Bir Kaşık Suda Boğulma Dersleri

'Yazılar, Denemeler.' forumunda sha. tarafından 18 Eyl 2009 tarihinde açılan konu

Konu etiketleri:
  1. sha.

    sha. ..daha çirkin, daha huysuz

    Galiba içimdeki karmaşayı bir kâğıt aklığına dökmem gerekiyordu. Ben de dedim mademki bürokrasi işliyor bu umarsız gecede; madem resmi ya da gayri resmi bir kurum bulduk hem de bu saatte açık(!) olan, bırakayım da kelimelerimin davası tez vakitte görülsün dedim. Bırakayım da dosyam tek celsede dürülsün istedim!
    Nicedir derin bir 'Keder Devleti' kurma çabalarını sürdürüyor hayat, benim kuş uçmaz kervan geçmez göğsümde. Çıt deseler kırılacağım, hatta üstüme gelseler gerisin geriye kendimin üzerine yıkılacağım neredeyse. Kendi böbrek taşlarımdan imar ettiğim hastalığın enkazı altında kaldığımda can havliyle ilk kendim yardım çağırıp sonrasında büyük özverilerle kendimin yardımına koşup en son da umutsuzluk neticesinde kendimi piç gibi oracıkta bırakacağım, eminim. Kendine el uzatamazsın ya bazen, tam da öyle...
    Evet kızgınım çünkü bir öfke selinde imece usulü yaptırılmış o asma köprünün karşısına geçerken, akıntıya düşürdüm kimliğimi. Alt mı üst mü ne bileyim, o sıra ben sadece benliğimi alt üst etmekle uğraşıyordum. Bilincime nüfuz edemediğim de doğru yıldızlarla uykusuzluk yarışına girdiğim bazı Temmuz gecelerinde, haklısın. Hakk'lısın bazen muhakkak. Ama genelde hiçbir inanışı karşılamıyor bakışların ve tefsiri hiçbir kutsal kitapta yoktur o esmer gözlerindeki duaların. Tanrı hiç de memnun değil senin güzelliğinle anılmaktan. Anlayacağın seni kelimeye dökmek başlı başına bir isyan, bir şirk, bir et, iflas bayraklarını yarıya indirmiş argodaki manasıyla bir şirket, rast makamı ilahi bir adalet, kasıtlı olarak ödenmeyen bir kefalet, gönüllü bir mahkumiyet, seni sevmekteki başarısızlıklarım için verilmiş bir plaket… Seni kelimeye dökmek bu ülkede işlenmiş en yürekli cinayet!

    -ki bu aralar özümde bir toprak kokusu Hâkim tam da iyi niyet yağmurlarının ardında... Belki çimlere basmayın uyarıları, belki birkaç ağzı küf(ür) tutmuş tabut çivisi, birkaç vatan kavramından habersiz solucan ve son bir dua –kabir meleklerden ödünç. Kendi mezarının kazılmasına yardımcı olabilecek ölçüde ince bir ölüydüm ben, biliyorsun. Düşüncesiz ve son derece kaba bir eceli konuk etmekteydim, Azrail en olmadık anda gelip can evimin kapılarını yumruklamıştı keza. İçeri izinsiz giren, tüm değerlerimi mabedimden çalan o arlanmaz hırsız gibiydi zaman. Huzura dair ertelenmiş ne varsa ömrümde hep akrep ile yelkovanın dakik tezgâhına gelmişti. Kimsesizliğini babasından edindiği ilgisizliğin yadigârı olarak saklamış belki biraz çocuk, biraz yetim biraz yalnız fakat en önemlisi de fazlasıyla samimiyetsizdim. Elbette ki ben küçüklüğümden beri hayalperesttim. Yani hayallere tapıyordum! Battaniyemin altında son derece gelişmiş uzay aracı sistemlerim, yastığımın yüzüne karşı söylediğim yalanlarım, aynamın sanat anlayışıyla cesurca paylaştığım nü sır'larım, burundan ısırmayı prensiplerine aykırı bulan eğitimli köpekbalıklarım, askılıkta beklettiğim hayalet kostümlerim ve talihsiz korku filmi kahramanlarım vardı. Hani caniliklerine sıkıca sarılarak uyuduğum o tırnakları jiletten eldivenleri olanlar. Annemin her şey'ler değişti diyerek yaptığı tespitler de yok sayılmamalıydı tabi.
    Geçenlerde mesela "Türk filmlerindeki jönler verem oluyordu şimdi onun da adı değişmiş tüberküloz diyorlar." tribiyle bana dert yanarken ki o çokbilmiş ifadesini görmeliydin. Ayrıca sokağımızın en gürültüye müsait kaldırımında otururken, şehri dizlerinde nasıl da mışıl mışıl uyuttuğunu da görmen gerekirdi mutlaka. He bir de O hep, benim gömleğinin yakaları birbirinden bağımsız hareket eden deliliğimin yanına en çok da senin ılımlı deliliğini yakıştırdığını fısıldamıştı şehrin kulağına. Ben o cümlenin Pera'da yarattığı paniği duymanı da isterdim, bütün yersizliğiyle...

