Divan Şiirimiz , Batıcı Eskiciler ve Şiir Güzergâhımız

'Türkçe-Edebiyat' forumunda Uygu tarafından 8 Eki 2012 tarihinde açılan konu

  1. Uygu

    Uygu New Member

    Türklerin İslamiyet’i kabulü ile edebiyatımızın girdiği yeni safhada İslamiyet öncesi dönemin öz Türkçe ile şekillenmiş dil anlayışı da değişmeye başladı. İslamiyet öncesi dönemin edebi eserlerindeki Öz Türkçe ile oluşturulan edebi eserlerin yazılı edebiyatımızdaki her özelliği İslami dönemde tamamıyla değişmiştir. Bu değişim hemen gerçekleşmemiş, yaklaşık olarak üç yüz yıllık bir sürece yayılmıştır.

    Saltuk Buğra Han’ın İslamiyet’i seçmesiyle( 950) başlayan süreç ilk İslami eserlerin ortaya çıkmaya başlamasından itibaren Arap ve Fars edebiyatlarının tesirleri altına girmeye başladığımızı gösteren işaretlerle doludur.

    İlk İslami eserleri 13 yy dan sonra şekillenmesini bütünüyle tamamlayan Divan Edebiyatı’nın niteliklerini taşımazlar. Bu ilk eserler divan edebiyatının mayasını hazırlayan bazı özellikleri taşımakla beraber İslamiyet öncesi dönemin özelliklerinden de kopmayan “GEÇİŞ DÖNEMİ ESERLERİ” hüviyetindedir. İlk İslami eserlerde aruz ölçüsü ile hece şiirinin şekil özellikleri bir arada kullanılmış, Arapça ve Farsça kelimeler de yer almaya başlamıştır. Bu yüzden ilk İslami eserler olarak kabul ettiğimiz Divan-ı Lüğat üt Türk’i, Atabet’ül Hakayık, Kutadgu Bilik, Divan-ı Hikmet gibi eserler Divan edebiyatı mahsullerinden sayılamaz.

    Selçuklu Türklerinin Arap ve Acem milletlerine hükümran haline gelmeleri İslamiyet’in ve Halifeliğin tek koruyucusu durumuna düşmeleri Selçuklu Türklerini Arap ve Acemlerin de devleti haline getirmişti.

    Türkler İslami kaideleri doğal olarak İranlılardan öğrenmişlerdi. İran’da egemen olan Türkler İslami ve ilimler ile çağdaş bilimleri de İranlılardan öğrendiler. Yerleşik hayata geçme kültürünü de büyük ölçüde kendilerinden önce İslamiyet’i seçmiş olan Acemlerden öğreniyorlardı. İlk medreseler buralarda açıldı, ilk hocaları da Acem asılı bilim adamları idi. Kırlarda kışlık yazlık bölgelerde göçer hayatın alışkanlıklarında kır yaşamı, kahramanlık, ölüm ve ağıt konulu bir edebiyat dünyasına sahip konargöçer edebi ufku yerleşik hayatın güllü, çiçekli, eyvanlı, saraylı, konaklı, caddeli, sokaklı, bahçeli, eğlenceli şehir hayatının betimlemelerini Farisi kültürün penceresinden bakıp anlatabilecek idi.

    Medreselerdeki öğrenciler hem İslami kaideleri hem de çağlarının bilimlerini İranlı hocalardan öğrendiler. Bunların yanı sıra şehir hayatına adapte olma süreci yaşayan Türk öğrencileri İranlı hocalarından İran kültürünün destanlarını, efsanelerini, İran Mitolojisini ve edebiyatını da öğrenmiş oluyorlardı.

    Medreseli Türkler İslamiyet önceki Türk tarihi, destanları, edebiyatı, efsaneleri ve diğer kültürel birikimlerine ait hiçbir şeyi bu medreselerde görüp okumuyorlardı. Daha bu yıllardan itibaren okuryazar Türkler ile okuryazar olmayan Türk halkının edebi zevkleri bir birinden kopmaya başlamıştı. O yüzden kurulan ilk Selçuklu medresesi ile divan şiirinin de temelinin atılmış olduğu söylenebilecektir. İranlılara ait medreseleri bitiren ilk Türk aydınları ile başlayan ilk İslami eserlere bakarak ilk üç yüz yıllık süreçte bu ikilemin yaşandığı görülür. Tüm bu koşullara rağmen İlk İslami eserleri oluşturan Türk aydınlarının İslamiyet öncesi dönem edebiyatımızın özelliklerinden kopmamak için çok yoğun bir çaba içinde oldukları görülür. İlk İslami eserlerimizden olan Divan-ı Lüğat üt Türkî yi bu açıdan anlamak gerekecektir.

