Ahmet Muhip Dıranas Şiirleri

'Ünlü Şairlerden Şiirler' forumunda MerikızZ tarafından 10 Mar 2010 tarihinde açılan konu

Konu etiketleri:
  1. MerikızZ

    MerikızZ <b>Öz ağlamadan , Göz ağlamaz</b>

    1939
    Bin dokuz yüz otuz dokuz:
    Karanlıkların içinde
    Ölülerle yaşıyoruz.

    Puslu havayı sever kurt;
    Kaplamakta gökyüzünü
    Kurşundan ağır bir bulut.

    Her şey uyuduğu zaman
    Kıracak zincirlerini
    Gecede uyanık duran

    ADAMLAR
    Sönmüş saçlarında son damla ışık,
    Bir düş'ün içinde gibi her akşam
    -Ve yüzleri duman kadar dağınık-
    Geçer bu sokaktan binlerce adam.

    Umut gözlerinde ölü bir bakış,
    Çığlık bir bükülüş dudaklarında;
    Bulamadıkları nedir ki, yaz kış
    Dolaşırlar şehrin sokaklarında?

    Sanki yalvaran bir duadır onlar,
    Belki tanrılara açık vesvese,
    Bir nehir. Bu nehir her akşam akar
    Derinden ruhları çağıran sese.

    AĞIT.....
    Bir sevdiğim güzel vardı, bu evrenden vazgeçti;
    Sevdiğini yitirenin hali nice olur belli.
    Fidan boylum, güvercin bakışlım, şimdi n'etmeli?
    Sevip koklamadım, doyamadım; benden vazgeçti.

    Benim varımdı o, benim tadım, benim ereğim;
    Direğimdi, kırıldı da çöktüm, bir oldum yerle.
    Çığrış canım, kuşlarla, böceklerle, bitkilerle;
    Gel sevdiğim, gel güzelim, gel gülüm, gel direğim!

    Rüzgarlar üşüttü onu, kuzeyden esen yeller,
    Boz bulutlar öyle benzini soldurdu, dert değil.
    Bir sanırım, bu sümbül o sümbüldür! elbet değil.
    Nazlı çiçeklerle bile açmaz onu bu iller.

    Bu gamlı güz akşamı, yola düşmüş hali midir?
    Edalı boyuna göz mü değdi, dil mi uzandı,
    Ya ala gözlü görke yüzünü kimler kıskandı,
    Üzerine eğildiği sular vebalı mıdır?

    Garip kişi! gez git gayrı bu dağları dul, mahzun.
    Bu dağların güzeliydi o, güzellerin hası.
    Elbet garib olur garip kişinin yavuklusu;
    Büker de boyuncağzını kor gider melul mahzun...

    ATLIKARINCA
    Ne çektik böyle gülünceye dek
    Eh, şeniz işte hep bu düğünde!
    Karım şen bir deliler evinde,
    Yirmisindeki hemşirem Van'da,
    Babam tenha tezgahının üstünde,
    Ben bir hayal atının sırtında
    Ve anam mahzun... ölünceye dek.

    AYAKLAR
    Ölmüş o, ayrı düşmüş sürüden,
    ayakları dışarda örtüden.

    Ölmüş herkes gibi ölen insan,
    Yalnız ayaklar kalmış yaşayan.

    Ardından ölüme düşen başın
    İki kardeş bakakalmış şaşkın.

    Der ki, bu ayakları görenler,
    Başım değilmiş düşünen meğer.

    Ayaklarım, az gide uz gide,
    Ayaklarım, ümitler peşinde!
    Yolcu ölmüş; işte ayaklar hür!
    Yolcu ölmüş; ayaklar düşünür...

    AYIŞIĞI
    Yüzün beyaz, abajur yeşil, gece mor;
    Esrimiş kalbim, şarkısını söylüyor.
    Her yanın avuçlarıma dökülüyor
    Çeşmeden akan suyun berraklığında.

    Dolaşan bir dudak mı var saçlarını?
    Ay tırmanıyor zeytin ağaçlarını.
    Sürü bulutlar gece yamaçlarını
    Otlayıp yayılıyor gök kırlığında.

    Üzerinden örtüyü mü çekti bir el?
    Gece ayaklarından akıp giden sel;
    Seyrine doyulmuyor ruhunun, güzel
    Bu manzara gibi, bu ayışığında...