    Topyekûn bir maneviyat yıkımıydı yaşadığımız, hatırlarsın. O metalik gri… Plakası uğursuz… 80 model Mustang... İçindeki herkesin öldüğü o görülmemiş kazada meziyetli bir güvercin edasıyla taklalar atarken, yardım için aranan ilk kişi de olunabiliyordu aşkın trafik yasası gereği aksine kendi canıma hayrım yok denip de habersiz de bırakılabiliyordu tüm yön tabelaları. Böyle bir şeydi sanırım iki yüreğin bir ölümü ortadan sevgili(!) payı eşitçe bölmesi. Böyle bir şeydi herhalde seni sevmenin teninden hareketlenmiş o talihsiz huzura yolculuğu, hücrelerinden sağ çıkılmayan o tahriş olmuş dokusu seni sevmenin... Böyle bir şeydi işte tam olarak.
    Bak artık endişelenmiyorum ben, senaryosu porno sektöründen araklanmış hiçbir yaşam biçimi adına. Dünya boğulurken bir kaşık suda, 'Vajina Budalaları Konferansı' ipe sapa gelmez nedenlerle sürekli toplanırken, her semtte langır lungur konuşma kursları açılırken, mecburen dillerimizde her lisana uygun hakaretler bulundururken, aşklara filtre uygulaması başlatılırken ve tek fırt çekmemişken daha benim farklı bakış açıları tiryakisi gözbebeklerim; ben artık hiçbir organizmanın yaşama katkısızlığından dolayı endişelenmiyorum.
    Malum ya gözlerin de kapalı alan statüsünde. Nöbetçilerin ardımdan "Yasak lan! Sakın ani bir hareket yapma, at o efkârı elinden! Ya da git kraliçemizin irisinin dış kapısında ziftlen!" şeklinde bağırırken, bir bilsen ben nasıl gülüyorum. Öyle ki o kargaşada duman kaçıyor kaşla göz aralığıma. Hani benim kirpiklerim de kaygan ya, kimse tutunamıyor damlalar da dâhil olmak üzere. Ne var şaşıracak bunda, hem bu devirde ağlamanın da erkekliği mi olurmuş sevgilim? Benim sapına kadar maskulen hüzünlerimi bir iki tuzla karışık yağış bozar mı ya da değiştirir mi kimyamın tutarsızlığını sence? Bozgunlarımız var hepimizin, suçluyuz da belki. Kim dedi ki bize "Çocukluğunuz saf tutmalı savaşların ön cephelerinde." diye. "Ön cephelerimiz bu mevsim mutlak suretle kana boyanmalı. Hem zengin gösterir kalem(im)izi!" söyle tüm bunlar kimin laflarıydı?

    Sen en ölü beyin hücremin, işkence etmekten son derece haz alan o gardiyanıydın. Münasebetsiz bir cümlenin kurulu düzeninde yergi ile yargı birbirine karışırken, dava sonucunu büyük bir kararlılıkla açıklamıştı özümde Hâkim olan toprak kokusu; -Sallandırın sevdiğinin bir tutam saçından aşağı!

    Mahkeme heyetinin önünde son sözlerim istendiğinde 'Yaz kızım!' denmesini beklemeden dökmüştüm ben de ağzımda sana söylenmek şartıyla muhafaza ettiğim ağır kalori içeren, kanserojen madde katkılı sözlerimi. Duruşma salonunun duyarlılığını yitirmiş duvarları da kulak kabartımıştı o sıra adaletin kısa vadede tecelli bulmasından öte bir merakla.

    Yani Sayın Hâkim yârime son olarak diyeceğim şu ki;

    Darağacında hangi meyve yetişir diye soracak kadar ahmak ve darağacındaki kiraz aromasına tat katacak kadar güzelsin. Kahretsin!

    Özgür Gümüşsoy
     

Bu Sayfayı Paylaş