Deyimler / A - Z

'Türkçe-Edebiyat' forumunda Pl1 tarafından 29 Tem 2012 tarihinde açılan konu

Konu Durumu:
Özür dileriz,Bu konu cevaplara kapatılmıştır.
  1. Pl1

    Pl1 Mary Poppins Site Yetkilisi

    - Ş - ​

    Şafak atmak: Birden önemli bir durumla karşı karşıya olduğunu anlamak.
    Şah iken şahbaz olmak: Herhangi bir sebeple çirkinliği veya durumunun kötülüğü artan kimseler için alay yollu kullanılır.
    Şahımı bu kadar severim: Ben özverinin bundan çoğunu göze alamam.
    Şahadet şerbetini içmek: Şehit düşmek.
    Şaka gibi gelmek: Bir türlü inanamamak.
    Şaka iken kaka olmak (veya şakayı kakaya çevirmek): tkz. El veya dil ile yapılan şakadan, hoş olmayan bir sonuç kavga çıkmak.
    Şakaya boğulmak (dökmek veya bozmak): Ciddi başlayan bir sözü veya davranışı şakaya çevirmek.
    Şakağı atmak: mec. Çok sinirlenmek.
    Şanına yedirememek: Yenilgiyi kabul edememek.
    Şap gibi donmak (veya kalmak): Şaşırarak ses çıkarmayacak duruma gelmek.
    Şapka çıkarmak (bir söz veya durum karşısında): Söylenecek söz kalmamak ve takdir etmek.
    Şeşi beş görmek: Yanlış görmek, şaşkına dönmek, anlamında alay yollu söylenir.
    Şeytan dürtmek: Durup dururken uygunsuz, kötü bir davranışta bulunmak.
    Şeytan elini çekmiş: Uygunsuz bir iş yapacak veya kötülük düşünecek durumu olmayan çok yaşlı kimseler için kullanılır.
    Şeytan geçmiş gibi: Konuşma sırasında birden kısa bir sessizlik olması durumunda söylenir.
    Şeytan görsün yüzünü: Sevilmeyen, görmek bile istenilmeyen kimse için söylenir.
    Şeytan kulağına kurşun: hlk. Aksama ihtimali bulunan durum veya işler düzenli gittiğinde "nazar değmesin" anlamında söylenir.
    Şeytan tüyü (olmak): Kendini herkese kolaylıkla sevdirme özelliği (bulunmak).
    Şeytana parmak ısırtmak: Çok kötü ve çirkin bir şey yapmak.
    Şeytana külahı (veya papucu) ters giydirmek: Çok kurnaz olmak.
    Şeytanın bacağını (veya ayağını) kırmak: 1) Herhangi bir sebeple yapılmayan bir işe başlamak veya gidilmeyen bir yere gitmek. 2) Uğursuzluğu, şansızlığı, aksiliği yenmek.
    Şeytanın bacağı (veya art ayağı): Çok akıllı ve yaramaz çocuk.
    Şeytanın yattığı yeri bilmek: Bilinmesi ve hatırlanması güç şeyleri bilmek, çok kurnaz ve açık göz olmak.
     
