Eski literatürlerde Cingenelerin inanç ve dinine ayrılmış olan bölümler monoton bir biçimde tekrar edilen şu iki düşünceyle sınırlıdır. Buna göre Çingenelerin herhangi bir dini yoktur ve olsa olsa misafir oldukları halkların dinine görünüşte uyum gösterirler. Bir de Romanya ve Macaristanda yaygın olan bir fıkra vardır ki o da vaktiyle Çingenelerin kilisesinin domuz yağından inşa edilmiş ve daha sonra köpekler tarafından yenmiş olduğudur. Bunun nedeni ise geçimini daha ziyade hırsızlık ve dolandırıcılıktan temin eden bir halkın hiçbir inanç ve ahlaka sahip olamayacağı yolundaki önyargının dışında esasen Çingenelerin çekingenliğinde yatmaktadır. Onların dinsiz oluşu misafir oldukları halkların kendilerine zulmetmesine ve bu nedenden ötürü kendilerine zorunlu olarak sağlam inançlı birer Hıristiyan ya da Müslüman süsü vermelerine yol açmıştır. Bu tarihsel ve sosyal-dinsel koşullar Çingenelerin aşırı hatta neredeyse tabu diyebileceğimiz bir dikkat ve ürkeklikle dışarıdan herhangi bir kimseye kendi toplumsal ya da düşünsel özellikle de dinsel gelenekleri konusunda açılmaktan sakınmalarının önemli bir nedenini oluşturmaktadır. Çingenelerin bir yazı diline sahip olmadıkları hususunu da göz önünde bulundurursak -ki bu Çingenelerin özbilincinde büyük rol oynayan ve neredeyse bütün kavimlerde değişik efsanevi ve söylensel tasarımlarda yer alan bir olgudur- eldeki kaynakların görece az ve sınırlı oluşuna daha fazla şaşırmamak gerekir. Ayrıca Çingeneler üzerine yapılan araştırmaların özellikle başlarında bilimsel ilginin tek taraflı olarak dil konusuna yönelik oluşu ve son zamanlarda yapılan araştırmaların da daha çok sosyoloji ağırlıklı oluşu araştırmamızın konusu açısından bir olumsuzluk olarak ortaya çıkmaktadır. Çingenelerin söylensel ya da söylene benzer sözlü geleneklerinin ortaya çıktığı zamana ve geldikleri yere bakıldığında bunların birbirinden bir hayli farklı öğelerden oluştuğu anlaşılmaktadır. Kavimler eski gelenekleri farklı farklı ölçülerde devam ettirmişlerdir; ayrıca bir kavimde belli bir söylensel öğenin bulunmasından bu öğenin başka kavimlerde de bulunacağı sonucu çıkarılmamalıdır. Genel olarak Doğu Avrupada özellikle Balkanlarda yaşayan kavimlerin Batı ve Orta Avrupada yaşayan kavimlere oranla geleneklerini daha iyi korudukları kabul edilmektedir. Aynı şekilde sözlü gelenekler sadece göçer Çingeneler tarafından devam ettirilmektedir; yerleşik Çingeneler ise bu geleneklerden ve dillerinden kısa bir süre içinde uzaklaşmaktadır. Dolayısıyla Çingene halkının başlangıçta ortak malı olan ilksel söylenlerin sayısını ve bunların neler olduğunu saptamak pek mümkün değildir. Eldeki söylenleri şöyle kabaca sınıflandıracak olursak Hıristiyanlık öncesi döneme ait ve Hıristiyanlık dönemine ait söylenler olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Böylece söylenler arasında kendiliğinden kronolojik bir ayrım da yapılmış olur. Hıristiyanlık öncesi döneme ait sözlü gelenekler Hindu mitolojisini anımsatan az sayıda ve kısmen yalnız etimolojik öğe (Tanrı; İstavroz; Tufan; Köpek; Dağ Kültü) Aboriginler sözlü gelenekleriyle olan tek tük benzerlikler (Dünyanını Yaratılışı...) ve yaygın Hindu İnancında var olduğu saptanmış bir gelenek olan ağaç evliliğini (Ağaç kültü) içermektedir. Evrendoğum söyleninin saptanabilen öğeleri Hint Aborigin Kavimlerinden olan Bhil ve onlara komşu olan Gondlara (Dünyanın Yaratılışı...) ait sözlü geleneklerle açık seçik bir biçimde benzerlik göstermektedir. Bu ise Çingenelerin Hindistanın kuzeyinde Hindu-Racastanca dilinin konuşulduğu bölgeden çıktıkları yolundaki varsayımla örtüşmektedir. Diğer başka tasarımlar ise bağımsızdır ve görünüşe bakılırsa Hint sözlü gelenekleriyle olmadığı gibi başka ülkelerin gelenekleriyle de ilgisi yoktur. Örnek olarak şu sözlü gelenekleri sayabiliriz: Yer ve Gök ya da Yıldızlar özellikle de doğa ruhları ve Hastalık Cinlerine ilişkin zengin ve barbarlara özgü rengarenk bir görünüme sahip tasarımlar. Doğa ruhları ve Hastalık Cinleri konusundaki bu tasarımlar batıl inanç niteliğine sahip çok sayıda uygulamayı da kapsamaktadır (Hagrin; Köpek İnsanlar; Hastalık Cinleri; Loholičo; Maurdalo; Mulo; Nivai; Phuvu; Devler; Suyolak). Çingenelerin ruh ve cin inancı hakkında sahip olduğumuz bilgiler genel olarak tek bir kişinin açıklamalarına dayanmaktadır. Bu kişi Çingenelerle uzun bir süre birlikte dolaşan dolayısıyla onların güvenini