Dördüncü Sevgiliyi Ararken - Cahit Sıtkı Tarancı

'Yazılar, Denemeler.' forumunda sha. tarafından 15 Ara 2009 tarihinde açılan konu

Konu etiketleri:
  1. sha.

    sha. ..daha çirkin, daha huysuz

    -Üç tane sevgilim var, dedi. Birincisi on dört yaşında, siyah önlüklü, kısa çoraplı, kumral saçlı, iri ela gözlü, saz benizli, ipincecik bir mektepli kızdır. Haftada iki gün, pazartesi ve perşembe akşamları, saat üç buçukta, Maçka'daki Taşlık'ta buluşuruz. Uysal ve sessiz mizacı gibi, solgun yüzüne uygun ağlamaklı sesi de gevezeliğe hiç müsait değildir. Ben de onun yanında, susmayı konuşmaya tercih ettiğim için, orta malı olmuş kelimelere emanet edemediğimiz samimi, saf ve kırışıksız hislerimizi muhabbetli bakışlarla, veciz tebessümlerle, öpücüklerle ifade etmeye alıştık Küçük ve bence mukaddes başını göğsüme yasladığı ve günahkâr elim kadife yumuşaklığında olan saçlarında gezindiği zaman, dünyanın döndüğünü, yaşımın yirmi sekiz olduğunu, günün birinde öleceğimi unutacak kadar kendimden geçerim. Zaten beni ona bağlayan şey de bu hasletidir Beni realiteden uzaklaştırmak. Kimin nesi olduğunu, Beşiktaş'ın hangi sokağında hangi numaralı evinde oturduğunu bilmiyorum. Bildiğim şey adının Nükhet olduğu ve beni sevdiğidir. On dört yaşındaki bir kız tarafından sevilmenin insanı ne kadar dinlendirdiğini bana sorun... Onun, bana aşıladığı saffet sayesindedir ki hadisata ve eşyaya her gün tazelenen bir hayretle bakabiliyorum.

    İkinci sevgilim bir daktilodur. Onun geceler hazinesi koyu siyah, kesik saçları, mehtaplı kuyular gibi esrarlı ve güzel sözleri, kendiliğinden esmer ve son derece tatlı teni kadar canlılığı, konuşması ve kaydıhayat şartıyla benimsediği neşesi de hoşuma gider. Parmaklarının daktilo makinesindeki gündelik talimlerde mütevellit hassasiyeti, kan gibi, vücudunun her tarafında -kulaklarında, burnunda, dudaklarında, boynunda, göğsünde, kalçalarında, bacaklarında... ilah...- kendini gösterir. Sabahları işime giderken tramvayda ekseriya beraberiz. Diyebilirim ki tramvayda herkes onu dinler, çünkü öyle pervasız, tatlı sürükleyici bir anlatışı vardır. Ama nelerden de bahsetmez, bankadaki arkadaşlarından, şefin kel kafasından, kendisine kur yapmak isteyen budalalardan, komşuların radyosundan, sinemadan, balodan, tuvaletten... ne bileyim daha bir sürü şeyden... Bu çeneyle at başı giden keskin bir zekâsı da var. Değil yalnız aklınızdan geçeni, aklınızdan geçirmek istediğinizi bile çakacak kabiliyettedir. Hele giyinmekte bitirmiştir. Az ve ucuz şeylerle kendini öyle bir süslemesini bilir ki! Ve müsaadenizle giydiğini yakıştırır da! Onu kolunuza takıp istediğiniz sosyeteye girebilir ve ''nişanlım!'' yahut ''karım!'' diye takdim edebilirsiniz. Sizi mahçup etmeyeceğine söz veririm. Onunla aramızda, platonik aşkla alakası olmayan, güneş gibi ısıtıcı, bahar gibi coşturucu bir sevgi var. İkimiz de realistiz. Bu hararetin ve bu coşkunluğun devam edip etmeyeceğini bilmediğimiz için, nişanlanma ve evlenme gibi tatsız şeylerle birbirimizin keyfini kaçırmıyoruz. Taşa taş, çiçeğe çiçek, kâğıda kâğıt ve insana insan muamelesi yapmasını ondan öğrendim, beni realite ile ve onun kanunlarıyla karşı karşıya koyan ilk mahluk Şevkiye'dir. Cumartesi ve pazarları öğleden sonra ister bir sinemada, ister Beyoğlu'nun tenha pastanelerinden birinde olsun, onunla beraber geçirdiğim saatler, dedikodularıyla, şakalarıyla, muziplikleriyle, kahkahalarıyla beni dünyanın en tasasız, en nikbin, en bahtiyar adamı yapar.