  2. Pl1

    Pl1 Mary Poppins Site Yetkilisi

    - T -​

    Taban tabana zıt: Birbirine son derece aykırı.
    Tabana kuvvet: Bir yere yayan gitmekten başka çare olmadığını anlatır.
    Tabanları kaldırmak: Koşarak kaçmak.
    Tabanları patlamak: Çok yürümekten, çok ayakta durmaktan aşırı yorulmak.
    Taban yağlamak: alay. 1) Uzak bir yere yayan gitmeye hazırlanmak. 2) Hızlıca koşmak.
    Takla atmak (veya kılmak): mec. 1) Çok sevinmek. 2) Bir kimseye yaranmak için onun hoşuna giden davranışlarda bulunmak, dalkavukluk etmek.
    Takla attırmak: 1) Bir şeyi dilediği gibi beceriyle kullanabilmek. 2) Birine istediği her şeyi yaptırmak.
    Talihine küsmek: Kötü bir durum veya olayla karşılaşıldığında yalnızca talihi suçlamak.
    Tam adamına çatmak: Olumsuz bir davranış ve tutum içinde bulunan kimseyle karşı karşıya gelmek.
    Tam adamını bulmak (veya tam adamına düşmek): 1 En uygun kişiyi seçmek. T) alay. En uygunsuz kişiyi seçmek.
    Tamtakır kuru (veya kırmızı) bakır: Boş, bomboş.
    Taş çıkartmak: Biri ötekinden özellik, yetenek vb. bakımından üstün olmak.
    Taş kesilmek: Çok şaşırıp ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilememek, sesini çıkaramaz olmak.
    Taş koymak (işi, hareketi vb.): Engellemek için bahane yaratmak.
    Taş taş üstünde bırakmamak: Baştan başa yıkıp, yerle bir etmek.
    Taş yağar kıyamet koparken: Telâşlı ve tehlikeli zamanlan anlatır.
    Taşı gediğine koymak: Gerekli bir sözü tam zamanında ve yerinde söyleyerek karşısındaki kimseyi susturmak, zekice davranmak.
    Tadı tuzu kalmamak (veya tadı tuzu bozulmak): Eski zevki kalmamak, yavanlaşmak.
    Tadı tuzu yok: Zevksiz, yavan.
    Tadında bırakmak: Aşırılığa kaçmamak.
    Tadını almak: Bir şeyin güzelliğini bilir olmak, zevkine varmak.
    Tatlı canını sıkmak: Gereksiz şeylere üzülmek ve bunları dert edinmek.
    Tatlı yerinde bırakmak (veya kesmek): Bir işi can sıkıcı bir duruma sokmadan sone erdirmek.
    Tavanına çökmek (veya yıkılmak): Beklenmeyen bir durum karşısında şaşırıp kalmak.
    Tavşana kaç, tazıya tut demek: İki taraflı, karşıt olan davalarında kışkırtmak, ikili oynamak.
    Tavşanı araba ile avlamak: İşini telâşsız ve soğukkanlılıkla görmek.
    Tavşanın suyunun suyu: İki şey arasındaki ilginin çok uzak olduğunu anlatır.
    Tazı o tazı ama çulu değişmiş: Tanıdığımız, sıradan kişi, iş basma geçmiş veya giyim kuşamını düzeltmiş olduğu için tanınmaz olmuş.
    Tecrübe tahtasına dönmek (veya çevirmek): Üst üste başarısız denemelere konu olmak.
    Tefe koymak (veya tefe koyup çalmak): Biri hakkında alaylı dedikodu yapmak.
    Teker meker yuvarlanmak: İyi durumda olan bir kişi durumunu birdenbire yitirmek.
    Teller takmak (veya tel takınmak): alay. Sevincini aşırı davranışlarla gösterenler için kullanılır.
    Tembele iş buyur, sana akıl öğretsin: Kendisinden bir konuda yardımcı olması istendiğinde yardım edeceği yerde çözüm yolları gösteren kimseler için kullanılır.
    Temcit pilâvı gibi ısıtıp öne sürmek: Birçok defa tekrarlanan şeyler için kullanılır.
    Temel kakmak: Bulunduğu yerden kolay kolay ayrılacak gibi olmamak.
    Tencere dibin kara, seninki benden kara: "Kötülük, kusur yönünden sen benden daha betersin" anlamında kullanılır.
    Tencere tava, herkeste bir hava: Herkesin kendi bildiği gibi davranarak ortada düşünce birliği kalmadığını anlatmak için söylenir.
    Tencere yuvarlanmış Kapağını bulmuş: Hoşa gitmeyen herhangi bir nitelik yönünden birbirleriyle benzeşen iki kişi bir araya gelmiş.
    Tencerede pişirip kapağında yemek (geçim konusunda): Var olanla yetinmek.
    Tenceresi (veya tencereleri) kaynamak: Geçimleri az çok yerinde olmak.
    Tenceresi kaynarken, maymunu oynarken: Geçimi yolunda, keyfi yerinde iken.
    Teneke çalmak (arkasından): Tenekeye sopa vb. ile vurarak giden bir kişiye hakaret etmek.
    Tepesinde havan dövmek (veya değirmen çevirmek): Üst katta oturan biri, gürültü yaparak alt kattakini rahatsız etmek.
    Tepesine (veya başına) binmek (veya çıkmak) (birinin): Genellikle kendinden daha güçsüz kimseleri ezmek, kötü davranmak.
    Tepesinden (veya başından) kaynar su dökülmek: Derin bir üzüntü duymak.
    Tepesinin tası atmak: Birden bire çok sinirlenmek.
    Tepetakla etmek (veya devirmek): Birinin toplumsal ve ekonomik durumunu bozmak.
    Tepetakla gitmek (veya yuvarlanmak): Hızlı bir biçimde toplumsal ve ekonomik durumu bozulmak.
    Tepe tepe kullanmak (sağlamlığına güvenilen şeyler için): Yıpranacağını düşünmeden, esirgemeden, sakınmadan, hoyratça kullanmak.
    Terini soğutmak: Serinde dinlenmek.
    Teraziye vurmak: İyice tartarak düşünmek.
    Tereyağından kıl çeker gibi: Her türlü mecburiyet ve mükellefiyetten ve sorumluluktan kolayca sıyrılarak.
    Tersinden okumak: Yanlış anlamak.
    Ters yüz (ters yüzüne) çevirmek: Geri döndürmek.
    Ters yüz (veya ters yüzü) geri dönmek: Gittiği bir yerden istendiğini elde edemeden dönmek.
    Tertibe düşürülmek: mec. Zarar verici bir eyleme uğratılmak, komploya uğramak.
    Teslim bayrağı çekmek: 1) Yenilgiyi kabul etmek. 2) Çekişme sonunda, karşısındakinin istediğini yapmaya razı olduğunu bildirmek.
    Tetik durmak: Hazır ve uyanık bulunmak.
    Tetik üstünde beklemek: Hazır, dikkatli, uyanık bulunmak, tetikte olmak.
    Tetiğini bozmamak: Soğuk kanlılığını bozmamak, telâş göstermeyerek durumunu değiştirmemek.
    Tezgâhı kurmak: argo. Yasal olmayan işi gerçekleştirebilmek için yalan dolanla aldatmaya, kandırmaya çalışmak.
    Tıkırı yolunda: Geçim düzeni iyi sağlanmış.
    Tıngır elek tıngır saç, elim hamur karnım aç: Çalışmalarımla başkalarına yarar sağlıyorum, ama bundan kendim yararlanmıyorum.
    Tıraşa sokmak: argo. Birini bıkkınlık verici uzun konuşmalarla oyalamak.
    Tırnak göstermek: Korkutmak, göz dağı vermek;
    Tırnak kadar: Çok küçük; çok az.
    Tırnak sürtüştürmek: Kavgayı körüklemek.
    Tırnaklarını sökmek: Birini elindeki güçten yoksun bırakmak, etkisini yok etmek.
    Tilki uykusuna yatmak: Uyuyormuş gibi yaparak fırsat kollamak.
    Tohumu dökülmek: Geçirdiği büyük bir korku dolayısıyla dölden kesilmek.
    Tok evin aç kedisi: İhtiyacı olmadığı hâlde aç gözlülük edenlere söylenir.
    Top gibi patlamak: Birden gelen şaşırtıcı ve ürkütücü haber duyulmak.
    Topu: Tümü, hepsi.
    Toprak olmak: Ölmek.
    Toprak paklar (bir kimsenin): Yaptığı kötülükler ancak ölmesiyle son bulur.
    Toprağa düşmek: Ölüp gömülmek. Toprağına ağır gelmesin: Bir ölünün aleyhinde bir söz söylenildiğinde kullanılır.
    Torbada (veya çantada) keklik: Ele geçirilmesi o denli kesin ki elde edilmiş sayılır.
    Toz etmek: Ezip harap etmek, ortadan kaldırmak.
    Toz kondurmamak: Bir şeyde herhangi bir kusurun varlığını kabul etmemek, onu kusursuz ve eksiksiz göstermek.
    Toz pembe görmek: Aşırı iyimser olmak.
    Tulum çıkmak: Amacını eksiksiz elde etmek.
    Turnayı gözünden vurmak: Umulmadık bir kazanç veya çıkar sağlama imkânı ele geçirmek.
    Turp gibi: Sağlığı yerinde.
    Turşu olmak: mec. Güçsüzleşmek, bitkinleşmek.
    Turşusu çıkmak: Çok yorulmak.
    Tut kelin perçeminden: tkz. Çözümü güç olan bir durum için karşısındaki söylenir.
    Tuz biber ekmek: bk. üstüne tuz biber ekmek
    Tuz ekmek düşmanı: İyilik gördüğü kimseye hainlik yapan, aldığı yardımı inkâr eden (kimse).
    Tuzla buz (veya tuz buz) olmak: Onarılmayacak biçimde kırılmak, dağılmak, paramparça olmak.
    Tuzu olmak: Katkısı olmak.
    Tuzluya mal olmak (oturtmak veya patlamak): Çok para vererek satın almak, çok pahalı gelmek.
    Türküsünü çağırmak: Bir kimsenin hoşuna gidecek söz söylemek veya davranışta bulunmak.
    Tütüsü tepesinden çıkmak: Bir acının ateşiyle yanıp tutuşmak.
    Tüy düzmek (insan): tkz. İyi bir yaşayışa kavuştuğunu belirtecek biçimde güzel giyinmek.
    Tüyleri diken diken olmak: 1) Üşümekten veya korkmaktan vücuttaki kılların dipleri kabarıp kıllar dikilmek. 2) mec. Korku, tiksinti gibi duyguları anlatır.
    Tüyleri ürpermek: Kötü bir olay, soğuk, gıcıklanma gibi sebeplerle korku veya tiksinti duymak.
    Tüyüne dokunmamak: Dokunacak, zarar verecek en ufak bir davranışta bulunmamak.
     