tam anlamıyla kazanarak inançları gelenek görenekleri ve kavim yasaları hakkında geniş bilgi edinmiş olan Transilvanyalı Heinrich von Wlislockidir (1856-1907). Wlislocki yayımlamış olduğu kitap ve makalelerde de ele aldığı malzemeleri Güneydoğu Avrupa özellikle de Macaristan ve Romanyada yaşayan Çingeneleri gözlemleyerek bir araya getirmiştir. İçinde bu bölgedeki Çingenelere ait olmayan ve cinlerin adlarını içeren yalnızca iki kısa liste mevcuttur. Bu listelerden birincisi 1893 tarihli olup Polonyadaki Çingenelere aittir. Listelerden özellikle ikincisi kısa olmasına rağmen Çingenelerin cin inancında yer alan temel figürlerin Doğu Avrupa ile sınırlı birtakım yeni oluşumlar olamayacağı ve nedensiz yere yakın zamana kadar hep şüpheyle bakılan Wlislockiye ait çalışmaların güvenilirliği konusunda değerli bir kanıttır. Çingenelerin Hıristiyanlık dönemine ait sözlü gelenekleri arasında özellikle Hz. İsanın doğumu ve çocukluğunun anlatıldığı öykü ilginçtir. Bu öykü daha başka sözlü geleneklerle birlikte henüz bu yüzyılın içinde Fransaya göçmüş bir Rumen Çingene kavmi olan Kalderasların (Kazancılar) lideri ve bütün bunları kaydeden Dominiken Peder R.P.Chatard von Zankoya 1955 yılında anlatılmıştır. Bu öykü apokrif Hıristiyanlığına özgü açık seçik göndermeler içermektedir ve büyük olasılıkla Ortodoks Kilisesinde yaygın olan Yakupun ilk Yeni Ahitinin (Çingene İncili) ağızdan ağza aktarılması sonucunda bozulmuş ve kısaltılmış bir aktarımından başka bir şey değildir. Tek tük rastlanan ve Norveçteki Çingeneler arasında var olduğu saptanmış bir kült olan Alako da bu türden öğretilerin son ve zayıf bir yankısıdır. _Çingene İncili konusunda yalnızca Zankonun kayıtlarına başvurabiliyorken özellikle Çingenelerin Mısırdaki sözde kökenlerine ilişkin geleneğe bağlanan son dönem Çingene grubunda mevcut olduğu belgelenmiştir. (Kutsal Aile; Sara; Firavun; İstavroz). Özellikle Firavun Efsanesini Çingenelerin kökenlerine ilişkin asıl bir söylen olarak nitelendirebiliriz. Zanko tarafından aktarılan Kalderalara ait Traditionsda kapsam içerik ve biçimlendirme açısından literatürde eşsiz olup doğrudan Çingenelerden bize ulaşan bu yegane yazılı belgede- başka başka gelenek katmanlarına ait öğeler çarpıcı bir bütün içinde sunulmuştur. Traditions dünyanın Tanrı ve şeytan tarafından yaratıldığına ilişkin Wlislockinin de kaydettiği eski pagan döneme ait sözlü gelneek ve ilk insan çiftinin yaratılışı ayrıca ilk günah konusundaki İncil kökenli sözlü geleneklerden az çok etkilenmiş olan öyküyle başlar. Bunu Firavun Efsanesinin ayrıntılı bir aktarımı izler. Bu efsanede Pharavunurelerin yaşamını yitirdiği fırtınalı met Birinci Dünyanın sonunu hazırlayan bir çeşit (Tufan) olarak karşımıza çıkar. Kalderaların bakışıyla en önemli Çingene gruplarına göz attıktan sonra Yeni Dünyanın önemli bir olayı olarak apokrif Hıristiyanlığındaki biçimiyle tanrısal çocuk öyküsü ele alınır. Zanko tarafından Çingenelerin İncili olarak nitelendirilen ve başı sonu olan bütünsel bir metnin dışında Traditions daha başka tek tük söylensel öyküler içerir (İstavroz Proroe ve İlia; Devler; Yılan) fakat Wlislockinin söz ettiği o zengin cinler ve ruhlar alemine ait neredeyse hiçbir iz yoktur. Asıl söylensel kaynaklar arasında M.J.Kuvanın adında bir Rus doktorun 35 yıllık bir araştırma sonunda Çingene söylenleri konusunda bir araya getirmiş olduğu malzemeye değinmekte fayda var. Dr. Elysejev adında birinin 1882 yılında Rusça bir dergide yayımlanan yazısı Baramy; Janrda; Laki; Matta; Anromori gibi bir dizi tanrı adı ve birkaç tane kısa öykü içermektedir. Bunlara başka hiçbir yerde rastlanmadığından ve de üstelik bu malzemeler kayıp olduğundan Çingeneler konusunda uzman olan İngliiz J. Sampsonıngörüşü doğrultusunda bunların birer hayal ürününden başka bir şey olmadığını kabul edebiliriz. Güneydoğu Avrupada yaşayan Çingene kavimleri ile ilgili dinsel-söylensel alandaki bütün o sözlü geleneklerden Batı ve Orta Avrupadaki Çingene kavimlerinin çoğunda ruhlarla ilgili karmakarışık inançların dışında başkaca pek bir şey kalmamış gibi. Bu ruh inancında ise ölülerin ruhları ile ilgili öyküler (Mulo) önemli bir yer tutmaktadır. Kısmen yakın zamana kadar geçerli olan kavim yasaları ve gelenekleri ölü defnetmek at eti yemek gibi tuhaf tabular ile söylensel tasarımlar arasında açık seçik bir bağlantı kurmak olanaksızdır. Alıntı (Hermann Berger Çingene Mitolojisi)