150 yıl öncesinin İstanbul düğünleri... Nasıl evlenirlerdi?...

'Serbest Kürsü' forumunda bermer tarafından 3 Nis 2013 tarihinde açılan konu

Konu etiketleri:
  1. bermer

    bermer Well-Known Member

    150 yıl öncesinin İstanbul düğünleri... Nasıl evlenirlerdi?...

    Cumhuriyet dönemiyle birlikte, hızla değişen kimi âdetlerin hatırda tutulmasını isteyen Sermet Muhtar Alus ve Refik Halid Karay gibi yazarlar, 'eski hanımefendilerden' dinledikleri 'tantanalı ve şatafatlı' düğünleri, ayrıntılarıyla aktarırlar.

    Popüler TARİH / Ağustos 2003 / Lütfü Tınç

    [​IMG]

    Geleneklere göre, iki bayram arası düğün yapılmaz;


    Özellikle evlenme düğünleri, temmuz ve ağustos aylarına denk düşürülür. Nişanın, nikâhın, düğünün tören tarzları, dünden bugüne ülkemizde de elbette ki çok değişti. Ama temmuz-ağustos zamanlaması, hâlâ geçerliliğini koruyor diyebiliriz.

    Aslında, toplumsal yaşamın 'en kutsal kaynaşma kurumu' kabul edilen evlilik, her çağda parlak ve şatafatlı törenlerle taçlandırılır. Ama gelenek ve göreneklerin yaşatılmaya çalışıldığı eski zaman düğünlerinin, aile kurumu içinde, apayrı bir yeri vardı. İşte biz de bu ay, mevsimin gündemine uyup bir 'düğün törenleri' gezisi yapalım istedik. Ama bunun için, farklı bir dönem seçip kimi âdetleri bugün bile süren eski zaman düğünlerine çevirdik gözlerimizi: Cumhuriyet Türkiye'sinin ilk yıllarında hızla değişen yaşam biçiminin öncesine, Osmanlı'nın son dönem saltanat yıllarındaki evlilik törenlerine kuşbakışı bir göz atalım istedik.

    Bunun için de önce, Sermet Muhtar Alus, Musahipzade Celâl ve Refik Halid Karay ve gibi yazarların, 'eski hanımefendilerden' dinledikleri 'tantanalı ve şatafatlı' düğünlerin öykülerine göz attık.

    Sonra da İstanbul'un Büyükdere semtindeki Sadberk Hanım Müzesi'nin kimi bölümlerini gezdik, eski zaman düğünlerinin kimi safhalarını gözlerimizin önüne seren görüntüleri izledik; Müze'nin müdürü Çetin Anlağan ve sanat tarihçisi Lale Görünür'den bilgiler aldık.

    [​IMG]

    Görücü usulü

    Ama şimdi acele etmeyelim ve nikâh ile düğün öncesine de bir göz atalım: Eskiden, kız ve oğlan aileleri çoğunlukla kendi başlarına karar verirlerdi.

    Oğlunu evlendirmek isteyen anne, kendi dengi bir ailenin kızını almak için ya tanıdıklarından gözüne kestirdiği bir kızı doğrudan doğruya gidip ister veyahut haberini aldığı fakat tanımadığı bir ailenin kızını, yanına akrabadan veya komşu bir-iki kadın alarak, tanımadığı o ailenin kapısını çalardı.

    [​IMG]

    "-Küçük hanımı görmeğe geldik" , "-Safa geldiniz"


    "Küçük hanımı görmeğe geldik" diyerek içeri giren görücüler, güler yüzle karşılanır, misafir odasına alınırlardı. Yaşmaklar, feraceler çıkarılmadan oturulur; kız evinin en yaşlı büyük hanımı misafirlere, "Safa geldiniz" der, hal hatır sorardı.

    İçeride ise kızı giydirir, kuşatır, takar, takıştırırlardı. Bir halayık görücülerin karşısına bir iskemle geçirip koyar, biraz sonra da gümüş bir kahve tepsisi içinde gümüş zarflar, fağfurî fincanlarla, bir cariye kahveleri getirip dağıtırdı...

    Bundan sonrasını, Musahipzade Celâl'in 1946'da yayımlanan 'Eski İstanbul Yaşayışı' kitabından izleyelim:

    "Kız, kıymetli bir kumaştan yapılmış uzun üçetekli entarisi ve altında dökme şalvarı mini mini çedikleriyle sıkıla sıkıla, utana utana gelir ve görücülerin karşısındaki sandalyeye oturur, başını önüne eğer. Görücüler kahvelerini ağır ağır içerken, kızcağızı da tepeden tırnağa kadar inceye tetkik ederler. İçlerinden biri, başını eğen kızcağıza, 'Yavrucuğum, biraz başını kaldır da güzel yüzünü görelim' diye rica eder. Odada bulunan kızın ailesinden biri de, 'Sıkılma yavrum' gibi sözler söyleyerek kıza gayret vermek ister."