  3. Pl1

    Pl1 Mary Poppins Site Yetkilisi

    - U -​


    Uç uca gelmek: Ancak yetişmek.
    Uç vermek: 1) Ortaya çıkmak. 2) (bitki) Bitmek, sürmek. 3) Gelişme, büyüme başlangıcı göstermek.
    Ucu ortası belli olmamak (iş için): Neresinden başlanacağı kestirilemez durumda olmak.
    Ucu (herhangi birine) dokunmak: Birini olumsuz etkilemek veya ona zarar vermek.
    Ucunda bir şey olmak: Gizli bir amaç bulunmak.
    Ucunda (cezalandırıcı bir şey) bulunmak: Kötü bir şeye sebep olmak.
    Ucundan tutmak (bir işin, şeyin): Bir şeyle meşgul olmak, katkı sağlamak, yardımcı olmak.
    Uçkuruna sağlam: mec. ve tkz. İffetine bağlı.
    Uçan kuştan medet ummak: Çok sıkıntıda kalıp en ufak bir yardımın herhangi bir yerden gelmesini beklemek, sıkıntılı bir durumdan kurtulmak için her türlü çareye başvurmak.
    Uçup gitmek: Kaybolmak, yok olmak.
    Ufkunu genişletmek: Görüş alanını genişletmek, daha geniş daha fazla bilgi ve görüş edinmek.
    Uğurlu kademli olsun: Mutlu bir olay dolayısıyla söylenen bir iyi dilek sözü.
    Umur görmek: 1) Önemli görevlerde bulunmuş olmak. 2) Çok tecrübesi olmak.
    Umur görmüş: Önemli görevlerde bulunmuş, görgülü, olgun kimse.
    Un ufak olmak: Çok ufak kırıntılar durumuna gelmek, parçalanmak.
    Ununu elemiş, eleğini asmış: Geri kalan ömrü süresince yapacak önemli bir işi kalmamış.
    Usanç getirmek: Usanacak duruma gelmek.
    Usta elinden çıkmak (eli uz, işinin eri olan bir kimse): Usulünce ve iyi yapılmış bir şey için söylenir.
    Utancından yere geçmek: Çok utanmak.
    Utancından yerin dibine girmek: Bir şeyin istenilen biçimde ve nitelikte olmaması karşısında üzüntü duymak, aşırı utanmak.
    Uyku durak (yok veya uyku nedir bilmeden): Dinlenme imkânı (bulmadan).
    Uyku tulumu: mec. Çok uyuyan kimse.
    Uyuyan yılanın kuyruğuna basmak: Kötü bir kimsenin yeni bir kötülük yapmasına fırsat vermek.
    Uzak durmak: Yaklaşmamak, karışmamak.
    Uzağı görmek: İleride ne olacağını kestirmek.
    Uzaktan bakmak (veya seyirci kalmak): Seyirci gibi davranıp karışmamak.
     