    Divan edebiyatının dil anlayışının şekillenmesi, Türk edebiyatının İslamiyet öncesi dönemdeki edebiyat geleneklerinden tamamen kopması ( Bu kopuş sadece aydın edebiyatı veya yazılı edebiyat diyebileceğimiz alanda olurken, Halk Edebiyatı mahsullerimiz İslami inanç etrafında İslamiyet Öncesi dönemin edebi varlıklarını sözlü gelenekte olduğu gibi yaşatmış, hatta daha da zenginleştirip geliştirmiştir.) 13 yy dan itibaren gerçekleşir.

    Türkler İslamiyet’in kabulünden bir asır sonra Tuğrul ve Çağrı Beyler zamanında Selçuklularla birlikte İslamiyet’in koruyucusu haline gelmiş, Abbasilerin ve Halifelik makamının varlığı ve bekası dahi Türk komutanlarının inisiyatif ve himayelerine kalmıştı.

    Bu tarihi görev ve sorumluluk Türkleri İslamiyet’in muhafızı haline getirirken divan edebiyatının dil anlayışının oluşmasına zemin hazırlayan İslami ulusların egemen gücü olması sıfatıyla yeryüzündeki Müslüman ulusların hepsine hükmetme ve hitap etme zorunluluk ve sorumluğunu da gerektiriyordu.

    Bu sebepten divan edebiyatı ve dil anlayışı Müslüman milletlerin egemeni olarak, Müslümanların tümüne hitap etmeyi amaçlayan, Müslümanların tümünü tebaa olarak gören “İslamiyet’i Cihana yaymak ve cihana nizam verip hükmetmek” anlayışının sonucudur.

    İşte bu sebepten de Divan Edebiyatı ve dil anlayışı, İslamiyet’in yayılmasında en aktif rolleri üstelenen Arap, Acem ve Türk edebiyatı ile dillerinin bileşkesinden oluşur.

    Artık anlaşılacağı gibi divan edebiyatı Arap, Acem ve Türk edebiyatlarının özümsenmesi ve hülasasından meydana gelmiştir. Divan edebiyatı bu üç kültürün kaynaklarından ve kültürel birikimlerinden oluştuğundan muazzam bir muhayyile, sanat, içerik, konu, mazmun, hayal vb ufku meydana getirmiştir. Divan edebiyatı bu üç kültüre ait birikimlerin toplamını sentezleyerek, bu üç kültürün de yazın tekniklerini ve birikimlerini kullanarak, aruzun ahengini, Fars dilinin şiirselliğini, Arap, Acem ve Türk kültürünün muazzam birikimlerini kaynak, malzeme ve teknik yönler olarak kullanmıştır.

    Divan Edebiyatının dili bir anlamda medreseli dili olmuştur. Medreselerde bu üç dili ana dili gibi öğrenen aydınlar yazılarında bu üç dilden müteşekkil bir yazın dili vücuda getirdiler. Bu üç dilden karma olarak oluşturulan divan edebiyatı dili medreselilerin rahatça anladığı bir yazın dili idi. O devrin şartlarında okuryazar kabul edilen her aydın bu dili kolayca anlayıp kullanabilecek bir seviyeye ulaşmadan okuryazar sayılamayacak düzeyde kabul ediliyordu.

    Osmanlıca adına kavuşan bu edebiyat dili özellikle divan şiiri ile özdeşleşen bir yazın dili halini almıştır. Bu yazın dilinin fillerini Türkçe oluştururken sıfat ve diğer tamlamalarını Arapça, Farsça veya Arapça Farsça karışık tamlamalar oluşturmuştur.

    Kametine elif diyen gör ne uzun hayâl ider.

    Her ki diler visâlini, ârzû- yı muhâl ider.

    Nesimi ( Seyit )

    Bu beyitte de gördüğümüz gibi edatlar, fiiller, zamirler genellikle Türkçe kelimelerden seçilirken, ,sevgiliyi tarif için kullanılan, benzetmeler, sıfatlar, mazmunlar ve diğer kalıp unsurlar Arap ve Acem şiirinde kalıp olarak kullanıldığı için bizim şiirimize de bu şekilde ve kalıplarda karşımıza çıkmaktadır. Bu kalıp benzetmeler ve kelimelerin sayısı öyle sanıldığı kadar da sınırsız değildir. Serv, kamet,zülf, dehen,mah, mihr, hilal, ebr, hüsn, hub, seng, dil,câm, lâl, meh-pâre, sâgar, şem’,âfitâb,niğâr, mestane, ser, gûy,niğar, gibi sayıları beş yüzü geçmeyen ve pek çoğunun Türkçe karşılığı veya eş anlamlısı bulunan kelimelerin Arapça ve Farsca olanlarının tercih edilmesinin sebebi çoğunca aruz ölçüsünün açık ve kapalı heceye göre düzenlenen ölçü sistemine uygun düşürme endişesi,bu kelimeleri Türkçe karşılıklarından daha şiirsel bulma alışkanlığı ve zannı ile Arap ve Acem şiirinden etkilenme heveslenmeler sonucudur.

