustow, Türk Bağımsızlık Savaşının Türk milliyetçiliğine dayandığını gören ve belirten yabancı ilim adamlarından biridir. Birinci Dünya Savaşı sonunda, Almanyanın kendisine dikte edilen Versay Andlaşmasını kabule mecbur edildiğini, Avusturya-Macaristan İmparatorluğunu parçalayan Sen-Jermen ve Trianon Andlaşmalannın da tartışmasız kabul ettirildiğini hatirlatan Prof. Rustow, Türk milletinin kendisine dikte edilmek istenen Sevr Andlaşmasını yırttığını; Birinci Dünya Savaşını kaybeden milletler içinde, yalnız Türklerin, Bağımsızlık Savaşı sayesinde, empoze edilmiş bir barış andlaşması yerine, müzakere sonucu taraflarca kabul edilmiş bir andlaşma imzalamağı başardıklarını belirtir. Prof. Dankwart A. Rustowa göre, III. Selimle başlayan, Tanzimatla devam eden reformlar sırasında, askerî zorunlulukların gerekli kıldığı ölçüde ıslahat adımları atılmış; fakat Avrupaya hâkim olan ideolojiden, özellikle milliyetçilikten uzak durulmağa çalışılmıştı; bu fikrin, ayrılıkçı cereyanları körüklemesinden korkulmuştu; 1918 de, yarım tedbirlerle Batıya yetişmenin kabil olmadığı anlaşılmış, Bağımsızlık Savaşında, Mustafa Kemal, imparatorluktan geri kalanı, Türk milliyetçiliği temelinden kuvvet alarak kurtarmıştır. Kurtuluş Savaşında, Ankara, Türk milliyetçiliğinin sembolü haline gelmişti. Bütün yabancı devlet adamları, diplomatlar, dünya basını, Mustafa Kemal önderliğindeki Ankara hükümetinden kısaca Milliyetçiler diye söz ediyorlardı. Atatürk, Millî Mücadelenin milliyetçilik ve millî egemenlik ilkelerinden kaynaklandığını ve güç aldığını bir çok konuşmasında bizzat belirtmiştir: Ben 1919 senesi Mayısı içinde Samsuna çıktığım gün elimde maddî hiç bir kuvvet yoktu. Yalnız Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevî bir kuvvet vardı. İşte ben bu millî kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım. Millî mücadeleyi yapan doğrudan doğruya milletin kendisidir; milletin evlâtlarıdır. Millî mücadelede, şahsî hırs değil, millî izzet-i nefs gerçek saik olmuştur. Siyasî ideolojisini merak eden yabancılara Atatürkün daima tekrarladığı söz şu idi: Biz milliyetperveriz. Bunun ardından da demokrasiye, millet egemenliğine bağlılığını belirtiyordu. Millî Kurtuluştan sonra, sıra yeni atılımlara gelmişti. Atatürke göre, asıl görev yeni başlıyordu. Bu görev, büyük devletler kurmuş, pek çok medeniyetin vârisi olmuş, dünya medeniyetine katkıda bulunmuş, yüzyıllar boyunca İslâmı savunmuş, Hindistandan Avrupa ortalarına kadar dünyanın pek çok ülkesinde eserler bırakmış, bağımsız yaşamak için her fedakârlığa katlanmağa hazır olduğunu isbat etmiş olan Türk milletini çağdaş medeniyet yolunda hızla ilerletmekti. Atatürk Türk milletinin bu alanda da kudretini göstereceğinden emindi. Türk milletinin meziyetlerini onun kadar derin bir inanç ve coşkunlukla dile getirenler azdır. KAYNAK: Atatürk ve Milliyetçilik--Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 2, Cilt: I, Mart 1985