    AYNALAR...
    Gençliğimi kaybettim birtakım odalarda;
    Kaybolan gençliğimi aradığım aynalarda
    Ölüler dolaşıyor böğürlerinde elleri,
    Aynı şeyi arayan akraba hayalleri.
    Yalnız bir taze kadın yaşlılığı arıyor;
    Yaşlılığım, yaşlılığım! Diye yalvarıyor.
    Sırları dökülüyor baktığı aynaların;
    Söndürüp yürüyor bir bir aynaları kadın.

    AYRILIŞ
    Gün batıyor, gün batıyor,
    Veda etsem hepinize.
    Ufuk kanlı bir denize
    Dönüyor, sizi bıraksam.

    Gün batıyor, gün batıyor,
    Evimi, eşyamı, paramı
    Nem varsa yaksam ve bir an
    Kaybetsem kara bir duman
    Arkasında hafızamı,

    BAHAR ŞARKISI...
    Titrek bir damladır aksi sevincin
    Yüzünün sararmış yapraklarında
    Ne zaman kederden taşarsa için
    Şarkılar taşırsın dudaklarında.
    İşlerken hülyama sesten örgüler
    Bir çini vazodan dökülen güller
    Gibi hülyada fecirler güler
    Buruşmuş bir çiçek parmaklarında.

    Gözlerin kararan yollarda üzgün,
    Ve bir zambak kadar beyazdı yüzün;
    Süzülüp akasya dallarından gün
    Erir damla damla ayaklarında.

    Sesin perde perde genişledikçe
    Solan gözlerinden yağarken gece
    Sürür eteğini silik ve ince
    Bir gölge bahçenin uzaklarında.

    Sen böyle kederden taştığın akşam
    Derim dudağında şarkı ben olsam
    Gözlerinde damla, içinde gam
    Eriyen renk olsam yanaklarında

    BALAD...
    Yağmurlar dindiği zaman
    Geleceksin
    Ki karanlık ölümdür.
    Işığım söndüğü zaman
    Güleceksin
    Ki karanlık ölümdür.

    Karanlığımda dişlerin
    Parıldar ki
    Yine görüneceksin
    Kuraklığımda düşlerin
    Işıldar ki
    Yine arınacaksın.

    Bekliyeceğim elbette
    Gelişini
    Yaşamak başka nedir;
    İsterse ta kıyamete
    İlle seni
    Ki bu aşk başka nedir.

    Bütün ömrümüz onunla
    Böyle geçti;
    Toprakla gök arası,
    Varla yok arası öyle;
    Derken uçtu.
    Dranas yalvarası:

    Tanrım merhamet et kula.


    BEN BİR YILDIZIM
    Ben bir yıldızım yıldızlar ortasında,
    Sağa bakarım, sola bakarım, eyvah,
    Yapayalnızım yıldızlar ortasında.
    Bir bitmez düzelikte akşamla sabah.

    Alabildiğine bana vermişler, “al! ”
    Dayanılmaz boşluğuyla bu evreni
    “Bu gerçek, bunu al! Bu düş, bunu da al! ”
    Ne ki varsa, bana yazılmış nedeni.

    Mutluyum, bu güzel, bu tek yıldızlıkta;
    Milyonlarca sunu, adak sana, tanrım!
    Ama kalbim çatlayacak yalnızlıkta,
    Hiç olmazsa bir ayna ver bana, tanrım!

    BİR SOKAK
    Dün gece lambaların kör ışığı içinde
    -Herkes ömründe bir kez olsun o yoldan geçer___
    Bir sokağa düştüm ki her köşede bir gölge,
    Her pencerede bir baş, her kapıda bir fener.

    Onların iki yana dizili yüzlerinde
    Kalmamış gibiydi bir damla ışıktan eser
    Ve körler gibi, sanki elleriyle derinde
    Yitmiş hayallerini arıyorlardı yer yer.

    Balkonundan sarkarak biri: 'Yavrum, diyordu
    Hatırlamaz olmuşsun artık eski karını;
    Göğsümde geçirdiğin sevda akşamlarını.'

    Biri memelerini gösterip gülüyordu:
    'Pencereme bakmadan geçme öyle, güzelim!
    Ben Leyla'dan sevdalı, Zeliha'dan güzelim..

    BÜYÜK OLSUN
    Ben büyük şarkıları severim; büyük olsun
    Deniz gibi, gökyüzü gibi herşey ve mahzun.
    Seviyorsam seni aşk ölümsüzdür gönlümce
    Aşıksam kadınım değil tanrıçasın, ece.
    Denizler yolculuğa çağırır durur da beni
    Gitmem düşünerek geri döneceğim günü.
    Ben büyük rüzgarları severim büyük olsun
    Aşkım da, özlemim de hepsi, herşey ve mahzun.
    İnsan bir yanınca Kerem misali yanmalı,
    Uykudan bile mahşer gününde uyanmalı.