    Şiir biçimlerinin pek çoğu ile, ölçü, sanat ve anlam oyunlarını Acem ve Arap şairlerinden öğrenen şairlerimizin bu alanda ustalaşmalarından sonra da bu izlekte gitmekte ısrarcı olmaları Divan şairlerinin önemli hatasıydı.

    Divan şairlerimizin Baki ve Fuzuli ile ulaştıkları zirveden sonra Aruz veznine Türkçe bir yorum getirememeleri, İran ve Arap şairlerinin kelime, mazmun, benzetme, tamlama, hayal ve konu kalıplarını kırmayı, aşmayı denememeleri bir engel olarak bu karşımıza çıkmaktadır.

    Kaşgarlı Mahmut’un en başında, Ali Şir Neva’in olgunlaşma süreçlerinde fark ettikleri ve tersine çevirmeye çalıştıkları işte bu gidiş yönüdür. Neva’inin Muhakemet’ul Lügateyn adlı eserinin ana fikrini tam olarak bu noktadan okumamız gerekir.

    Divan şiirinin gecikmiş yenilenme aşaması olarak gözüken Tanzimat Edebiyatı asırlara yayılması gereken değişimi birkaç yıla sığdırmaya, üstelik divan şiirini batılı düşünceye yamamaya kalkışması başlangıçta bir heyecan yaratmış, eski dille, yeni düşünme biçimini ifade eden kalıpları değiştiren yenilikçi tutumu bir umut yaratmıştı.

    Namık Kemal, A. Hamit, Fikret, Cenap ve Haşim’in bu yöndeki gayretleri düştükleri anlaşılmaz dil hataları yüzünden doğal olmayan bir yenileşme çabasıyla erimişti. İsmi zikredilen bu şairler aruz ölçüsü ve eski şiire yeni bir yön vermek şeklinde özetlenebilecek girişimlerini alıştıkları dil anlayışlarını bırkamayıp öz Türkçe'ye yönelemediklerinden başarıya erdirememişlerdi. Divan şiirinin kalıp benzetme, sıfat, terkip ve tamlamalarından kurtulmayı akıl etseler de bir başka açıdan arabi ve Farisi kelimleri kullanmaya özentiyi devam ettirmişlerdi.

    Arap ve Acem asıllı kelimelerin boyunduruğundan kurtulamayan divan şiirinin modernize edilme çabaları halka inemeyen, halk tarafından anlaşılamayan modernize etme çabalarının romantik girişimleri olarak kaldı.

    Divan şiirinin ufkunu anlaşılır bir dille taçlandırmayan bu sonuçsuz girişimler sonraki kuşaklar tarafından “ Divan şiirini at, batının eskisini kap” şeklinde ifade edilebilecek bir anlayışa bırakmadan önce yazılı edebiyatta unutulan heceli şiiri baş tacı etmek romantizmine girdiler. Milli edebiyatın milliyetçi anlayışı “Arap’ın ve Acem’in bulaştığı her şeyi de reddetme politikasına “ dönüşünce divan şiirini kökünden kazımayı milli bir vazife olarak ad ettiler. Osmanlıya ve Milli Tarihe sımsıkı sarılmaya özenen bu anlayış, Osmanlı’nın en önemli mirası olan Divan şiirini tümüyle ortadan kaldırmayı milli bir vazife olarak görüyordu

    Bu ironiye düşmeyen Y. Kemal hayatı boyunca aruzun ve divan şiirinin güncel dil ve hayatta yaşatılabilir bir unsur olduğunu ispat eden şiirler yazmayı sürdürmeye devam etti. N.Kemal, Hamit, Ekrem, Fikret Cenap ve Haşim'in tutarsız dil anlayışından kurtularak sade bir dile yöneldi.Y. Kemal sanatlı, ahenkli, gelenekçi ama modern aruzun son temsilcisi kalırken aruzu Türkçe kurallara göre yenilemeyi, Arapça kalıplardan ve kaidelerden kurtarmayı akıl edememişti.

    Özleşim şiiri Y. Kemal’in eksik bıraktığı bu noktadan çıkan bir harekettir. Aruz ölçüsünü Arabî unsurlarından arındırırken heceyle bütünleştirir. Fe i la tün gibi gereksiz kalıpları ortadan kaldırırken Türkçe de uzun veya kısa sesli olmadığı bilinciyle bu kalıpların yerine sesli ve sesiz ile biten hece anlayışını getirir. Bu kalıpların yerine ilhamın oluşturduğu ilk dize’nin sesli ve sesiz ile biten hece düzenini kalıp olarak kabul ederek şiirin tümünü ilk dizenin sistemine göre ve hece ölçüsünü de ihmal etmeden kullanır. Aruzun imale, zihaf, med gibi kusurlarına riayet etmez.