    Musahipzade'ye bakarsanız, evin kızı bunalmıştır aslında bu yoğun bakışlardan... Bu arada oğlan anası, elindeki fincanı bir köşede bekleyen halayığa doğru uzatır ve halayık gümüş tepsi ile yaklaşarak fincanları toplar. Halayık geri geri çekilerek odadan çıkarken, kız da halayığı takip eder.

    Görücüler, "Maşallah, Maşallah" diyerek kızı taltif ederler. Eğer kızı beğenmişlerse, oğlan anası lafı uzatmaz; oğlu için kızı ister. Kız tarafı, damadın işini gücünü sorar. Anlatılır. Kız anası, "Çöp çatan çattı ise ne diyeyim, pederine söyle*yeyim" der.

    Akşam, 'evin efendisi'ne mesele açılır; ertesi gün de 'tahkikat' başlar. Sonuç olumlu çıkarsa, damadın babası, yanına akrabadan bir-iki kişi alıp kız evine gelir; Allah'ın emri, Peygamber'in kavli ile kızı babasından resmen ister.

    "İçeri mi, dışarı mı?"

    Kızın babası, eski deyimle, muvaffakat eder ve hemen sorar: "İçeri mi, dışarı mı?"

    Eğer 'içeri' olursa, damat içgüveyi gelir; dışarı olursa, kız damadın evine gelin gider. Bu sorun da çözüldükten sonra 'ağırlık' yani düğün öncesi kıza verilmesi gereken para (mihri müeccel) verilir. Bu para iki tarafın sosyal durumuna uygun bir miktarda olur. 'Mihri muaccel' ise nikâh bedelidir. Sonra da sıra, evlilik akdini uygulayan 'İmam Efendi'nin nikâh ilmühaberini mahkemeye tescil ettirmesine gelir.

    Damadın nişan takımını göndermesi

    Düğünün nikâhtan önceki bir safhası da damadın nişan takımını göndermesidir.

    Nişan takımı, kadife üzerine gümüş kakmalı küçük, zarif bir çekmeceden, bir bohçadan ve bir tabladan oluur: Çekmeceye, minik billur şişelerde, misk, amber, gül yağı gibi kokular konulur. Zümrüt, yakut ya da elmas bir nişan yüzüğü de çekmecededir. Sırmalı nişan bohçasında ise, kızın gelinlik elbisesinin kumaşı yer alır. Süslü bir tablaya sıralanan zarif sepetlerde de şeker ve şekerlemeler, kurabiyeler, kaymaklı-fıstıklı lâtilokumlar vardır.

    [​IMG]

    [​IMG]

    Salı günü 'Gelin Hamamı', Çarşamba 'Kına Gecesi',

    Perşembe 'Yüz Yazısı' ve Cuma da 'Paça Günü'dür...


    Eğer gelin, güveyin evine giderse, çeyizi Pazartesi günü gönderilir... Salı günü 'Gelin Hamamı', Çarşamba 'Kına Gecesi', Perşembe 'Yüz Yazısı' ve Cuma da 'Paça Günü'dür... İşte, Sadberk Hanım Müzesi'nde, eski zaman düğünleriyle doğrudan bağlantılı dört ayrı vitrinde, bu özel günlerin giysilerini, malzeme ve aksesuarlarını izleme fırsatı buluyoruz.

    'Gelin Hamamı' malzemesinin sergilendiği vitrinde, peştamal (futa), işlemeli havlular ve başörtüsü olarak kullanılan çevreler göz alıyor. Bu arada işlemeli bir hamam bohçası, gümüş kaplama nalınlar, ayna ve tarak da vitrindeki 18 ve 19. Yüzyıl parçalarını tamamlıyor.

    [​IMG]

    [​IMG]

    'Kına Gecesi'nde erkekler selamlıkta, kadınlar haremde eğleniyorlar.

    'Kına Gecesi' için düzenlenmiş vitrin ise, mankenli bir canlandırma ortamında, izleyicinin hayal gücüne yardımcı oluyor... Çarşamba günü akşamı yapılan 'Kına Gecesi'nde erkekler selamlıkta, kadınlar haremde eğleniyorlar. Selamlıkta çalgılar çalmıyor; haremde çengi kolları oynuyor. Musahipzade Celâl'in anlatımına göre, çengiler gelinin ellerine kına konulması için, türkü söyleyerek kızı davetli hanımların önünde dolaştırıyorlar... Şimdi, yine Müze'ye dönersek 'Gelinlik vitrini'nde, hem 'Paça Günü' giysisini yani 'paçalık'ı hem de 19. Yüzyıl sonlarına tarihlendirilen bir gelinliğin zarafetini tadıyoruz. Sadberk Hanım Müzesi'nin uzmanı, sanat tarihçisi Lale Görünür'ün verdiği bilgiye göre, aslında daha önceleri, geleneksel kesimdeki entariler, üçetek entariler de gelin kıyafeti olarak kullanılıyormuş... Tabii beline elmaslı altın kemer, başına elmas takımlar konuyor ve gelinin başı, boynu mücevherlerle donatılıp kulağına da salkım küpeler takılıyormuş.