  4. Pl1

    Pl1 Mary Poppins Site Yetkilisi

    - Ü - ​

    Üç buçuk atmak: argo. Çok korkmak. Üç günlük ömür: Ömrün kısalığını anlatır. Üçe beşe bakmamak: Bir şeyin fiyatı ile ilgili olarak küçük farkları önemsememek.
    Üçler yediler kırklar: Halk inançlarında yaşayan ermişler topluluğu.
    Üçkâğıda bağlamak (veya getirmek): Karşısındakini şaşırtarak aldatmak.
    Ümit serpmek: Umutlandırmak. Ümidi suya düşmek: Umudu kalmamış.
    Üst çıkmak (veya gelmek): Yenmek.
    Üstü başı dökülmek: Giyecekleri çok eski olmak.
    Üstünde durmak: Bir işe önem vermek, bir işle yakından ve sürekli ilgilenmek.
    Üstündeki üstünde, başındaki başında: Üstündekinden başka hiçbir şey kalmadan.
    Üstünden (şu kadar zaman) geçmek: Aradan herhangi bir zaman geçmek.
    Üstünden geçmek: Birinin ırzına geçmek. Üstüne atmak: Bir suçu birine yüklemek.
    Üstüne bir bardak (soğuk) su içmek (bir şeyin): alay. O işten umudunu kesmek, o işin olacağına inanmamak, o işten vazgeçmek.
    Üstüne gelmek (bir şeyin): Bir şey yapılırken veya konuşulurken çıka gelmek.
    Üstüne kapanmak: Aralıksız çalışmak.
    Üstüne koymak: Katmak eklemek.
    Üstüne kuş kondurmak: Olağanüstü, görülmemiş bir katkı, süs veya hizmet yapmak.
    Üstüne olmamak: Daha üstü bulunmamak.
    Üstüne perde çekmek: İsteyerek örtmek, gizlemek. Üstüne kondurmamak: Bir şeyin kusurlu olabileceğini kabul etmemek.
    Üstüne tuz biber ekmek: Üzüntüyü, kusuru artıracak durum yaratmak.
    Üstüne vazife olmamak (veya değil): Görevi olmamak, o görev kendini ilgilendirmemek.
    Üstüne yatmak: Hakkı yokken bir şeyi kendine mal etmek, bir şeyi alıp vermemek.
    Üstüne yıkmak (veya yıkılmak): Kendisinin de sorumlu olduğu bir işin ağırlığını başkalarına yüklemek (veya kendisi yüklenmek). 2) Kendi suçunu başkasına yüklemek. 3) Yamamak (veya yamanmak.
    Üstüne yürümek: Korkutmak, yıldırmak amacıyla saldıracakmış gibi yapmak.
    Ütüsü üzerinde: Yeni ütülenmiş.
    Üvey evlât gibi tutmak (veya saymak): Horlamak, haksızlık etmek iyi davranmamak.
    Üzerinde durmak: Bir işe önem vermek, bir işle yakından sürekli ilgilenmek.
    Üzerinde kalmak: 1) (mal veya iş): Artırma sırasında bir kimsenin olmak. 2) İstenmeyen bir iş yüklenilmek, sorumluluğuna bırakılmak.
    Üzerinden atmak: Bir şeyi ödev edinmemek. Üzerine almak: 1) Bir davranışın kendisine karşı olduğunu sanarak tedirgin olmak, alınmak. 2) Bir işi yapmaya söz vermek. 3) (evli iken) Karısının üzerine bir başka kadınla evlenmek.
    Üzerine atmak: Bir suçu birine yüklemek. Üzerine bir bardak su içmek: alay. Alacaklı bulunduğu bir şeyi elde etmekten umut kesmek.
    Üzerine düşmek: Bir şeyle ilgilenmeye başlamak ilgi göstermek, bir şeyle çok uğraşmak.
    Üzerine koymak: Katmak, eklemek.
    Üzerine titremek: Çok sevgi ve özen göstermek.
    Üzerine tuz biber ekmek: Üzüntüyü, kusuru artıracak durum yaratmak.
    Üzerine yürümek: Saldırmak.
    Üzerine çullanmak: Her tarafını kaplamak, sarmak.
    Üzümün çöpü armudun sapı var demek: Her şeyde bir eksiklik bulmak, güç beğenir olmak.
    Üzümünü ye de bağını sorma: Yararlandığın şeyin nereden geldiğini araştırma.
     
