Eski Çağlardan Osmanlılara kadar Antakya

'Akdeniz Bölgesi' forumunda Özgür tarafından 12 Ara 2009 tarihinde açılan konu

Konu etiketleri:
  1. Özgür

    Özgür Administrator Site Yetkilisi

    2. Eski Çağlardan Osmanlılara kadar Antakya
    2.A. Seleucoslardan önceki çağ
    [​IMG]


    Yapılan arkeolojik kazılar kuzey Suriye'de İÖ 4.binde ve 3. bin başlangıcında birbirine bitişik kültür çevrelerinin oluştuğunu ve İÖ 3. bin dolaylarında bu bölgede küçük kentler (kent devletleri) halinde bir yerleşmenin başladığını göstermektedir. Amik Ovası'nın doğusunda Antakya-Halep yolu yakınında bulunan Tell-Tayinat ve özellikle Tell-Açana'da (Alalah), 1934 yılından bu yana yapılan kazılarda ortaya çıkarılmış olan avlulu, dikdörtgen planlı ve çok odalı evler ile tapınaklar, ön avlulu saraylar ve savunma yapıları, İÖ XVIII-XII. yüzyıllar arasında inşa edilmiş binalardır. Ayrıca Tell-Açana yerleşme höyüğündeki kazılarda ele geçirilen parçalar, buranın Kalkolitik Çağdan beri (İÖ 5000-4000) bir yerleşim bölgesi olduğunu göstermektedir.
    Buluntulardın ortaya çıkardığı bir diğer sonuç da, İÖ 3. binde, Anadolu'dan Amik Ovası kanalıyla Filistin'e doğru bazı kavimlerin hareket ederek, Mısır'a kadar uzanan, güney-kuzey doğrultusunda bir ticaret aksını meydana getirmiş olduklarıdır.
    Filistin ve Suriye sahillerini takriben güney Anadolu'ya gelen yollar ile bu yöne dik olan ve Mezopotamya'dan gelerek Akdeniz'e ulaşan yollar, bu bölgeden geçmek zorunda idi. Grekler, Makedonlar'ın bölgeyi istilasına kadar aynı ticaret yollarını kullanmışlardır. Ticari trafiğin zaman içinde giderek gelişmesi, bölgenin askeri yönden kontrol altında bulundurulması zorunluluğunu her dönemde gündemde tutmuştur. [​IMG] İÖ. XVII. yüzyılın sonlarına kadar Mısır hakimiyetinde kalan bölge, bu tarihten itibaren Hurriler ve Hititler tarafından istila edilmiştir. Hitit İmparatorluğu'nun İÖ 1200 yıllarında parçalanmasından sonra güneyde kurulan Sam'al Prensliği'nin iki yüzyıl kadar bağımsızlığını koruması ve İÖ 700 tarihinde Asur egemenliğini kabul etmesi ile bölge Asur yönetimine geçmiştir.
    Daha sonra Babil egemenliğine giren bölgede, büyük ünvanı ile bilinen Pers Hükümdarı II. Kuras'ın İÖ 539'da Babil İmparatorluğu'na son vererek Mezopotamya ve Suriye'yi alması ile başlayan Pers hakimiyeti, bir satraplık halinde Makedon istilasına kadar devam etmiştir. Büyük İskender ile başlayan Makedon istilasından önce Grek tacirler tarafından Antakya'nın bulunduğu yerin bir durak noktası olarak kullanılmış olması ihtimal dahilindedir. Antik Çağdaki adı Orontes olan Asi Nehri'nin o çağlarda küçük gemiler için seyrüsefere uygun olması ve Antakya'nın nehir yolu ile Akdeniz'e bir günlük mesafede oluşu bu ihtimali kuvvetlendiren faktörlerdir.
    Antakya kurulmadan önce civarda kent olarak varolan Grek yerleşmeleri hakkında, Malalas ve Libanius'un naklettikleri menkibeler içinde üç isim geçer. Birincisi Silpius'da (Bugünkü Habib Neccar Dağı) Iopolis, diğeri Antakya'nın yakınındaki Daphne (bugünkü Harbiye) civarında Herakleia ve Silpius'un tepesinde Kasiotis
     
  2. Özgür

    Özgür Administrator Site Yetkilisi

    2.B. Büyük İskender ve Antakyanın Kuruluşu
    [​IMG]

    Antakya'nın Seleucuslar tarafından kurulduğu bilinmekle beraber Libanius, kentin kurucusunun Büyük İskenderun olduğundan bahseder. İÖ. 333 yılı Ekim ayında Arbela (Erbil) yöresinde Gavgamela Ovası'nda Pers hükümdarı Dara'yı (Büyük Dairus) mağlup eden Büyük İskender, fetihlerine devam etmek üzere güneye, Fenike'ye doğru ilerlerken, Antakya'nın doğusunda suyu çok tatlı olan bir pınarın başında durur ve kaynaktan çıkan suyun annesinin sütü kadar tatlı olduğunu söyleyerek pınara annesinin ismini verir: Olympias.
    Orada bir çeşme yaptıran İskender, yörenin güzelliğine hayran olur ve bu yerde bir kent kurmayı arzular. Fakat fetihlerine devam etmek zorunda olduğu gerçeği karşısında buna vakit bulamaz ve sadece bir mabed ile bir hisarın inşasına başlanır. Bu rivayeti, Büyük İskender'in (başka yerlerde benzer şekilde yaptığı gibi) stratejik önemi olan bir bölgede, Makedonlar'dan oluşan bir garnizon teşkil etmiş olduğu şeklide düşünmek, dana gerçekçi bir yaklaşım olacaktır.
    [​IMG]Büyük iskender
    Antakya'nın Seleucus I. Nicator (İÖ. 312-280) tarafından kuruluşuna ait Libanius ve Malalas'ın rivayet şeklinde naklettikleri olaylar birbirinden farklıdır.
    [​IMG] Büyükiskender
    Büyük İskender'in İÖ 323'te ölümünden sonra imrapatorluğun yönetimini ve topraklarını paylaşan generallerinden Antigonos ve Seleucus I. Nicator arasındaki iktidar mücadelesinde, bu iki kumandanın, İÖ. 301 yılı Ağustos ayında İpsus'da (Puhut yöresinde bir düzlük) yaptıkları savaş Antigonos'un mağlubiyeti ile sonuçlanınca, Suriye ve Mezopotamya, Seleucus yönetimine geçti. Bu savaş sırasında Seleucus'un yönetim merkezi Tigris (Dicle) kenarındaki Seleucia, Antigonos'un yönetim merkezi ise Antakya'nın 5 km. kadar kuzeyindeki Antigonia isimli kentlerdi. İpsus savaşından sonra Mezopotamya'dan Akdeniz'e kadar uzanan çok geniş bir bölgenin kontrol altında tutulmasının getirdiği zorunluluk, Seleucia'nın yeri bakımından çok içerilerde olması nedeniyle artık krallığın yönetim merkezi olarak kalmasını imkansız hale getirmişti.
    Bu durum Seleucus'un, krallığın merkezini daha batıya taşımasını, kendine oralarda uygun bir yerde yeni bir başkent kurmasını gerekli kıldı. Bu amaçla Akdeniz'in en güzel limanlarından biri olan Seleucia Pieria'nun bulunduğu yer, topoğrafyası, deniz ulaşımına açık oluşu, zaptedilmesi zor bir akrepole sahip olması gibi özellikleri nedeniyle uygun bulundu ve İÖ 300 yılı Nisan ayında Seleucia Pieria (bugün Antakya'nın kazası olan Samandağ, daha eski ismi ile Süveydiye) başkent olarak kuruldu. Krallığın yönetimi Tigris kenarındaki Seleucia'dan, deniz kenarındaki Seleucia'ya taşındı.
    Makedonlar'ın Grek mirasını, iç kısımlara kıyasla sahillerde daha iyi koruyup kontrol edebilmeleri ve buralardan yayılmaları, yönetim merkezinin sahilde yer almasının nedenleri arasındadır.
    [​IMG] Seleucos1. Nikator
    Seleucos, mağlup ettiği Antigonos'un yönetim merkezi olan Antakya yakınındaki Antigonia'yı tahrip ederek halkını kendi adına kurduğu bu yeni başkente naklettirdi. Ancak kısa bir süre sonra yeni başkentin Seleucus krallığı için sahip olması gereken bazı niteliklerden yoksun olduğu gerçeği ortaya çıktı. Krallığın egemenliği altında bulunan Küçük Asya, Fırat Havzası, merkezi ve güney Suriye ile Amik Gölü civarının kontrol altında tutulmasında, Seleucia Pieria'nın bu hakimiyetin sağlanması için başkent olarak uygun yerde olmaması ve denizden gelecek saldırılara açık bulunması, daha içeride bir kent kurulmasını zorunlu hale getirdi. Bu kentin Antakya sahasında olmasına karar veren Seleucus'un, yeni bir kent kurmak veya bu civarda b ulunan Antigonos'un başkenti Antigonia'yı ihya etmek seçeneklerinden, yeni bin kent kurma
    fikrini benimsemesinde, mağlup ettiği bir kumandanın tahrip ederek ahalisini de Seleucia Pieria'ya naklettiği başkentini yeniden canlandırmasının prestij açısından uygun olmayacağı düşüncesinin ağır basmış olduğu kuvvetli bir ihtimaldir.
    Antigonia'ya kıyasla su kaynakları açısından son derece zengin olan Daphne'ye (Harbiye) 6 km. mesafede bulunan müstakbel Antakya kentinin bulunduğu alan, Orontes (Asi Nehri) kıyısında olup denizden 22 km. mesafede, bir günlük nehir yolculuğundan sonra Akdeniz'e ulaşılabilen bir bölgede idi. Ayrıca denizden gelecek saldırılara karşı emniyet açısından yeteri kadar içeride bulunuşu yanında Seleucia Pieria ile arasındaki mesafenin, bir askeri birlik için bir günde kattedilebilir oluşu yer seçimini etkileyen diğer avantajlar arasındaydı.
     