    DARAĞACI
    Ve günlerden bir gün, bir sabah erken
    Kuşluk vaktinde, bülbüller öterken
    Kentin meydanında bir darağacı.
    Sallanıyor boşlukta bir yabancı.
    Geçiyor sabahın yolu alnından
    Ve yalın ayakları bir gecede...
    (Yeni yollarını mı düşünmede
    Bu ayaklar? .. son durağına kadar
    Ne uysal yürümüştür bu ayaklar!)

    Esintili alanda üç beş adam;
    Uykusuz yüzleri donuk birer cam,
    Bakadurmuşlar öyle... ve garibi,
    Hepsi ayrı ayrı asılmış gibi.
    Ben de aralarında üç beş adam;
    Uzatsam elimi, alnını tutsam,
    “Uyan, kardeşim! Desem, bu uykudan”,
    Yüzünü kapardı hemen, korkudan.

    Çekilirken gece batıya doğru,
    Konmuş da bir çatıya karga ruhu
    Söylenip duruyordu: “Gün doğmada
    Ben miyim bu? ben mi, bu baş bu eller,
    Bu ayaklar? .. ya hani nerde yollar? ”
    (Anlamamış ne olup bittiğini
    Zavallı karga; atın yittiğini.
    Sadece bir göğe, bir yere bakıp
    Ölüyü ölüye çekiştirir hep.)
    “Niye geldin bu çıkmaza, be ayak?
    Var mı beni boşlayıp, burda barınmak?
    Ben insanoğlunun aynası mıyım?
    Şu garip yolcunun aynısı mıyım?
    Benzeten kim bana bu dağarcığı*
    Orda sadece bir darağacı
    Ve onda rüzgarla sallanan bir dal! ..
    Yalnız, beni düşünür gibi bir hal! ”

    Bir yağmur gölcüğü yerde akşamdan,
    İçinde titrek bir yansı idamdan...

    Bu biçim üzre bitecekken gece,
    Dağılacakken artık seyirci de,
    Birden, kargalarla doldu gök yüzü.
    Tüm asılmışların ruhlar sürüsü
    Tamusal bir koroyla, dişi erkek,
    Alçalarak, yükselerek, dönerek,
    İlenirlerdi bağrışa çağrışa
    Hem asılana, hem asan nebbaşa:

    “İşte Ölen, ama işte Öldüren,
    İşte Bulan, ama işte Bulduran,
    Filozof ve kurtarıcı, hem yalvaç,
    Hem doğrucu bir ruh ve de yalancı
    Ve siyasacı ve hakcı ve hırsız
    Ve can çalan ve övüngen ve arsız...”

    Gün doğmak üzre, eşya kabarıyor,
    Yeryüzünün çatısı ağarıyor;
    Acı bir gün! Karga ağlanır durur,
    Adam darağacında sallanır durur..

    ESENLİK SİZE
    O gün bu gün size özendim
    Her yerde, hava, toprak, deniz
    Bir serüvendi, gökteyseniz
    Çıktım, yok, yerdeyseniz indim

    İlkin, size içkiyi tattırdım
    Ömür boyunca sarhoşsunuz
    Ne açsınız artık ne susuz
    Sizsiz ben de susuz kalırdım

    Size geceyi de öğrettim
    Onda düşlerle çoğaldınız
    Yaşantıda yorgun ve yalnız
    Değilsiniz; sizi ürettim

    Biterdi belki bir uykuyla
    Her şey ve tadından ötürü
    Gördünüz ki bundan ileri
    Bir şey var çağıran tutkuyla

    Çağırdım, çağırdım, çağırdım
    Bir böcek gibi titreyerek
    Koştunuz tükeninceye dek
    Ha bir adım, daha bir adım

    Sizi ölümle perçinledim
    Bana... ve sımsıkı ve sıcak
    Üşürdünüz ah, çırılçıplak
    Ölüm döşeğinde; önledim

    Size yani günahı sundum
    Öptünüz ve güzelleştiniz
    Çirkindiniz ilkin, tek ve pis
    Irmak oldunuz, sizde yundum

    Şimdi olay, hep ya hiç gibi
    Vardan ve yoktan özge bir şey
    Sevgiden de öte bir düzey
    Olmak ya da olmamak belki
     

Bu Sayfayı Paylaş