    Kız babası 'gayret kuşağı' denilen bir şal kuşak bağlar, kızı kılıçtan atlatır

    Sadberk Hanım Müzesi'ndeki birbirinden nefis üçetekleri günümüzün ziyaretçilerine bırakıp, biz yine geçmiş zamanın bir düğün evine dönelim: Gelin tellenip pullanıp, giydirilip kuşatıldıktan sonra davetliler düğün evini doldururken, 'yengelik' yapacak olan kadın, gelinin koluna girip onu ortaya çıkarır. Kızın babası gelir ve kız, babasının elini öper. Baba, kızının beline, Türk geleneklerine göre, 'gayret kuşağı' denilen bir şal kuşak bağlar ve kılıçtan atlatır: "Dedelerin gibi bu kılıcı iyi kullanacak evlat ve ahfat yetiştir!" diyerek kızının sırtını sıvazlar.

    Gelin köşeleri… Peynir şekeri ikramı… Sitil kahve ikramı…

    Kız gelin odasına götürülüp köşeye oturtulur. Bu gelin köşeleri genelde, gelinin kendisinin işlediği sırmalı, ipekli el işleriyle süslüdür ve gelinin bütün çeyizinde, ne kadar kıymetli parça varsa, onlar da odanın duvarlarını süslemektedir.

    Gelin, köşesinde otururken davetliler de odayı doldurup sedirlere sıralanır; gümüş şekerdanlık içinde misafirlere 'peynir şekeri' ikram edilir. Arkasından sitil ile kahve verilir. Sitil, üç zincire tutturulmuş gümüş bir tas içinde yer alan küçücük bir kahve ibriğidir. Sitili, omzunda üstü sırma saçaklı bir kadife kahve örtüsü ile bir cariye tutar. Onun arkasında, beyzi gümüş bir tepsi içinde, altın veya gümüş zarflı fağfurî fincanları getiren bir başka cariye vardır. Aynı örtü ile bir üçüncü cariye kahve ibriğinden fincanlara kahve koyar... Birkaç kadının, 'Güvey geliyor, güvey geliyor' sözleri üzerine, yenge hanım, gelinin duvağını yüzüne örter, koluna girer ve onu aşağı indirir.

    Gelin, güveyin değil; güvey gelinin koluna girer

    Güvey, merdivenin alt başında karşılanır. Yenge hanım, 'Al emanetini yavrum, Rabbim uğurlu kademli etsin' duası ile gelini güveyin koluna verir. Fakat gelin, güveyin değil; güvey gelinin koluna girer. Gelinin bir kolunu da yenge hanım tutarken, 'Maşallah... Maşallah' haykırışları arasında güvey, gelini odasına götürür.

    Koltuk geleneği

    Yenge hanım dışarıdadır; bir-iki dakika oda kapısı kapalı kalır. Eğer dakikalar uzayacak olursa, dışarıdan kapı vurulmağa başlanır; damat dışarı çıkmaya zorlanır. Şaşkınlık ve heyecan içindeki damat, kadınların yarattığı izdiham karşısında, yolun kapanmasına mani olmak için, sonunda uzaklara çil paralar serperek savuşmayı akıl eder!

    İşte böylece, bu 'Koltuk Merasimi' gelinle güveyin birbirlerini ilk kez görmelerine vesile olur...

    Düğün günü sabahı ve ziyafet

    Düğün günü sabahı, misafirlerin, konu komşunun, akşama dek sürecek ziyaretleri başlar; gelinin giyimini kuşamını, elmasını, sorgucunu, telini, duvağını ve gelin odasının duvarlarını süsleyen çeyiz askılarını inceden inceye tetkik ederler.

    Akşam olunca mahalle imamı, mahalleli, kızın ve damadın akraba ve ahbapları güvey yemeğine davet edilirler. Büyük konaklarda, erkekler selamlık dairesinde ağırlanırlar. Akşam ezanında yemekler yenir; kahveler, çubuklar, şerbetler içilir; yatsı ezanına kadar hoş sohbetlerle vakit geçirilir. Yatsı ezanı okununca, namaz kılınır.