  3. Özgür

    Özgür Administrator Site Yetkilisi

    ANTAKYA'NIN KURULUŞU Kentin kuruluş merasimleri İÖ 300 yılının Mayıs ayının 22'sinde, Seleucus hükümdarlığının 12. yılında, Seleucia Pieria'nun kuruluşundan tam bir ay sonra yapılmış ve kentin inşasında tahrip edilmiş olan Antigonia kentinin taşları yapı malzemesi olarak yeniden kullanılmıştır.
    Antik kentlerin bir çoğunda olduğu gibi, kuruluşunda dini bir temele dayanıldığı görüşü dikkate alınırsa Antakya'nın kuruluşu Malalas'a göre şöyle olmuştur: İÖ 300 yılı 23 Nisanında Casius Dağı'na çıkan Seleucus I. Nicator yeni kuracağı kentin yerini göstererek bir işaret vermesi dileği ile Zeus'a bir kurban keser. Bir kartal kurban etini kapar ve bir süre uçtuktan sonra eti bırakır. Böylece Seleucia Pieria'nın kurulacağı yeri Zeus'un gösterdiğine inanılır.


    [​IMG]Kentin_Kurulusunda_Uygulanan_Şehir_Nizamı Aynı inanç ile Antakya için de bir işaret arayan Seleucus, Antigonia'ya giderek, Antigonos'un yaptırdığı mabedde Zeus'a bir kurban daha keser ve ondan kendisine yol göstermesini diler. Yeni bir kent mi kurmalıdır, yoksa Antigonia'yı yeniden imar ederek ismini değiştirmekle mi yetinmelidir? Kartal kurban etini kaparak uçar ve Antigonia'dan başka bir yere konar. Zeus'un yeni kurulmasını istediği kentin yerinin burası olduğuna inanılır ve İÖ 300 senesi 22 Mayısında Iopolis'in karşısında Silpius eteğinde kentin temelleri atılır ve yeni kente Seleucus'un babası (ya da oğlu) Antiochus'un adı verilir: Antiocheia. Hemen Zeus için bir mabed inşasına başlanır ve kentin himayesi (Seleucia Pieria'da olduğu gibi) Zeus'a verilir. İkinci koruyucu tanrı Apollo'dur. Seleucus I Nicator'un Apollo'nun oğlu olduğuna inanılır ve bu tanrı için Harbiye'de bin mabed inşa edilir. Krallığı, Suriye'den Hindistan'a kadar uzanan topraklar üzerine yayılmış olan Seleucus I Nicador tarafından 16 tane Antiocheia, 5 tane Laodiceia, 9 tane Seleucia, 3 tane Apameia kurulmuştur. Seleucia, kendi adı Antiocheia, babasının adı Apameia, karısının adı ve Laodiceia, annesinin adı verilerek kurulan kentlerdir.
    Anadolu'daki diğer ünlü Antakya'lar: Isparta'nın kazası Yalvaçda bulunan ve Hıristiyanlığın yayılma döneminde havarilerin faaliyet gösterdiği bir diğer önemli merkez olan Pisidia'daki Antakya ile Denizli-Nazilli arasında Menderes Nehri kenarında bulunan Caria'daki Antakya'dır. (Antioch-ad-Maeandrum)
     
  4. Özgür

    Özgür Administrator Site Yetkilisi

    [​IMG]



    [​IMG]
    Eski Çağlardan Osmanlılara kadar Antakya
    [​IMG]2.C. Şehircilik ilkeleri ve Seleucos dönemindeki gelişmeler
    [​IMG]
    Antakya'da ilk Seleucus yerleşmesi, bugunkü kentin kuzey kısmında, Asi Nehri boyunca, Seleucia Pieria'dan gelen yol ile kolay bağlantı kurabilecek bir alanda yer almakta idi. Kuruluşunda uygulanan şehircilik nizamı ile Antakya, Helenistik çağ kentlerinin tipik bir örneğidir. Miletos'da doğmuş mimar ve şehirci Hippodamos'un geliştirdiği şehircilik nizamı olduğu için şehircilik tarihinde Hippodamos tarzı plan olarak isimlendirilen ve Helesnistik Çağ'da kurulan bir çok kentte uygulanmış olan bu nizam, belirli bir disiplin içinde birbirine dik ve paralel cadde ve sokakların meydana getirdiği yapı adalarından oluşan ızgara plandır.
    Bu disiplin içinde kurulan kentlerde sokaklar kuzey-güney ve doğu-batı doğrultusunda gelişmekte idi. Ancak bu yönlendirme sabit bir kural olarak uygulanmamıştır. Topografyanın getirdiği zorlamalar karşısında sokaklar bazen başka yöne açılabilirdi. Her türlü arazide uygulanan ızgara plan bu nedenle düz arazilerde çok sade bir şema halinde oluşurken, arızalı arazilerde kurulan kentlerde ise hareketli bir çözüme kavuşurdu.
    Hippokrates, kentlerin sıhhi olabilmeleri için doğuya, Aristoteles ise doğuya, eğer buna imkan yoksa güneye dönük olmaları gerektiğini söyler. Bunun yanında ilkçağ yazanlarının bazılarına göre, rüzgarların sabit bir yönden estiğine ve rüzgar ilahlarının işlerini kolaylaştırmak amacıyla sokakların rüzgar yönlerine uygun şekilde düzenlenmesi gerektiğine inanılırdı.
    Antakya'nın kuruluş çalışmalarında Seleucus I. Nicator tarafından yapıların süpervizyonu ile görevlendirilen üç kişi, Attaeus, Perittas ve Anaxicratis aynı zamanda kuruluş ile ilgili kayıtlar da tuttular. Surların yapılması görevi mimar Xenarius'a verildi. Kent planının uygulanmasında kulelerin yerlerinin belirlenmesi için fillerden yararlanıldığı ve sokak istikametlerinin işaretlenmesinde buğday kullanıldığı, Libanius'un verdiği bilgiler arasındadır.
    [​IMG]
    Agora, bugünkü çarşılar bölgesinde kurulmuştu ve boyutu Douro-Europus'da olduğu gibi takriben 160 m x 147 m idi. Belli başlı sivil yapılar Agora etrafında toplanmıştı.
    Helenestik Çağda kurulan diğer kentlerle yapılacak benzetmeye göre Zeus adına bbir mabedden başka diğer tanrılar için mabedler, sivil yapılar (Özellikle hamamlar gibi) inşa edilmiş olması gerekmektedir. Bunlar arasında Bouleuterion (şehir idare meclis binası) ve bir tiyatronun inşa edildiği hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Helenistik Çağda kralın oturduğu yerin (saray), kendine özgü bir planı yoktu. Biraz büyük bir ev (konak denebilir) bu görevi yapardı. O nedenle kuruluş çağında Antakya'da bir saraydan bahsetmemek gerekir.