  5. Pl1

    Pl1 Mary Poppins Site Yetkilisi

    - V -​

    Vahamet kesp etmek: Gittikçe zorlaşmak, tehlikeli ve kokulacak bir durum almak.
    Vakit öldürmek: Zamanı yarasız, gereksiz işlerle veya hiç iş yapmadan geçirmek.
    Varlıkta darlık çekmek: Herhangi bir engel yüzünden elindeki imkândan yararlanamamak.
    Vaziyeti kurtarmak: Güç durumdan sıyrılmak.
    Vaziyeti takınmak: Herhangi bir tavır takınmak.
    Verilmiş sadakası olmak: Büyük bir tehlike veya kaza atlatıldığında söylenir.
    Verip veriştirmek: Birine ağzına geleni söylemek.
    Vermemiş (veya vermeyince) Mabut, neylesin Mahmut: Şansız kişiler için söylenir.
    Vız gelip tırıs gitmek: tkz. Hiç önemsememek, aldırış etmemek.
    Vız gelmek: tkz. Pek önemsiz görmek aldırış etmemek.
    Vicdan azabı çekmek (veya duymak): İstenilmeden veya bilinçsizce yapılan kötü bir işten dolayı acı çekmek, üzülmek.
    Vidaları gevşemek: argo. Kendini tutamayıp çok gülmek.
    Vurdumduymaz kör ayvaz (olmak): Duygusuz.
    Vur abalıya: Bütün özverinin yumuşak huylu kişiye yüklenmesi, güçsüz kişinin hırpalanması, hakkının çiğnenmesi durumu.
    Vur aşağı, tut yukarı: Uzun uzun çekişerek, sıkı pazarlık ederek.
    Vur dedimse öldür demedim ya (vur dedikse öldür demedik ya): Bir dileği yerine getirirken aşmlığa düşene karşı söylenir.
    Vur patlasın, çal oynasın: Aşırı zevk ve eğlenceyi anlatır.
    Vurduğu yerden ses gelmek: Çok kuvvetli vurmak, eli ağır olmak.
    Vurdukça tozumak: Üzerinde çalışıldıkça, işlendikçe işi artan şeyler için söylenir,
    Vücuttan düşmek: Zayıflamak.
    Vücudunu ortadan kaldırmak: Öldürmek.
     