    Namazdan sonra harem dairesine giden kapının önünde toplanılır; damat kapı aralığından içeriye doğru kibarca itilir; kimi çevrelerdeki geleeklere göre, sırtı yumruklanarak da içeri itilir. İmam, duasını eder.

    Kapının önünde bekleyen hizmetkâr kadınlar, damadın önüne düşüp onu gelin odasına götürürler. Damat odaya girince, gelin onu ayakta karşılar; yenge hanım gelinle güveyi el ele verir, 'Rabbim dirlik, düzenlik versin; bir yastıkta kocayın' der.

    [​IMG]


    Ne zaman ayağa basılırdı? ... Yüz görümlüğü... Paça günü…

    Damat yerde serili seccadede iki rekât namaz kılar, namaz bitince gelini köşesine oturtmak için kolundan tutar...

    İşte, bugün de var olan 'ayağa basma' âdeti, eski zaman düğünlerinde, tam da bu sırada uygulanır; Kim atik davranıp diğerinin ayağına basarsa, evlilikte onun sözünün üstün olacağı varsayılır.

    Gelini köşeye oturtan damat, duvağı açar... İşte meşhur 'yüz görümlüğü' de tam bu sırada damat tarafından geline verilir. Yüz görümlüğü, kıymetli bir mücevherdir... Bu arada yenge hanım dışarı çıkar, şeker ve kahve getirir. Sonra da damatla gelin yalnız bırakılır...

    Gelin, Cuma günü 'paçalık' denilen giysisini giyer, başına tel duvak koymaz, yalnız elmaslarını ve yüz görümlüğünü takar. Davetli hanımlar, hısım akraba gelir. Bu düğün yemeğinde; terbiyeli ve etli düğün çorbası, lengerlerle kızarmış düğün eti, pilav ve bir de zerde verilir. Buna kaymak ve paça tiridi de ilave edilir. Bu yüzden de bu güne 'Paça Günü' denmesi âdet olmuştur.

    Böylece, Pazartesi başlayıp her safhası parlak törenlerle kutlanan düğün, Cuma günü gerdekle noktalanır. Ama oğlan ve kız tarafının akrabalarıyla birlikte katıldıkları yemek davetleri birkaç gün daha sürer.

    [​IMG]

    [​IMG]

    [​IMG]

    [​IMG]

    Kaynak : Popüler Tarih - Ağustos 2003 "Lütfü TINÇ-Nasıl Evlenirlerdi?" başlıklı yazıdan alınmıştır. Resim ve başlıklar yazıya eklenmiştir. Hazırlayan merakediyorum grubudur.

    (Alıntıdır)

    Bermer Notu : Bu müzeyi daha önce de duymuştum ama böyle önemli eserler sergilendiğini okurken öğrendim. Ziyaret etme fırsatı bulanlar izlenimleri bize de aktarırsa iyi olur.
     
  2. zipper

    zipper quae nocent docent

    Sadberk Hanım Müzesi bana yakın Bermer,Osmanlı dönemine ait kaftanlar,yöresel kıyafetler,o dönemde kullanılan Çin porselenleri ve 14 ve 15. yydan kalma çiniler, bakır ve pirinç eşyalar,yine Osmanlı el sanatları ve işlemeleriyle tarih kokan ve görülmesi gereken bir müze.Bir ara fotoğraf çekimine izin verilmiyordu ya da özel izinle çekim yapılabiliyordu.şimdi değişti mi bu kural bilmiyorum,ama yakın zamanda tekrar gidersem eğer senin için fotoğraflarım müzeyi.:)
     
  3. filizi

    filizi Active Member

    Çok güzel, bilgilendirici bir çalıma olmuş Bermer... Emeğine sağlık canım... :)
     
  4. alkane

    alkane Well-Known Member

    ellerine sağlık bermerciğim:)
     
  5. SEMRAA

    SEMRAA Well-Known Member

    valla ne yapsan da farketmiyor Bermer'cim Gelin için sonuç aynı :glmsm2:
     
  6. SEMRAA

    SEMRAA Well-Known Member

    bu arada yeni ebe benim ne şiniz var benim gibi tembel tenekeleri ebe yapıyorsunuz kınıyorum sizi :)
     
  7. curium

    curium Primus inter pares

    eline sağlık canım. ist da hiç gitmediğim ender müzelerden biri. ben mutlaka gidicem. ama annemi kapısından sokmam. neme lazım di mi :D
     
  8. zipper

    zipper quae nocent docent

    bana yakın olduğunu söylemiştim de mi:füü:sen bana gel ben seni götürürüm;)
     
  9. curium

    curium Primus inter pares

    gelcem canım gelcem :canim::canim::gül::gül:
     

Bu Sayfayı Paylaş