    En az Antakya kadar ünlü olan ve Antakya için bazen Daphne yakınındaki Antakya olarak tarif edilen banliyösü Daphne'den su getiren bir su kemeri ile Silpius eteklerinde sarnıçlar inşa edildiği, yapılan kanalizasyon tesisatı ile pis suların Orontes'e akıtıldığı bilinmektedir. Libanius, bahçeleri çiçek ve kuşlarla dolu evlerin, tepeciklerin eteklerinde eğimi takib ederek Orontes'e doğru yayıldıkları bir Antakya tarif eder.
    [​IMG]
    Seleucus I. Nicator tarafından kente dikilen çok sayıda anıt arasında en ünlü olanı, günümüze kadar gelmiş kopyaları bulunan Antakya Tyche'sidir. Kentin talihinin koruyucusu, bolluk ve refahın simgesi olan bu ilahe (Roma çağında Fortuna ismi ile anılır) Silpius'u temsil eden bir kaya üzerine oturmuş, sol eli ile bu dağa dayanmaktadır. Sağ elinde tuttuğu buğday başağı kentin zirai zenginliğini, başındaki taç şehir surlarını ve tepedeki kaleyi simgelemektedir. Sağ ayağını bastığı nehir tanrısı şeklindeki çocuk figürü Orontes'i (Asi çocuk) temsil etmektedir. Helenistik Çağın ünlü ressamı Lysippus'un öğrencisi olan Sycyon'lu Eutychides'in eseri olan bu dev bronz heykel, İÖ 300'den biraz sonraki yıllarda dikildi. Kralın koruyucusu olduğuna da inanılan Antakya ilahesinin bir çok mermer ve bronz kopyaları yapılmış, Antakya darphanesinde basılan paralarda sembol olarak kullanılmıştır. Antakya'nın ilk sakinleri yerli Suriyeliler, Makedonlar, Atinalılar, Giritliler, Kıbrıslılar, Antigonia'nın eski sakinleri, Argiveler ve Haraclidler (ki bunlar Silpius ile Daphe civarının eski sakinleri idiler) bir kısım yahudi ve emekli askerden oluşan heterojen bir topluluktu. Avrupa kökenli olanlar ile yerli halk, ayrı ayrı mahallelere yerleştirilmişti. Malalas, Atinalı ve Makedonların toplamının 5.300 kişi olduğunu söylerken, bu sayının sadece yetişkin erkekleri ifade edip etmediğine dair bir açıklama vermemiştir. Bu rakamın, aile reisi sayısını göstermesi halinde Antakya nüfusunun o çağda (esirler hariç olmak üzere) 17.000-25.000 civarında olduğu tahmin edilebilir. Seleucus I. Nicator'dan (İÖ 312-280) sonraki Seleucus kralları döneminde kent, yeni yerleşmeler ve yapılar ile giderek daha büyük ve daha mamur bir görünüm kazanmaya başlamıştır. Antakya'nın kuruluş yıllarında Seleucus Krallığı'nın yönetim merkezi Seleucia Pieria idi. Seleucus I. Nicator'un ölümünden sonra hükümdar olan oğlu Antiochus I. Soter (İÖ 281-0-261) döneminde, yönetim merkezi Seleucia Pieria'dan Antakya'ya taşınmış ve bundan böyle Antakya, Seleucus İmparatorluğu'nun yeni ve son başkenti olmuştur.
     
  5. Özgür

    Özgür Administrator Site Yetkilisi

    Seleucus II Callinicus devrinde (İÖ 246-226) Asi üzerindeki adada bir yerleşme hareketi başlatılarak kente köprülerle bağlanırken, Antiochus III (Büyük Antiochus İÖ 223-187) zamanında bu yerleşme işlemini tamamlamış ve kentte bir kütüphane inşa edilmiştir. Seleucus IV Philopator (İÖ 187-175) döneminde, babası Antiochus III tarafından başlatılmış olan kentin büyütülmesi ve güzelleştirilmesi çalışmalarına davem edilmiştir.
    [​IMG]
    Seleucus II Callinicus
    [​IMG]
    Kentin ikinci kurucusu sayılan Antiochus IV Epiphanes (İÖ 1 75-164) Epiphania olarak anılan ve Romalı mimar Cossutius tarafından planlanan yeni bir yerleşme, bir bouleuterion, yeni bir agora ve bazı mabedler inşa ettirmiştir. Böylece Antakya, Miletos, Bergama ve Pire'de olduğu gibi iki agoralı kent modeline uymuştur. Aristo'nun tavsiyesine uygun olan bu şekilde, birinci agora ticari, ikinci agora ise politik faaliyetler için kullanılacaktır. Antiochus IV zamanından günümüze gelmiş yegane eser, bir kayaya oyulmuş Charonion'a (Yunan mitolojisinde Cehennem Kayıkçısı) ait dev büsttür. Hükümdarlığı sırasında kente yayılan veba salgınını durdurması için ilahlara yakanmak amacıyla yontulmaya başlanmış olan büst, salgının sönmesi sonucu tamamlanmadan yarın bırakılmıştır.
    IV Epiphanes
    Seleucus kralları tarafından kurulmuş olan bu dört büyük yerleşmeden oluşması nedeniyle Antakya'nın bir zamanlar Tetrapolis adıyla anıldığı, Pococke'un seyahatnamesinden öğrenmekteyiz.
    İÖ 148 yılındaki depremde harap olan kent büyük oranda restore edilmiştir. Seleucus Çağı sonunda kentin Roma hakimiyetine girmesinden biraz önce İÖ 83 yılında Suriye'yi ve bu arada Antakya'yı 14 yıl süre ile işgal eden Ermeni kralı Tigranes I (İÖ 83-69) zamanında ilk olarak Antakya isminin kullanıldığı ve arka yüzünde Antakya Tychesi bulunan paralar basılmıştır.
    [​IMG]
    Antakya Tyche'li para
    Güney ilimiz Hatay'ın en büyük düzlüğü olan Amik Ovası, gerek sahip olduğu zirai potansiyeli ve gerekse ticaret yolları üzerinde bir kavşak konumunda olması nedeniyle Anadolu ve kuzey Mezopotamya tarihinin her devrinde önemini korumuş, zengin su kaynakları ile verimli topraklara sahip olan ova, göçebe ve yerleşik kavimler için her zaman cazip bir bölge olmuştur.
    [​IMG]
    Antiochus IV zamanından günümüze gelmiş yegane eser, bir kayaya oyulmuş Charonion'a (Yunan mitolojisinde Cehennem Kayıkçısı) ait dev büsttür.
     
  6. Özgür

    Özgür Administrator Site Yetkilisi

    [​IMG]