  6. Pl1

    Pl1 Mary Poppins Site Yetkilisi

    - Y1 - ​


    Ya sabır çekmek: Bir sıkıntıya ses çıkarmadan veya ona karşı bir şey yapmadan katlanmak.
    Yabana atmak: Önem vermemek, önemsiz görmek.
    Yabancı gibi durmak: Bir işe karışmamak, ilgi göstermemek, çekinmek.
    Yağ çekmek (veya yapmak): argo. Gereksiz biçimde övmek, dalkavukluk etmek.
    Yağma Hasan'ın böreği: Kimsenin korumadığı, bir yararlanma kaynağı.
    Yağmur olsa kimsenin tarlasına düşmez (veya yağmaz): Elinden geldiği hâlde kimseye iyilik etmeyenler için kullanılır.
    Yaka bir tarafta, paça bir tarafta: Kılığı kıyafeti dağınık bir durumda.
    Yaka ısırmak: Şaşırarak "Allah esirgesin", demek.
    Yaka silkmek: Birinden bıkmak, usanmak.
    Yakadan atmak: Savıp kurtulmak.
    Yakadan geçirmek: [ı]esk.[/ı] Evlâtlığa kabul etmek.
    Yakası açılmadık: Hiç duyulmamış, ayıp (sövgü veya açık saçık nükte).
    Yakasına asılmak (veya yapışmak): Birini hesap sormak veya bir şey istemek için tutup bırakmamak.
    Yakasına çökmek: Zorlamak, baskı yapmak.
    Yakasına sarılmak: İstediği şeyi almak veya dövüşmek için birini bırakmamak, zorlamak.
    Yakasını bırakmamak: Birinin bezdirecek kadar üstüne düşmek, ona rahat vermemek.
    Yakasını kaptırmak: Bir şeyin, bir kimsenin etkisinden kendisini kurtaramamak.
    Yakayı ele vermek (veya vermemek): Kaçamayarak ele geçmek, yakalanmak.
    Yakayı kurtarmak (veya sıyırmak): Kurtulmak.
    Yalayıp yutmak: 1) İştahla yemek. 2) mec. Kötü bir davranış, söz karşısında ses çıkarmamak, kabullenmek.
    Yalancısı olmak (birinin): Doğruluğu bilinmeyen bir bilgiyi başkasından duyup iletmek.
    Yalı kazığı: Uzun boylu ve iri kemikli kimseleri nitelerken kullanılır.
    Yama gibi durmak: Bulunduğu yere uymamak, eklendiğini belli etmek.
    Yan bakmak: 1) Beğenmeyerek veya düşmanca bakmak. 2) Kötü niyet beslemek.
    Yan basmak: 1) (bir işte): Aldanmak. 2) Dürüst davranmamak, kaypaklık etmek.
    Yan çizmek (bir işten): tkz. Kaçmak.
    Yan gelip oturmak (veya yatmak): Hiçbir işle ilgilenmeyerek keyfince yaşamak.
    Yan yan bakmak: Göz ucuyla bakmak.
    Yanına kâr kalmak: Cezasız kalmak. Yanına salâvatla varılır: 1) Çok kibirli, kendini beğenmiş kimseler için söylenir. 2) Çok öfkeli.
    Yanağına kan gelmek: Yüzü daha canlı ve renkli olmak, iyi beslenmekten dolayı gürbüz görünmek.
    Yangına körükle gitmek: Gerginliği, uzlaşmazlığı artıracak biçimde davranmak.
    Yanlış kapı çalmak: İsteğinin yapılmayacağı, yersiz sayılacağı bir yere başvurmak.
    Yana yana istemek: Israrla, içtenlikle dilemek.
    Yaptığı hayır ürküttüğü kurbağaya değmemek: Zararı, yararından çok olmak.
    Yaprak oynamamak (veya kıpırdamamak) (hava): Rüzgârsız, çok durgun olmak, hiç rüzgâr esmemek.
    Yarayı tazelemek: Üzüntüyü, sıkıntıyı, acıyı hatırlatmak, yeniden ortaya çıkarmak.
    Yar adana sığınıp: Bütün gücünü kullanarak.
    Yarını elmanın yarısı o, yarısı bu: Birbirine çok benzeyen şeyler için söylenir.
    Yarım pabuçlu: İşsiz, yoksul kimse.
    Yarından tezi yok: Geciktirmeden, ivedilikle.
    Yaşı benzemesin: Erken ölmüş birine herhangi bir yönden benzetilen bir kimse için "aynı yaşta Ölmesin", anlamında kullanılır.
    Yaşını almak (veya yaşını başına almak): Yaşı ilerlemiş olmak.
    Yaş tahtaya (veya yere) basmak: Bir işte uyanık davranmamak yüzünden aldanmak.
    Yatağını ayırmak: Ayrı yatakta yatmak. Yatıp kalkıp: Her zaman, hep.
    Yavuz hırsız ev sahibini bastırır: Biri, suçunu zarar verdiği kimseye yüklediğinde söylenir.
    Ya bu deveyi gütmeli ya bu diyardan gitmeli: Ya buranın şartlarına uymalı ya da buradan ayrılmalı.
    Yaya kaldın tatar ağası: İstediğim elde edemeyen, başarısızlığa uğrayan kimseler için kullanılır.
    Yaya kalmak: 1) İstediği şeyi yapamaz duruma gelmek. 2) Yardımcısız kalmak.
    Yazboz tahtasına çevirmek: Bir konuda art arda birbirini tutmayan kararlar almak.
    Yedi gömlek uzak olmak: Soyca veya yakınlık bakımından bir hayli uzak bulunmak.
    Yedi iklim dört bucak: Her yerde.
    Yedi kat el pek: Yabancı.
    Yedi kat yerin dibine geçmek: 1) Çok güçlü olarak yere çakmak. 2) Fazlasıyla utandırmak, mahcup etmek.
    Yedi kubbeli hamam kurmak: Büyük hayaller peşinde koşmak.
    Yedi mahalle: Herkes, bütün çevre.
    Yediği önünde yemediği ardında: Bolluk, refah içinde yaşayanlar için kullanılır.
    Yedirip içmek: Beslemek.
    Yeme de yanında yat!: Çok lezzetli veya çok hoş.
    Yiyip bitirmek: 1) Tüketmek. 2) Onmaz duruma getirmek, yıkımına sebep olmak. 3) Sürekli olarak tedirgin etmek, üzmek, hırpalamak.
    Yemin etsem başım ağrımaz: "Gerçek olduğuna hiç korkmadan yemin ederim", anlamında kullanılır.
    Yenene içilene bakılmamak (bir şey): Gidere önem verilmeden bol bol harcanmak.
    Yer bakır gök demir: Şartların zor, imkânların kısıtlı olduğu durumlarda söylenir.
    Yer bakır gök demir kesilmek: Tamamen tükenmek, bitmek, yoksul duruma düşmek.
    Yer kabul etmez: Çok günahkâr.
    Yer öpmek: esk. Bir büyüğün önüne eğilmek.
    Yerden göğe kadar: Pek çok.
    Yerden yere çalmak: Çok hırpalamak.
    Yerden yere vurmak: Birine türlü yönlerden saldırarak onu çok aşağılayıcı bir duruma düşürmek.
    Yere bakan yürek yakan: Uysal ve uslu göründüğü hâlde sinsice kötülük yapan.
    Yere bakmak (ihtiyarlar için): Ölümü yakın olmak.
    Yere baktırmak: Utandırmak, mahcup etmek.
    Yere batasıca (veya yere batsın): "Yok olsun", anlamında bir ilenç.
    Yere geçmek: Çok utanmak.
    Yere göğe koymamak (veya koyamamak): Nasıl ağırlayacağını, nasıl memnun edeceğini bilememek, çok önem vermek.
    Yere sağlam basmak: Titiz ve dikkatli davranmak.
    Yere sermek: 1) Kötü bir duruma sokmak, yenmek. 2) Vurup öldürmek.
    Yere vurmak: Kötü bir duruma sokmak, yenmek.
    Yeri göğü ben yarattım demek: Çok gururlu olmak.
    Yeri göğü birbirine katmak: Aşırı telâş yaratmak.
    Yeri göğü tırmalamak: Çok sancı, acı çekmek.
    Yeri göğü tutmak: Her tarafı ele geçirmek denetim altında bulundurmak.
    Yeri soğumadan: Ayrılan bir kimsenin ardından çok zaman geçmeden.
    Yerin kulağı var: Gizli konuşulan bir şeyin umulmadık bir yoldan başkalarınca duyulabileceği anlatılır.
    Yerinde saymak: mec. Hiç ilerlememek, gelişmemek, değişmemek.
    Yerinde su çıkmak: Haklı bir sebep olmadan yerini bırakanlara veya bırakmak isteyenlere kınama ve engelleme amacıyla söylenir.
    Yerinden oynamak: Coşkulu, gürültülü, karışık bir zaman yaşamak.
    Yerine getirmek: İstenileni, gerekeni yapmak.
    Yerine oturtmak: Bir durum, bir düşünce vb. benimsenmek, yaygın duruma gelmek yerleşmek.
    Yerini doldurmak: 1) Görevini başarı ile yapar olmak. 2) Görevinden ayrılan birinin yerine gelen kişi, önceki görevli kadar başarılı olmak.
    Yerini ısıtmak: Bir yerde uzun süre kalmak.
    Yerini yapmak: Bir şey elde etmek amacıyla girişimde bulunmak.
    Yerle gök bir olsa: Sonu ne olursa olsun.
    Yerlerde sürünmek: Çok perişan, acınacak bir durumda bulunmak.
    Yerlere kadar eğilmek: Aşırı saygı göstermek.
    Yeşil ışık yakmak: mec. Bir şeyin olmasına engel olmamak, hoş karşılamak.
     