    N. Kemal, Fikret , Cenap ve Haşim yeni bir yöntemle , eski dilden farklı bir güzergahtaki eskici bir dillle divan şiirine modern bir hüviyet kazandırma yoluna gitmeyi sürdürdüler. Yeni yöntemlerle farklı bir bakış açısıyla ama yine de eskici dil anlayışıyla yenilik aradılar.Şiirde şekil ve konu açısından sağlanan yenilik ve muhteva değişiklikleri Türkçe'nin anlam, bağlam ve ses kaidelerine aykırı tonlarını örtmeye yetmemişti.

    Y. Kemal bu arızaları tespit ederek Türkçe kelimelere mükemmelce uyarlayıp giderdi.Fakat temel sorun devam ediyordu. Eskiler Arabi ve Farisi kelimleri Türkçeye yerleştirerek aruzu yaşatmaya çabalarken, Y Kemal ise Türkçeyi aruza giydirerek yaşatmaya çalışmıştı.

    Sonuçta hiç bir şair bu üç dili de aruzlaştırmak yerine, Aruzu Türkçeleştirmek yolunu düşünmedi.

    Özleşim şiiri ve ölçü sistemi işte bunu düşündü.

    Türkçe, aruz ölçüsüne neden uymak zorundadır. Aruz Türkçeye uysun. Divan şiirinin ufku Türki aruzla yaşasın . Modernize olmalıysa işte bu yolda olsun.

    Aruzu Türkçeleştirmek, aruzun açık ve kapalı heceye göre dizayn edilen anlayışına Türkçe'nin ses kaidelerini yerleştirmekle mümkündü. Bu sorunlar Türkçe de uzun ve kısa seslilerin olmamasından ve kelimleri bu kurala uydurmak zorunluluğundan kaynaklanıyor, Türkçeyi aruzun koşullarına boyun eğdirmeye zorlamaktan kaynaklanıyordu.

    Özleşim şiiri ölçü olarak heceyle aruzu birleştirirken şiir sanatının kendisiyle alakalı geleneksel, modern veya batılı hiçbir tarzına kayıtsız değildir. Şiirin ahenk, şekil, içerik, ritim, anlam ve düşünce mimarisinin sorunu olarak görür. Sırf gelenekseldir diyerek şiiri sanat haline getiren hiçbir teknik ve içerik değerini reddedemez, sırf modern diye de şiirdeki hiçbir gereksiz külfete veya suni yaklaşımlara da itibar etmeyecektir

    Y. Kemal Arabî ve Farisi kelimeler kullanmaya özenti duymadan halkın anlayabileceği aruzlu şiirler yazılabileceğini ispat etmiştir. Ama nedense aruzu Türkçeleştirmeyi de hiç akıl etmemişti. Böylelikle Y. Kemal, Haşim ile sona ermiş gibi gözüken Divan şiirini çağa uyarlama çabalarının son yıldızı olmayı başarmıştı. Aslında onun bu tutumu toplumların ruhuna sinen kültürel birikimin yozlaştırmaların saldırısıyla yıkılamayacağının ispatı oluyordu.

    Y. Kemal’in ölümü ile 600 yıllık kültür mirasımızın tarihe gömüldüğü, eskimiş köhnemiş divan şiirinin sona erdiği zannına kapılanlar Arşimet’in iki bin sene önce suyun kaldırma kuvvetini bulması ile on binlerce tonluk yük gemilerinin ve deniz altılarının bir irtibatı olmadığı düşüncesinde olanlardır.

    Divan şiiri gibi muazzam bir birikimin tohum üretmeyeceği zannına kapılanlar fikirlerin ve sanatların evrimini de anlayamamış kişilerdir.

    Özleşim Türk şiirinin ses, ahenk, ritim, anlam, buluş ve teknik üstünlüklerinin hepsini daha da zenginleştirerek, modernize ederek şiirimizin doğal gelişimini tamamlaması düşüncesinin şiir eylemidir. Divan şiiri Özleşim şiiri ile birlikte çağdaş mecrada doğal gelişim ve adapte sürecine girmiştir.

    Özleşim şiiri Milli Edebiyatçıların vefasızlığı ve anlayışsızlığı sonucu hücresine kapatılan şiir güzergahımızın çağdaş bir ışıklandırmaya milli kültürümüzün sahnesine çıkışını temsil eder.



    Şahamettin Kuzucular
     

Bu Sayfayı Paylaş