    [​IMG]
    Eski Çağlardan Osmanlılara kadar Antakya
    [​IMG]2.d. Roma Dönemi Antakya'nın Altın Çağı
    [​IMG]
    İ.Ö. 64 yılında kentin Roma egemenliğine resmen girmesi ile Antakya tarihinin altın çağı başlamış oldu. Bu tarihten hemen önce İ.Ö. 67 yılında Asi üzerindeki adada inşa edilen bir saray ve bir circus, Roma medeniyetinin Antakya'daki ilk işaretleridir. İ.Ö. 47'de Antakya'ya gelerek kente bağımsızlığını veren Ceaser, Caisarion (Caesareum) adıyla anılan büyük bir mabet ile Silpius eteklerinde bir amfitiyatro, bir su kemeri ve bir umumi hamam inşa ettirdi.
    Augutos dönemindeki (İ.Ö. 31-İS 14) en önemli olay, bundan sonra her dört yılda bir tekrar edilecek olan olimpiyat oyunlarına başlanmasıdır. Bu imparator zamanında kent, birçok yeni toplumsal binanın inşa edilmesi ile daha mamur hale getirilmiş ve bunun sonucu olarak nüfus artmıştır. Antakya'nın bu yüzyıldaki nüfusu 300.000 ile 600.000 arasındaki bir rakam idi.Bu dönemin en önemli imar faaliyeti kenti boydan boya geçen ve 2 Roma mili ( 1 Roma Mili=1.478 m.) uzunluğunda olduğu Malalas'tan öğrenilen, ünlü kolonadlı caddenin inşasıdır. Helenistik Çağ kentlerinde bir yenilik ortala çıkan, ancak doğu orjinli bir fikir gibi görünen kolonadlı caddeler, Yunan ve Roma dünyasında pek rağbet görmüştür. Döşemesi mermer kaplı olan bu caddenin kolonadları Tiberius Claudius zamanında ( İS 12-37) tamamlanmıştır. Birini dik olarak kesen iki ana aksın kesişme noktasına üzerinde imparator Tiberius'un heykeli bulunan Tetrapyla dikildi. Cadde bronz heykellerle, kolonadlar da mozaiklerle süslendi. Caddenin yol kısmının genişliği 9.60 m., iki tarafında yer alan kolonadlar ise 10'ar m. genişliğinde idi. Bu caddenin inşasından sonra, caddenin iki tarafında gelişen mahalleler sayesinde kent büyüdü ve nüfusu arttı.
    [​IMG]
    Augustus
    [​IMG]
    Jupiter ve Dionşsus adına inşa edilen mabetler yanında, Ceaser'ın yaptırdığı amfitiyatro büyütüldü Silpius'dan gelen sel sularını Orontes'e kaanlize ederek kenti su baskınlarından koruyacak tedbirler alındı. Malalas'tan öğrenildiğine göre, kentin içinden geçen nehrin ismi (asi Nehri), İmparator Tiberius tarafından doğudan anlamında Orentes olarak değiştirilmiştir. Daha önceleri Typlon, Drakon veya Ophites adları ile anılan bu nehre Asurlular Arantu derlerdi. Gene Tiberius zamanında, üstünde bir dişi kurdu emen Romulus ve Romus heykelleri ile süslenen Beroea (Halep) kapısı inşa edildi. Etnik ve dini yapı bakımından karışık nüfusu, her yöne giden yolların kesişme noktasında önemli bir ticaret merkezi oluşu, doğu ve batı kültürlerinin birleşme noktasında bulunması, Antakya'nın Hıristiyanlığın yayılmasında bir propoganda merkezi haline gelmesine neden olan faktörlerdir. İsa'nın ölümünden sonra, Hıristiyanlığı yayma çalışmaları içinde önce Pavlos (Havari Aziz Pavlos) ve Barnabas, daha sonra Antakya Kilisesinin kurucusu ve ilk rahibi sayılan Petrus (Havari Aziz Petrus) Antakya'ya geldiler.
    Tiberius Claudius
    İncil'de Antakya'nın adı Hıristiyanlığın yayılma döneminde bir diğer önemli merkez olan Pisidia'daki Antakya (bugünkü Yalvaç) ile beraber muhtelif vesilelerle bir çok kez geçmektedir. Pavlos ve Barnabas'ın yaptıkları haber gezilerinde (1., 2. ve 3. haber gezileri) bir öğreti merkezi haline getirdikleri Antakya'da, İsa-Mesih'e inanmış kişilere verdikleri vaazlarda; "Rab İsa'nın sevindirici haberini" bildirdiklerini, İncil'in mesih topluluğunun başlangıcı ve bir çok yere yayılmasını anlatan 'Habercilerin İşleri' bölümünde; "İkisi bir yıl süreyle kilisede bir araya gelerek o büyük topluluğa öğrettiler. Öğrencilere ilk kez Antakya'da Hıristiyan adı verildi" cümleleriyle ifade edilmiştir. İsa-Mesih öğretisini Anadolu'da ve Yunanistan'da yaymak amacıyla havarilerin yapmış oldukları haber gezilerinde Antakya, her zaman önemli bir merkez olmuştur. Birinci haber gezisinde Pavlos, Barnabas ile beraber Antakya'dan hareketle Anadolu'yu gezmiş ve orada sevindirici haberi yaymışlardır. Dönüşte, ".... Pavlos'la Barnabas ise bir süre Antakya'da kaldılar. Bir çoklarıyla birlikte Rab'bin sözünü öğrettiler ve sevindirici haberi müjdelediler". İkinci ve üçüncü haber gezilerinde de Antakya, Hıristiyan cemaatin bir toplama ve öğreti merkezi olarak önemini korumuştur.
    Antakya'da Hıristiyan cemaatinin örgütlenmesi Tiberius'un hükümdarlığının son yılları ile Caligula'nın hükümdarlığının ilk yıllarına rastlar. İncil'in dört yazarlarından biri olan Matta'nın İsa'nın yaşamına, birinci yüzyıl ortalarında Antakya'da kaleme almış olduğu da bilinmektedir. Hıristiyan aleminde Roma, İskenderiye ve Antakya, en çok hürmet edilen dini merkezlerdir.
    [​IMG]
    VII. yüzyılda Hıristiyan cemaatın bağlı olduğu beş patriklik merkezinden biri Antakya idi. Diğerleri Roma, İskenderiye, Kudüs ve İstanbul'daydı.IV. yüzyıldan itibaren Yeni Roma adı ile anılan İstanbul'un Hıristiyan camiası içindeki şöhreti giderek yükseldi ve Roma'dan sonra ikinci büyük dini merkezi durumuna geldi.
    Hıristiyan alemi için, Kudüs ve Roma gibi kutsal bir yer olması nedeniyle Papalık tarafından 1963 yılında bir hac yeri olarak kabul edilen ve Petrus'un Antakya'ya geldiğinde vaaz verdiği yer olarak Hıristiyanlığın ilk mabetlerinden biri sayılan, Antakya-Reyhanlı yolundaki bugünkü adıyla St. Piyer Kilisesi'nde (Aziz Petrus Grottosu) her yıl 29 Haziran günü İstanbul'dan ve çevre illerden gelen çok sayıda din adamı ve Hıristiyan cemaatin katıldığı ayin yapılır.Büyük bir kaya oyuğundan ibaret doğal bir mabet olan kilisenin cephesini oluşturan duvar, Haçlılar döneminden kalma olup, son zamanlarda restore edilmiştir. İçinde Hıristiyanların bir baskın anında kaçarak saklanacakları geçitler bulunan St. Piyer Kilisesi'nin harap mozaik V. yüzyıla aittir. Roma Çağındaki nüfusu yüz binleri bulan bir kent olarak imparatorların gözdesi haline gelmiş ve IV. yüzyılda yaşamış olan ünlü tarihçi Ammianus Marcelleinus'un "..dünyada hiçbir kent, ne topraklarının bereketi ne de ticaretteki zenginliği bakamından bu kenti geçemezdi" dediği Antakya, Antik Çağda Doğunun Kraliçesi (Orientis Apicem Pulcrum) lakabıyla anılmıştır. Roma ve Bizans imparatorlarının Antakya'ya, doğunun bu ünlü ve önemli kentine göstermiş oldukları ilgi, kentin çok sayıda yeni yapılarla donatılmasına ve bu sayede güzelliğinin ve ihtişamının bir kat daha artmasına neden olmuştur.
    [​IMG]
    İmparator Trajan
    İmparator Vespasian (69-79) Daphne'de içinde kendi heykeli olan bir tiyatro, İmparator Domitian (81-96) ise Afrodit ve Asclepus mabetlerini inşa ettirmişlerdir. II. yüzyıla doğru Antakya, Roma ve İskenderiye'den sonra 200.000-300.000 kişilik nüfusu ile imparatorluğun üçüncü büyük metropolisi durumunda idi.
    [​IMG]
    İmparator Vespasian
    İmparator Trajan (98-117) Harbiye'den kente su getiren ve kalıntıları günümüze kadar gelmiş olan su kemeri ile büyük bir hamamın inşasını başlatmıştır. Bu imparator zamanında 115 yılında vukubulan şiddetli bir deprem Antakya ve Daphne'de büyük ölçüde tahribata neden olmuş, çok sayıda insan ölmüştür. Bu felaketten Hıristiyanlar sorumlu tutulmuş ve piskopos Ignatius tutuklanarak Roma'ya gönderilmiş ve orada vahşi hayvanlara parçalatılmıştır. Depremden hasar gören kolonadlı cadde onarılırken, Daphne'de Zeus ve Artemis adına mabetler inşa edilmiştir
    [​IMG]
    [​IMG]
    Memekli Köprü denilen Trajan su kemeri' nin eski bir kartpostaldaki resmi Tam ekran için Tıklayınız
    Memekli Köprü denilen Trajan su kemeri' nin bugünkü hali Tam ekran için Tıklayınız
    İmparator Hadrian (117-138) Trajan zamanında başlamış yapı faaliyetlerini sürdürürken, özellikle Daphne'deki su kaynakları ile ilgilenmiş, cephesi bir tiyatro binasını andıran Theatron isimli büyük bir sarnıç inşa ettirmiştir. İmparator Antoninus Pius (138-161) döneminde, kentin hemen hemen tamamını tahrip eden büyük bir yangın çıkmıştır. İmparatorun şahsi bütçesinden yapılan masraflarla, kolonadlı cadde ve diğer sokakların granit ile kaplandığı kesin olmayan bir bilgidir. İmparator Marcus Aurelius (161-180) 115 yılındaki depremde yıkılan Centenarium isimli büyük hamamı yeniden inşa ettirirken, İmparator Commodus (180-192) kendi adına bir hamam, bir mabet ile sporcuların çalışması için üstü örtülü bir yapı (Xystos) İmparator Didius Julianus (193) ise ortalama 900 m2 boyutunda, dikdörtgen şeklinde kapalı bir güreş alanı (Plethrion) inşa ettirmiştir. Bu yapıda seyirciler, taş sıralar üzerine oturarak müsabakaları seyrederlerdi. İmparator Septimius Severus (193-211) imparatorluk mücadelesinde rakibi Niger'i destekleriği için Antakya'yı cezalandırmış, özellikle tiyatrolar ve diğer toplumsal yapıları yerle bir ederek kenti köy haline getirmiş, kentin unvanlarını geri almış, yönetimini Suriye'nin metropolisi haline getirdiği Laodiceia'ya bağlamıştır. Bir süre sonra, tekrar imparatorun sevgisini kazanan kentte, Severianum ve Livianum adlı hamamlar inşa edilmiş, üzerinde Antakya ilahesi bulunan paralar basılmıştır. İmparator Caracalla (211-217) hükümdarlığı döneminde iki defa Antakya'ya gelmiş, olimpiyat oyunlarının tekrar Antakya'da yapılmasını sağlamış ve kolonadlı cadde ile sokakların granit ile kaplanması işi de bu imparator döneminde gerçekleşmiştir.
     