  7. Pl1

    Pl1 Mary Poppins Site Yetkilisi

    - Y2 - ​


    Yıl on iki ay: Sürekli olarak, sürekli bir biçimde.
    Yılanın kuyruğuna basmak: Kötü bir kimseye kötülük yapacak fırsat vermek.
    Yıldırımla vurulmuşa dönmek: Apansız kötü bir durum karşısında kalıp, ne yapacağını bilememek.
    Yıldızı (veya yıldızları) barışmak: Aralarında görüş, duygu ve düşünce bakımından birbirleriyle anlaşmış, uyuşmuş olmak.
    Yıldızı parlamak: Başarı yönünden herkesin dikkatini çekecek bir duruma gelmek, ün kazanmak.
    Yıldızı sönmek: Ününü yitirmek.
    Yıldızları saymak: Geceleri uyku uyuyamamak.
    Yiğitlik taslamak: Yiğitmiş gibi davranmak.
    Yok oğlu yok: Ortalıkta yok, hiç yok.
    Yol açmak: mec. 1) Bir olaym sebebi olmak. 2) Davranışlarıyla örnek olmak.
    Yol bulmak: Çare bulmak.
    Yol çizmek: Bir konuda plân yapmak. Yol iz bilmek: 1) Gideceği yolu ve yeri bilmek. 2) Görgülü davranmak.
    Yol tepmek: Çok uzun bir süre yürümek.
    Yola düzülmek (düzülmek veya koyulmak): Gidilecek yere doğru yola çıkmak.
    Yoldan çıkmak: mec. Doğru yoldan ayrılmak. Yoldan kalmak: Gidilmek istenen yere gidememek.
    Yolları ayrılmak (İki kişi veya topluluk için): Görüş, düşünce ayrılığı ortaya çıkmak, ayrı görüş ve düşünceleri benimsemek.
    Yoluna bakmak: Birini beklemek. Yoluna baş koymak: Bir amaca, bir gayeye yönelmek, bütün varlığıyla kendini vermek.
    Yoluna can vermek: Birinin uğruna ölmek. Yoluna sapmak: Başvurmak.
    Yolunu kesmek: Engel olmak, engellemek.
    Yolunu yapmak (bir işin): Bir işi mümkün kılmak.
    Yorgan döşek yatmak: Ağır hasta olmak.
    Yorgan gitti, kavga bitti: Anlaşılmazhk sebebi olan şey ortadan kalkınca anlaşmazlık da sona erdi.
    Yolunu yokuşa sürmek: Yapılması güç bir işin, büsbütün güç şartlarda gerçekleştirilmesini istemek.
    Yukarıdan almak: Yumuşaklık göstermemek, ağır önerilerde bulunmak, sert davranmak.
    Yuları takmak: Birini sözünden çıkamayacak duruma getirmek, egemenliği alıma almak.
    Yumruk göstermek: Korkutmak gözdağı vermek.
    Yumruğuna güvenmek: İsteklerini yaptırmak için yalnızca kaba kuvvete güvenmek.
    Yumurta kapıya dayanmak (veya gelmek): Yapılacak iş için zaman çok daralması.
    Yumurta küfesi yok ya! (arkasında veya sırtında): Kendisine bir zarar getirmeyeceğini bildiği için, doğru sayılmayan bir davranışta bulunmaktan çekinmeyenler için söylenir.
    Yuvarlanıp gitmek: Eldeki imkânlarla geçinmek.
    Yük altına girmek: Ağır bir görevi üzerine almak.
    Yük olmak (birine): 1) Bir kimse, sıkıntılı bir işini başkasına yaptırmak, 2) Kendisi için başkasına para harcatmak, masraf yapmak.
    Yükünü tutmak: Çok zengin olmak, zenginleşmek.
    Yüksek perdeden konuşmak: 1) Meydan okurcasına sert konuşmak. 2) Yapılması güç şeyleri gerçekleştirebilecek gibi abartmalı konuşmak.
    Yükseklerde konuşmak: mec. Elde edilmesi güç şeyler istemek.
    Yüksekten almak: Karşısındakilere olduğundan fazla böbürlenmek, abartılı davranmak.
    Yüksekten konuşmak: Kendini çevresindekilere kabul ettirebilmek için övünerek konuşmak.
    Yüksekten uçmak: 1) Yükseklerde dolaşmak. 2) argo. Palavra atmak, çok abartmak.
    Yüreği ağzına gelmek: Birdenbire çok korkmak, aşırı korku ve sevinçten ziyadesiyle heyecanlanmak, endişelenmek.
    Yüreği bayılmak: Karnı çok acıkmak.
    Yüreği burkulmak: Çok üzülmek, çok acı duymak.
    Yüreği çarpmak: Merak, kaygı, korku, heyecan gibi duygularla tedirgin olmak, huzursuz olmak.
    Yüreği dayanmamak: Acısına katlanamamak, çok acı duymak.
    Yüreği kabarmak: 1) İçi sıkıntı ile dolup derin soluk almak gereğini duymak. 2) Midesi bulanmak.
    Yüreği kalkmak: Heyecanlanmak. Yüreği kan ağlamak: Aşırı üzüntüden sarsılmak.
    Yüreği parçalanmak: Çok acımak.
    Yüreği parça parça olmak: Pek çok acımak.
    Yüreği tükenmek (veya yürek tüketmek): Bir şeyi anlatmak için çok yorulmak.
    Yüreği yağ bağlamak: İstenilen bir şeyin olmasından ferahlık duymak.
    Yüreği yarılmak: Çok korkmak.
    Yüreği yerinden oynamak: Birdenbire heyecanlanmak veya korkmak.
    Yüreğine saplanmak: mec. Aşırı derecede acı duymak, içine oturmak.
    Yüreğine su serpmek (birini): Karşısındakini kaygı sebebinin ortadan kalktığını veya umut verici bir haberle ferahlatmak.
    Yüreğini ateş almak: Fazla üzüntüden içi yanmak.
    Yüreğini eritmek (veya sızlatmak): Çok üzmek.
    Yüreğini serinletmek: Üzüntüsünü azaltmak.
    Yüz akı ile çıkmak: Bir işi kendi saygınlığını yitirmeden, eksiksiz ve başarılı olarak yapıp bitirmek.
    Yüz aklığı göstermek: Bir işte başarıya ulaşmak.
    Yüz bulmak: İlgi ve yakınlık görmek.
    Yüz kızartmak: Sıkılarak yalvarmak.
    Yüz tutmak: Bir şey olmak üzere bulunmak.
    Yüz verince astar istemek: Kendisine gösterilen küçük bir ilgiden şımararak geniş yetki elde etmeye, daha çok yarar sağlamaya çalışmak.
    Yüz vermek: İlgi, yakınlık göstermek, hoşgörülü davranmak şımartmak, itibar etmek.
    Yüz vermemek: İlgi ve yakınlık göstermemek. Yüz yazmak: 1) Makyaj yapmak. 2) Belli olmak, açığa çıkmak.
    Yüze duramamak: Birinin hatırından çıkmamak, birinin hatırını kıramamak.
    Yüze gülmek: 1) Yalandan dost görünmek. 2) Sevimli, alımlı görünmek.
    Yüzü açılmak: Güzelliği, parlaklığı ortaya çıkmak.
    Yüzü gözü açılmak: 1) Sıkılmaz, utanmaz bir duruma gelmek. 2) Toplumsal ilişkiler kurmaya, çevresini, dünyayı tanımaya başlamak.
    Yüzü kalmamak: Bir kimseden daha önce bir çok ricada bulunduğu için yeni bir şey istemeye sıkılmak.
    Yüzü karışmak: Can sıkıcı bir durum da olduğu, yüzünden belli olmak.
    Yüzü yerde: Alçak gönüllü.
    Yüzü yere gelmek (geçmek veya yüzünün derisi yere geçmek): Çok utanmak.
    Yüzünden kan damlamak: Çok sağlıklı olmak, sağlığı yüzünün renginden belli olmak.
    Yüzüne bakamaz olmak: Utanç, yüreksizlik gibi sebeplerle bir kimsenin karşısına çıkamamak.
    Yüzüne bakılacak gibi: Çirkin sayılmaz, güzelce.
    Yüzüne bakılmaz: Çok çirkin.
    Yüzüne bakmaya kıyamamak (veya yüzüne bakmaya kıyılmaz) (biri): Çok güzel olmak.
    Yüzüne duramamak: Dayanamamak, bir isteğe hayır diyememek, kıramamak.
    Yüzüne gülmek: 1) Dostmuş gibi görünmek. 2) Dostluk göstermek, ilgi göstermek, alâkalanmak.
    Yüzüne hasret kalmak: O şeyden yoksun kalmak, hasret kalmak.
    Yüzüne tükürseler yağmur yağıyor sanır: Çok arsız ve onursuz kimseler için kullanılır.
    Yüzünü ağartmak: Beğenilir iş yapmak, iş ve davranışlarıyla yakınlarının övünmesine sebep olmak.
    Yüzünü buruşturmak (veya ekşitmek): Yüzüne öfke ve hoşnutsuzluk gösteren bir biçim vermek.
    Yüzünü gören cennetlik: Uzun bir süre görünmeyen kimseler için söylenir.
    Yüzünü kara çıkarmak: Utandırmak.
    Yüzünü kızartmak: Bir kimsenin utanmasına sebep olmak, birini utanacak duruma düşürmek.
    Yüzünü kızartmak (veya yüzünü kızdırmak): Onuruna, gururuna önem vermeden bir şey istemek, utançla, utanarak istemek.