    Üçüncü sevgilime gelince; o, bir dul kadındır. İkinci kocasından üç ay evvel ayrıldı. Beş yaşında bir kız çocuğu var. Açık kumral saçlarıyla muayyen bir rengi olmayıp mevsimine, gününe, saatine, anına göre değiştiği halde, daima tehlikeli cazibeler yatağı müstesna gözleriyle, her cins kadehe değmiş, etli, şimşekli ve alev lezzetli dudaklarıyla, çocukları, baştan çıkaracak ve ihtiyarları çıldırtacak kadar tahrik edici, göz karartıcı, harikulade vücuduyla o, aşkın potasında pişmiş nadide bir macundur. Bu fizik imtiyazlarının yanında onlardan aşağı kalmayan kafa ve ruh zenginlikleri de yabana atılamaycak kadar çoktur. Liseyi bitirdikten sonra üniversiteye devam edememişse de -böyle güzel bir kızın derhal kapılacağı kolayca tahmin edilebilir- kitaplarla alakasını kesmemiş, kendi kendine edebiyat ve felsefe kültürünü arttırmış, birinci kocasıyla Paris'e gittiğinde yarım yamalak Fransızcasını da ilerletmiş... Konuşmasını, oturmasını, yürümesini, sade ve zarif giyinmesini, etrafındakileri incitmeden idare etmesini bilen zeki ve aynı zamanda iyi kalbli...

    Onu bir düğünde tanıdım. Bir Fransız romancısı üzerinde birleşen hayranlığımız, benim o akşamki müstesna cerbezem bizi birbirimize yaklaştırmakta gecikmedi. Bir hafta sonra, Pangaltı'daki garsoniyerime geldi. Süheyla gibi adım başında rastlanmaz bir güzeli kollarında sıkabilmek her babayiğidin kârı değildir. Yakışıklı, hiç değilse zengin olmadığım halde, böyle bir devlet kuşunun nasıl olup da başıma konduğuna hayret etmiyorum desem yalan söylemiş olurum.

    Şimdi hayatımı bu üç kadın paylaşmaktadır. Kıskanılacak bir adam olduğunu söylemeyin, çünkü bu vaziyet beni memnun edeceğine bilakis üzüyor ve yoruyor. İstiyorum ki Nükhet'in saffetini ve masumiyetini, Şevkiye'nin canlılığını ve neşesini, Süheyla'nın olgunluğunu bir tek kadında birleşmiş bulayım; zira kendimi bölmekten usandım. İstiyorum ki tasımı ç ayrı çeşmeye tutacağıma bir tek çeşmeye tutayım da bütün susuzluklarımı birden gidereyim! Sizin anlayacağınız, şimdi dördüncü ve asıl sevgilimi arıyorum. Her genç kıza, her kadına alıcı gözüyle bakmam bundandır. Aradığımı bulabilecek miyim? Yaşım henüz otuzu geçmediği için, dördüncü sevgilimi bulmaktan ümit kesmeyebilirim, değil mi?

    (Cumhuriyet, 30 Temmuz 1939)
     

Bu Sayfayı Paylaş