  7. Özgür

    Özgür Administrator Site Yetkilisi

    dönemde imparatorluğun doğu illerini tehdit ile başlayan Pers tehlikesi, İmparator Valerian'ın (253-260) esir düştüğü 260 yılındaki savaştan sonra ciddi boyutlara ulaşmış ve nihayet 256 yılında kent ilk defa Şapur I (Sapor I) tarafından işgal edilmiştir. 260 yılı Haziran ayı sonlarında kenti ikinci kere ele geçiren Persler, Antakya'yı yağma ederek yakıp yıktılar ve bir harabe haline getirdiler. Suriyeli esirleri İran'a götüren Şapur, orada kendi adına yaptırdığı Cünd-i Şapur kentine yerleştirdi. Suriyeliler'in İran'a götürülmelerinde, Romalı sanatkarlar ve Suriyeli yapı ustalarından, İran'da istifade edilmesi amacı da yer almakta idi.
    [​IMG]
    Perslere karşı kazanılan bir kaç başarı üzerine bağımsızlığını ilan eden Palmura Kraliçesi Zenobia, 268 yılında Antakya'yı işgal etti. Ancak bir kaç yıl sonra İmparator Aurelianus ile girişilen ve Zenobia'nın esir düşmesi ile sonuçlanan mücadeleyi takiben Antakya eski günlerine döndürülmesi ve bu olaylarda uğramış olduğu tahribatın giderilmesi amacıyla İmparator Probus (276-282) döneminde özel ilgi altına alındı.Antakya'yı bir kaç kere ziyaret etmiş olan İmparator Diocletian (284-305) döneminde, ada üzerindeki hipodroma bitişik (İstanbul ve Selanik'te olduğu gibi) muhteşem bir saray inşa edildi.
    Konrad Celtes in vasiyeti gereği 1508 yılında dostu Konrad Peutinger e intikal etmiş olan Peutinger levhaları onbir levhadan oluşan bir haritadır çok ünlü üç şehir : Roma Antakya ve İstanbul birer figürle sembolize edilmiştir Tam ekran için Tıklayınız...

    Başkent Roma'dan bu kadar uzaktaki bir kentte imparator için bir saray inşa edilmesi, imparatorluğun doğu sınırlarının korunmasında Antakya'ya ne kadar önem verdiğini göstermesi bakımından ilginçtir. Bu dönemde ayrıca kentte beş yeni hamam ile bir savaş araçları fabrikası ve zahire ambarları inşa edildi. İmparator Büyük Konstantin'in (Constantinus Magnus, 306-337) Antakya'da inşa ettirdiği en önemli yapı, 327 yılında başlayıp 341'de tamamlanmış olan sekizgen planlı, iki katlı büyük kilisedir (Domus Aurea). Üst katı kadınlara ait olan, zemini taş döşeli kilisenin, ahşap olan kubbesinin iç yüzü altın yaldızla tezyin edilmiş, içi heykellerle süslenmiş, sütunları parlak mermerlerden yapılmıştı. Altın Kilise adıyla anılan bu mabed muhtemelen ada üzerinde, imparator sarayına yakın bir yerde inşa edilmişti. İmparator yeni başkenti Constantinople'a konmak üzere, Antakya'dan bazı hayvan heykelleri götürmüştür. Büyük Konstantin dönemi imparatorluktaki eyaletler asarı ticaret yanında Hint ve Uzak Doğu ile ticaretin geliştiği, bu nedenle Antakya'da ve diğer Suriye kentlerinde refah seviyesinin yükseldiği yıllardır. Pers hükümdarı Şapur II.'nin 337 yılında Mezopotamya'ya saldırması ile yeniden alevlenen Pers tehdidi karşısında Antakya, İmparator Constantius II (337-361) ve sonra İmparator Julian (361-363) tarafından İran'a yapılan seferlerde bir üs olarak kullanılmıştır. Büyük Konstantin döneminde 327 yılında yapımı başlamış olan sekizgen kilise 341 yılında ibadete açılmıştır. Antakya'nın yerini suyunu ve havasını çok seven Valens'in imparatorluğu döneminde (364-378), 365 tarihindeki zelzeleden zarar gören kentler arasında Antakya'da vergiden muaf tutulurken, kolonadlı caddelerin kesiştiği yerde Valers Forumu olarak bilinen meydan inşa edildi. Bir kısmı örtülü olan meydanın üstü açık bölümünü çevreleyen portiklerin sütunları salona mermerleri ile yapılmış, döşemesi mozaiklerle kaplanmış, meydanın ortasındaki sütunun üzerine imparatorun heykeli konmuştu. Ayrıca ada üzerindeki hipodrom civarında Valens adına bir de hamam inşa edilmiştir. İmparator Theodosius I (379-395) döneminde kentin yerleşim alanı büyütülmüş, adayı kente bağlayan köprü genişletilerek üstü örtülü hale getirilmiş, Commodus döneminde yapılmış olan güreş alanı (Plethrion) genişletilmiş, Daphne'de bir saray inşa edilirken, suları ve yeşillikleri ile ünlü Antakya'nın bu güzel sayfiye yerindeki selvi ağaçlarının kesimi yasaklanmıştır. Pagan mabetlerinin yıkımı kampanyası sonucu elde edilen malzeme ile köprüler, yollar ve su kemerleri onarılmıştır. Theodosius I'in ölümünden hemen sonra, Kafkaslar üzerinden gelerek Anadolu'yu istila eden Batı Hunlarının doğu bölümüne ait olan, Kursık ve Basık komutasındaki Hun atlıları Çukurova'yı istila ettikten sonra, Ortadoğu'nun en sağlam surları ile korunan Urfa ve Antakya kalelerini kuşatmışlar ancak bu kentleri zaptetmeden güneye inmişlerdir.
    İmparator Theodosius II (408-450) Antakya'nın imarına çok ilgi göstermiş bir imparatordu. İmparatoriçe Eudocia'nın Mudüs'e giderken Antakya'yı ziyaret etmesi şerefine heykeller dikilmiş, kentin büyümüş olması nedeniyle surlar, güney yönünde bir Roma mili kadar genişletilerek tahkim edilmiştir. Daphne'ye giden yolda Altın Kapı adı ile yeni bir kapı kent içinde inşa edilen bazilikalar (ki 439'da inşa edilenin içi altın mozaiklerle kaplı idi) bir stoa ve Hıristiyanlığın ilk yıllarında, Trajan döneminde Roma'ya gönderilerek orada vahşi hayvanlara parçalatılan piskopos Ighatius adına St Ignatius Kilisesi bu devirde yapılmış belli başlı yapılardır.
    [​IMG]
    Antakya'nın Kapılarından demir kapı (Bab-ı Hadid) Tam ekran için Tıklayınız...
    [​IMG]
    İmparaton Justinus I (518-527) dönemi ile bunu takip eden dönemler 458 depreminin arkasından kısa aralıklarla bir zincir halinde devam ederek Antakya'nın ikbal döneminin sonunu belirleyen büyük felaketlerin cereyan ettiği yıllardır. 525 yılı Ekim ayında kentte çıkan büyük bir yangın çok sayıda binanın kül olmasına ve çok sayıda insanın ölmesine neden olmuştur. Bundan bir yıl sonra, 526 senesi Mayıs ayının 29. günü akşama doğru vukubulan deprem, Malalas'a göre 250.000, Procopius'a göre 300.000 kişinin ölümüne neden olurken, kentin hemen tamamı tahrip olmuş, ayakta kalabilen yapılar da depremden sonra çıkan yangında kül olmuştur. Bu felaketin yol açtığı kargaşada halk kenti yağma etmiş, birbirlerini öldürmüş ve korkarak kenti terk etmiştir. Daphane ve Seleucia Pieria da bu depremden büyük ölçüde zarar görmüştür. İmparator tarafından kentin süratle imarı, su kemerleri, hamamlar ve köprülerin onarımı için büyük meblağlar gönderilmiştir. Müstakbel imparator Justinianus I ve Thedora bu felaket üzerine Antakya'da kiliseler, hamamlar, sarnıçlar ve imarethaneler yaptırarak kente olan ilgilerini ifade etmişlerdir. Theodora'nın yaptırdığı Archangel Kilisesi'nin sütunları, İstanbul'dan gönderilmiştir. İmparator Justinianus I (Büyük Justiniyen 527-565) döneminde felaketler arka arkaya devam ederek Antakya'nın sonunu hazırlamıştır. 21 Kasım 528'de başlayan depremde hemen hemen bütün yapılar ile surlar yıkılırken, 526 depreminden yıkılarak onarıma alınan bütün binalar da yerle bir olmuştur. Tanrının gazabının üzerlerinde olduğuna inanan halk kenti terk ederek dağlara kaçmıştır.
    Hacı Kürüş deresi (Antik Çağda Parmenius) üzerinde o çağlardan kalma Demir Kapı (Bab-ı Hadid) Tam ekran için Tıklayınız...