     
  8. Pl1

    Pl1 Mary Poppins Site Yetkilisi

    - Z - ​


    Zayıf yerinden yakalamak: Güçsüz, eksik ve yanlış bir tutum ve davranışı yüzünden zor durumda bırakmak.
    Zembereği boşalmak (veya boşanmak): mec. Kendini tutamayarak uzun uzun ve sesli gülmek.
    Zemberek kurulmak: mec. Durum kızışmak
    Zemzem suyu ile yıkanmak: Hiçbir suçu veya günahı olmamak.
    Zemzemle yıkanmış olmak (biri ötekinin yanında): Biri, ötekine göre çok iyi nitelikte olmak.
    Zevkten dört köşe olmak: Çok sevinip keyiflenmek, aşırı zevk duymak.
    Zıp zıp zıplamak: Çok sevinmek.
    Zıt gitmek: Birine karşı sürekli ters davranmak.
    Zıddına basmak: Sinirlendirmek, sinirini bozmak.
    Zil zurna olmak: Çok içip sarhoş olarak kendini bilmeyecek duruma gelmek.
    Zindan etmek (bir yeri birine): Yaşanmaz, huzursuz, rahatsız, zevk alınmaz bir duruma getirmek.
    Zindan kesilmek: 1) Çok karanlık duruma gelmek. 2) Çok sıkıcı ve içinde yaşanmaz duruma gelmek.

     
Konu Durumu:
Özür dileriz,Bu konu cevaplara kapatılmıştır.

Bu Sayfayı Paylaş