    İmparator ve İmpardtirice Theodora, 526 depreminden sonra yaptıkları gibi, bu kere de kente armağanlar göndermişlerdir. 5.000 kişinin öldüğü bu felakette tanrının gazabına teskin etmek ümidiyle kentin ismi Theoupolis olarak değiştirilmiştir. Bu tarihlerde Perslerin imparatorluk sınırlarını tehdit eden akınlara başlamaları karşısında son depremlerin surlar üzerinde yaptığı büyük tahribat nedeniyle savunmanın zayıflamış olması Antakya halkının kenti terk ederek kıyılara doğru çekilmesine neden olmuştur. Nihayet, Suriye toprakları 540 yılı Haziran ayında Husrev I (Chosroes 591-579) orduları tarafından Akdeniz kıyısına kadar istila edilirken,Haleb ve Apameia ile birlikte imparatorluğun doğudaki en önemli askeri ve kültürel merkezi olan Antakya'da işgal edilmiştir. Husrev'in kenti işgalden vazgeçmesi karşılığı istemiş olduğu fidyenin verilmemiş olması nedeniyle kent yağma edilmiş, yağma bittikten sonra yakılmış, hayatta kalanlar esir edilerek İran'a götürülmüştür. Daha fazla tahribat yapmaması ve bölgeden çekilmesi karşılığı bir fidye ödenmesi neticesinde İran'a dönen Husrev, Antakya'dan elde ettiği ganimet ve aldığı fidye ile yeni bir kent kurmuş ve getirdiği esirleri buraya yerleştirmiştir.
    Son 10-15 yıl içinde kentin başına gelen bu zincirleme felaketler sonucu, kentin nüfusu bir hayli azaldığından, İmparator Justinianus tarafından imparatorluğun prestijinin tekrar kazanılması amacını hedef alan, kentin yeniden imarı da o ölçüde lyavaşlamıştır. Örneğin, kolonadlı caddenin genişliği yarıya inerken, uzunluğu azaltılmış olan surların başka yönlere yapılan ilaveler ile savunma gücü arttırılmıştır. Bunun yanında kente su getiren sistem ile kanalizasyon tesisatı elden geçirilirken,harap olan kiliseler ve umumi yapılar onarılmış, yenilerinin inşaasına başlanmıştır. Şiddetli yağmurlar sonucu gerek Parmenius Inmağı'ndan (Bugünkü adı Hacı Kürüş) gelen sel sularının ve molozların yaptığı zararı önlemek, gerekse Antakya'nın su sorununa çare olmak amacıyla bu ırmak üzerinde bir bent yaptırılarak suların kontrol altına alınması, eskiden beri kentin önemli dertlerinden biriydi. Bu görevi yapmakta olan Bab-ı Hadid (Demir Kapı) civarındaki surlarda Justinian devri örgü tekniğine rastlaması, bu imparator zamanında Bab-ı Hadid'de bazı çalışmalar yapıldığını göstermektedir.
    [​IMG]
    İmparator Justin II
    Pers istilasından iki yıl sonra Antakya'nın onarım faaliyeti devam ederken Mısır'da ortaya çıkan ve 542'de Antakya'ya ulaşan veba salgını, 551 Temmuz ayında vukubulan bir dizi deprem, 557 yılındaki bir başka deprem ve 560 yılındaki ikinci veba salgını, felaketler zincirinin diğer halkalarını oluşturmuştur. 561 yılında, Perslerle dana önce yapılmış olan barış antlaşması gereğinde verilmesi gereken yıllık verginin İmparator Justin II (565-578) döneminde ödenmemesi üzerine, 573 yılında Antakya varoşlarının Pers suvarileri tarafından yakılmasının ardından, 577 yılındaki depremde Daphne yerle bir olmuştur.
    [​IMG]
    İmparator Maurice Tiberius (582-602) döneminde, talihi tekrar parlamaya başlayan Antakya'da 588 yılı Ekim ayının son günü saat 21.00'de başlayan bir dizi depremden 60.000 kişi hayatını kaybederken çok sayıda yapı, bazılarının temelleri toprak üzerine çıkacak kadar ağır tahribata uğramış, Büyük Kilise ile aşağı surların üstündeki kulelerin tamamı yıkılırken, depremin neden olduğu yangınlar felaketi daha da arttırmıştır. Bu felaket sonunda kentin onarılması için, imparator para yardımı yapmıştır.
    İmparator Maurice Tiberius
    606-607 yıllarında Persler'in Suriye ve Ön Asya'ya yaptığı hücumlar, İmparator Heraclius (610-641) dönemine rastlayan 613 yılında imparatorluk ordusunun Antakya yakınında büyük bir yenilgiye uğraması ile devam etmiş ve kent tekrar Persler'in işgaline uğramıştır. Bu işgal içinde Suriye'nin de bulunduğu imparatorluğun doğu topraklarının 628 yılında Bizans'a iade edilmesine kadar devam etmiştir.
     
  8. Özgür

    Özgür Administrator Site Yetkilisi

    Hz. Muhammed'in ölümünden bir kaç yıl sonra başlayan Arap fütuhatı, on yıl içinde İran'ın yanısıra Bizans'ın doğu eyaletlerini de Arap hakimiyeti altına aldı. Halife Ömer yönetimindeki Araplar'ın 634 yılından itibaren Bizans topraklarına girmesi ile başlayan Suriye ve Filistin'in istilası, Heraclius döneminde 20 Ağustos 636'da yapılan Yermük savaşında, Bizans kuvvetlerine karşı kazanılan zafer sonucu Kudüs'e kadar uzanırken, bu arada Antakya hicretin 17. yılında (Miladi Mart 638) Ebü Ubeyde bin Cerrah kuvvetlerine karşı kısa bir direnmeden sonra teslim oldu. Bu olay ile 9 asırdan bu yana devam eden ve Roma İmparatorluğu döneminde Doğunun Kraliçesi olarak anılan imparatorluğun doğu sınırında önemli bir askeri üs, bir kültür ve ticaret merkezi olan Antakya'nın tarihinde bir dönem kapanmış, asırlar boyu Roma ve Bizans kültürü yanında Hıristiyanlık ile yoğrulmuş olan mahalli özelliklerin İslam medeniyeti ile karışmasından meydana gelen bugünkü İslam kenti karakterinin oluşmasına neden olacak yeni ve uzun bir dönem açılmıştır. Antakya, bundan sonraki yüzyıllarda da, Hıristiyan alemi için cazibisini daima korumuş, tekrar ele geçirilerek eski günlere dönmesi, her zaman gerçekleşmesi arzulanan bir rüya olmuştur. Bu rüya bir asır tekrar Bizans ve iki sıra yakın bir süre Haçlı Prensliği hakimiyeti sayesinde kısmen de olsa hakikat haline gelmiştir. Araplar ile Bizans arasındaki ilişkilerde Antakya, tıpkı Roma-Pers ilişkilerinde olduğu gibi bir uç şehir olarak askeri önemini sürdürmüştür. Sugur adı ile anılan Arap-Bizans sınır kentleri arasında Antakya, Adana, Tarsus, Misis, Anazarba kent ve kaleleri, Arap topraklarının Suriye ucunu diğer adıyla Sugurü'ş-Şammiyye'yi oluşturmakta idiler. BİZANS VE ARAP HAKİMİYETİ DÖNEMİNDE TİCARİ HAYAT Antakya'nın son parlak yıllarını yaşadığı Bizans tarihinin en kudretli imparatorlarından biri olan İmparator Justinianus döneminde özellikle Suriye ve Filistin'de zanaat ve ticaret hayatında büyük bir canlılık yaşandı. Bu dönemde Avrupa ile Asya arasındaki mal akışında Akdeniz ticareti, Grek ve Suriyeli tüccarların elinde olup, ilişkilerindeki esas ağırlığı, Hindistan ve Çin ile yapılan ticaret teşkil ediyordu. Persler'in, Suriye ve Önasya'ya hakimiyetleri bu ticari faaliyetin büyük oranda aksamasına neden olmuştur. Doğunun lüks tüketim malları içinde ipek, Bizans'ın özellikle ihtiyaç duyduğu bir meta idi. Bizanslı casusların ipeğin üretim biçimini ve ipek böceğini gizlice Bizans'a getirmeleri, ipek üretiminin kısa sürede özellikle Antakya ve İstanbul'da parlak bir seviyeye ulaşmasına ve devletin en büyük gelir kaynağı haline gelmesine imkan vermiştir. Roma Çağında Suriye'nin siyasi ve kültür merkezi durumunda olan Antakya'nın bu görevini Arap hakimiyeti süresince Şam yüklendi. Hatta bu dönemde Arap fütuhatında kurulan ikinci derece önemi olan bazı askeri karargahlar bile (Cabiiye ve Dabık gibi) zaman içinde gelişerek birer kent haline gelirken, merkez durumundaki eski şehirleri geride bıraktılar. IX-X. yüzyıllarda Şam ile beraber Harran ve Bağdat yanında, Halife Ömer zamanında inşa edilmiş olan Basra ve Küfe, Arap alemindeki ilim hayatının merkezleri haline gelirken Antakya eski ihtişamını kaybetti ve giderek islam aleminin küçük ve önemsiz bir kenti haline geldi. Bu çağda kentte inşa edilen yapılan, yeni kurulan mahalleler açılan sokaklar gibi imar faaliyeti olarak ifade edilebilecek çalışmalar hakkında Roma dönemindekine benzer şekilde detaylı bilgilere hemen hemen hiçbir kaynakta rastlanmamakta, askeri ve siyasi olaylar içinde Antakya, yeri geldikçe sadece isminden bahsedilen bir kent olarak yer almaktadır. Bunun sebebi, yüzyıllar içinde değişmiş olan koşullar nedeni ile kentin artık askeri, siyasi ve ekonomik bir merkez olma niteliğini eskiye nazaran bir hayli yitirmiş olmasıdır. Roma ve onu takip eden Bizans döneminde, asırlarca devam eden huzur ve emniyeti, tüccarların denizden ve karadan korkusuzca ticaret yapmalarına imkan verirken, VII. yüzyıldan itibaren başlayan Bizans-Pers mücadelesi ve hemen sonrasındaki Arap fütuhatı, bu bölgede yer alan kentlerdeki huzur ve emniyetin kalkmasına ve bunun tabi bir sonucu olarak ticari hayattaki canlılığın azalmasına neden olmuştur. Halbuki VII. yüzyılda Hindistan ve Çin'den gelen malları pazarlayan Suriyeli tüccarlara Akdeniz'in hemen her limanında İstanbul'da, İskenderiye'de ve hatta Marsilya ve Napoli'de rastlamak mümkündü. Batılı tacirler de doğunun cazip ürünlerini İskenderiye, Sur, Beyrut ve Antakya gibi Doğu Akdeniz kentlerinde kurulan pazarlarda kolaylıkla bulunabilmekte idiler. Bizans döneminde imparatorluğun en mamur ve zengin eyaletlerinden biri olan Suriye'nin merkezi Antakya'dan bahseden Procopius, kentin zenginliği, yüzölçümü, nüfusu, güzelliği ve anıtları ile doğudaki Roma kentlerinin başında geldiğinden bahseder. Antakya'nın 570 seneleri civarındaki lüksü ve ihtişamı karşısında S. Antonin Martyr, hayretler içinde kaldığını ifade etmiştir. X. yüzyılda doğudan gelerek Suriye'nin ticari merkezi durumunda olan Haleb'e varan emtianın bir kısmının Akdeniz'e ulaştırılmasında Antakya adeta bir antrepo görevi yapıyordu. Bu yüzyılda Arap tacirler ile batılı tacirler arasında mal değiş-tokuşunun yapıldığı önemli pazarlar arasında Antakya, Trabzon ve İskenderun yer almakta idi. Arap, Bizanslı ve Vedenikli tacirlerin yanısıra Yahudi tacirleri de Asi'nin denize kavuştuğu yerden Asya topraklarına girip Antakya ve Haleb'i geçerek Fırat yatağını Bağdat'a kadar izledikleri ve oradan Basra Körfezi yoluyla Hind Denizi'ne çıktıkları bilinmektedir. Bu seferlerde batıdan doğuya hadımlar, kadın ve erkek esirler, Bizans'tan ipek ve ipekli mamuller, kürkler ve kılıçlar, doğudan batıya misk, sarısabır, kafur, tarçın ve buna benzer ürünler sevketmekte idi. Abbasi Halifeliği hakimiyetindeki Antakya'da Halife Mutasım devrine rastlayan 840 yılında Bizanslıların, deniz yoluyla kenti basarak tacirleri soymaları ve halkı esir etmeleri üzerine Mutasım'ın emri ile bir kale inşa olundu. 865 yılında vukubulan büyük zelzele, Lazkiye ile birlikte Antakya'da da büyük zarara neden olurken, 1500 bina tahrip oldu ve surlar üzerindeki 90 kule yıkıldı.
     
  9. Özgür

    Özgür Administrator Site Yetkilisi

    XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Bizans topraklarına yaptıkları akınlar ile bazı yöreleri ele geçirmiş olan Türkmenler, Selçuklu Devleti kanadı altında olmalarına rağmen devletçe belirlenmiş bir programa göre hareket etmemekte idiler. Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey (1040-1063) döneminde, 1054'den itibaren düzenli ordular ile yapılan akınlar sonucunda Kızılırmak'a kadar uzanan bir alan içinde, Bizans'a ait bir çok kale ve askeri mevki ele geçirerek tahrip edilmiştir. Sultan Alparslan (1063-1072) döneminde de sürdürülen bu fetih harekatında Bekçioğlu Emir Afşin, 1067-1068 yılları arasında Bizans topraklarına yaptığı akınlarla, Antakya yörelerini istila ve yağma etmiş ve 1068'de Antakya'nın Bizans valisinden 100 bin altın, değerli giysiler ve savaş aletleri almıştır. Bizans ile Selçuklu Devleti arasındaki mücadelenin bir dönem noktası olan ve Anadolu'daki Selçuklu hakimiyetini kesin olarak sona erdirmek amacı ile hareket eden İmparator Romanos Diogenes komutasındaki Bizans ordusu ile Mısır'ı fethetmek üzere 1070 yılı ortalarında Anadolu'ya giren Sultan Alparslan komutasındaki Selçuklu ordusu arasında, 19 Ağustos 1071'de Malazgirt'te yapılan savaşta kendisi de esir düşmek suretiyle yenilen Bizans imparatoruyla aktedilen barış antlaşması içinde aralarında Antakya kalesinin de bulunduğu bir kaç askeri noktanın Selçuklulara bırakılması koşulu da yer almakta idi. Ancak Romanos Diogenes yerine seçilen yeni imparator Mikhail VII Dukas'ın (1071-1078) antlaşma şartlarını tanımaması üzerine, Antakya kısa bir süre daha Bizans hakimiyetinde kaldı. Bu yıllarda (1072), St. Peter Kilisesi'nin yakılmasından sonra Antakya'da büyük bir deprem olduğu, Rum Patriği ile beraber bin kişinin toprağa gömüldüğü, Müverrih Vardan'ın verdigi bilgiler arasındadır. Malazgirt zaferinden sonra, bir program dahilinde Anadolu'nun fethine başlanmış olan Sultan Melikşah döneminde (1072-1092) Kutalmışoğlu Süleyman Bey, 1074 yılında Antakya'yı kuşattı. Kentin Bizans Valisi Isaakios Komnenos'un yenilgisi ile sonuçlanan savaştan sonra yapılan anlaşma gereği, Antakya ve yöresinin yağma akınlarından korunması karşılığı olarak Bizans'ın her yıl 20 bin altın verilmesi şartı ile kuşatma kaldırıldı. Selçuklu birliklerinin yaptığı akınlar yanında, yöreye yerleşmiş olan Türkmenler de yaptıkları akınlarla Bizans topraklarını taciz etmekte idiler. 1077 yılında Ahmedşah isimli Türkmen Beyi Haleb emirliğine bağlı güçlerle Antakya'yı kuşatmış ve 5 bin altın karşılığı kuşatmaya son vermiştir. 1084 yılında Vali Philaretos, türk asıllı olması muhtemel İsmail isimli müslüman birini yerine bırakarak Antakya'dan Urfa'ya gitti. Çok sert mizaçlı ve zalim bir vali olan Philaretos'un kentten ayrılmasını fırsat bilen halk, askerler ve bu bahane ile İsmail tarafından hapisten kurtarılan Philaretos'un oğlu Barsama'nın desteği ile İznik'te bulunan Kutalmışoğlu Süleyman Bey'e Antakya'nın kendisine teslim edileceğine dair bir mesaj gönderdiler. Bu mesaj üzerine, 1084 yılında hareket ederek Kuzey Suriye'ye yeni bir sefer düzenleyen Kutalmışoğlu Süleyman Bey, 300 atlı ile Antakya surları önüne geldi. Mencekoğlu adlı bir Türkmen beyinin atlı kuvvetlerinin de katıldığı kuşatmada Süleyman Bey, İsmail ile yaptığı işbirliği sonucu, 12 Aralık 1084 Cumartesi günü bir kısım askerini gizlice kente sokarak hazırlıksız ve savunmasız olan Antakya'yı kolayca ele geçerdi. Kente yayılan atlılardan kaçan halkın bir kısmı Habi Neccar Dağı'na çıkarken, bir kısmı iç kaleye sığınmış, bir kısmı da kenti terk etmiştir. Bu harekatta Süleyman Bey, askerlerinin bir bölümünü Asi Nehri mansabından gemilere bindirilerek surlar önüne getirmiş ve kentte Faris Kapısı (Halep kapısı)dan girmiştir. İç kale dışında kente hakim olan Süleyman Bey, Hıristiyanlara dokunulmaması, Hıristiyan kızlarla evlenilmemesi, evlere girilmemesi, halktan birşey alınmaması, esirlerin salıverilmesi, ele geçirilen ganimetlerin kent dışına çıkarılmayıp düşük bedelle de olsa içerde satılması konularında buyruk çıkarmıştır. Kentteki en büyük mabed olan Kawsyana yani Mar Cassianus Kilisesi içindeki altın, gümüş ve değerli eşyalar alındıktan sonra camiye çevrilmiş, 17 Aralık 1084'de 110 müezzinin okuduğu ezandan sonra Süleyman Bey'in de katıldığı cuma namazı kılınmıştır. Bu gelişmeler üzerine iç kalede direnmekte olan Bizans birliği de 12 Ocak 1085'de teslim olmuştur. Hıristiyan halkın ibadet edebilmeleri için Meryem Ana ve St. George (Aziz Cercis) adlı iki kilisenin inşasına izin verilirken savaş sırasında yıkılan yerler onarıldı. Hristiyan aleminin en kutsal yerlerinden biri olan Antakya'nın fethi, Sultan Melikşah'a bildirilmiş ve Isfahan'da kutlama törenleri yapılmıştır. Antakya'nın fethi ile ilgili olarak kentin valisi Filaretos (Ermeni asıllı olduğunu söyleyen Philaretos Brachamios) ile oğlunun kenti Süleyman Bey'e teslim etmiş olduklarına dair rivayetler muhtelif kaynaklarda birbirinden çok az farkla aşağı yukarı aynı şekilde anlatılmaktadır. Urfalı Mateos, kuşatma sırasında Filartos'un (Filaretos) Urfa'da olduğunu söyler. Abu'l Rarac Tarihi'nde ise Pilardos'un (Filaretos) kenti bırakarak İstanbul'a gittiği sırada İranlı Vali İsmail'in yardımı ile kentin ele geçirildiği anlatılır. Claude Cahen, Antakya'daki yeri halktan Süleyman'a çağrı geldiğini yazarken, Osman Turan İslamiyeti kabul eden Filaretos'a kızan halkın oğlu da dahil olmak üzere Süleyman'ı davet ettiklerini söyler. Anadolu ile Suriye'yi birbirine bağlayan önemli bir ticaret yolu üzerindeki Antakya'nın fethi sonucu, sınırları Haleb'e dayanan Kutalmışoğlu Süleyman Bey ile Sultan Melikşah'un kardeşi Dımışk Meliki Sultan Tutuş arasında bölgeye hakim olma konusundaki mücadele nihayet birbirleriyle akraba olan bu iki Selçuklu kumandanını karşı karşıya getirdi. 5 Haziran 1086'da Haleb yakınında yapılan savaş bir başka Selçuklu Meliki, Sultan Tutuş'un hakimiyetine girdi. Bu kanlı mücadeleden bir süre sonra 1086 yılı Aralık ayında Haleb'e gelen büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, Tutuş'u sadece Dımışk (Şam) meliki olarak bırakıp Antakya'ya Yağı-Sıyan'ı vali tayin etmek suretiyle kenti doğrudan doğruya imparatorluğa bağladı. 1091 yılı eylül ayındaki şiddetli depreminin Antakya'da büyük tahribat yaptığını, surların büyük bir kısmı yıkılırken, kulelerin devrildiğini, bir çok insanın yıkılan evler altında can verdiğini Urfalı Mateos'dan öğrenmekteyiz.
     
  10. Özgür

    Özgür Administrator Site Yetkilisi

    1071 Malazgirt zaferinden sonra büyük bir hızla hakimiyet altına aldıkları Anadolu'yu, Türkler'den temizleyerek Bizans'a geri vermek, mukaddes toprakları tekrar Hıristiyan alemine kazandırmak, Hıristiyan hacıların ve seyyahların Kudüs'e gidişlerindeki Selçuklu engelini kaldırmak ve Türklerin kontrolü altına girmiş olan ticaret yollarınıda tekrar eski Hıristiyan hakimiyetini sağlamak gibi çeşitli amaçlar güden ve Papa Urbanus II'nin 27 Kasım 1095 tarihinde Clermont Konsil'inde yaptığı çağrı üzerine organize edilen Haçlı Seferlerinin birincisinde, binlerce atlı ve piyadeden oluşan büyük bir haçlı ordusu, 1096 yazı ile 1097 sohbaharı arasında Anadolu'yu geçti. Haçlılar, 1097 yılı Ekim ayında Antakya Valisi Yağı Siyan'ın hakimiyet bölgesine girerek, 20 Ekim 1097'de Maraş ve Haleb'ten gelen yolların birleştiği Asi Irmağı üzerinde iki muhteşem kule ile korunan Demir Köprü'yü ge çtiler. Ertesi gün, Haçlı liderlerinden Bohemond komutasındaki 4000 atlıdan oluşan öncü Haçlı birliği, 21 Ekim 1097'de Antakya surları önüne gelerek, St. Paul Kapısı karşısına yerleşti. Altın sarısı, yeşil, kırmızı ve diğer renkteki kalkanların erguvan ve altın sarısı bayrakları altında, çelik pulları parlayan zırhlar ve miğferler giymiş 300.000 silahlı olmak üzere, toplam olarak yaklaşık 600.000 kişiden oluşan muazzam ordu, 22 Ekim 1097'de Antakya surları önünde çadırlarını kurdular.
    [​IMG]
    Haçlılar zamanında Antakya Kuşatması
    [​IMG]
    Ortalama 5 km. uzunlukta ve bir buçuk kilometre genişlikteki bir düzlüğü baştan başa kaplayan büyüklüğü içinde evleri, çarşıları, Silpius Dağı eteklerindeki zengin villaları ve sarayları ile Seleucoslar zamanında yapılıp Bizans döneminde onarılarak tahkim edilen ve tepelerin zirvelerini takip ederek Asi'ye kadar inen, 360 kule ile desteklenmiş 12 km. uzunluğunda bir zincir gibi kenti çepeçevre saran muazzam surları ile zaptedilmesi imkansız gibi görünen Doğunun Kraliçesi Antakya, Haçlıların hayranlık ve saygı duydukları bir şehir olarak önlerinde durmakta idi. Kentin bu muhteşem görünümü, Haçlıların dini duygularını bir kez daha coşturdu. Hz. İsa'ya inananlara ilk kez Hıristiyan adının verildiği bu kent, Hıristiyanlığa hizmet etmiş çok sayıda şehit, aziz ve alemi bağrına basmış ve bu inanç uğruna çok sayıda mucizeye sahne olmuştu.
    Haçlıların Antakya kuşatması Tam ekran için Tıklayınız...
    Kentin ana giriş kapıları, Halep yönünde St. Paul Kapısı, Daphne (Harbiye) ve Lazkiye yönünde St. George Kapısı, İskenderun ve St. Simeon (Samandağ veya Süveydiye) yönünde Asi üzerindeki tahkim edilmiş bir köprüden sonra geçilen Köprü Kapısı idi. Köprü Kapısının kuzeydoğusunda yer alan Dük Kapısı ile bunun doğusundaki Köpek Kapısı, kente açılan diğer kapılardı. Haçlılar, St. Paul Kapısı ile Dük ve Köpek kapılarının karşısına yenleşip, kenti önceleri sadece kuzey ve kuzeydoğu yönünden kuşatacak şekilde dağıldılar.
    [​IMG]
    Haçlıların Antakya' yı Zaptedişi Tam ekran için Tıklayınız...
    Bu dağılımda Tarento Kontu Bohemond St. Paul Kapısı'nın karşısındaki alana yerleşirken, Normandie dükü Robert ile Flandre kontu Robert onun sağında yer aldılar. Toulouse kontu Raymond ile Le Puy Piskoposu Adhmar de Monteil ve Lorraine dükü Godfroi de Bouillon, Köpek Kapısı ile Dük Kapısı karşısından, Asi'nin batıya dönerek surlara yaklaştığı alanda birliklerini konuşlandırlar. Haçlı ordusunun geri kalan bölümü, Bohemond'un arkasında ihtiyat kuvvet olarak beklemekteydi.
    Şimdilik, Köprü Kapısı ile St. George Kapısı'nı serbest bırakan Haçlılar, kendilerine takviye gelecek şekilde olan İskenderun ve St. Simeon limanına bağlantı sağlayan ve Türklerin, Asi'nin karşı tarafı ile ilişkisini kontrol altında tutacak bir Sal Köprü inşa ettiler ve Türklerin hurüc hareketleri ile zaman zaman sur dışına çıkarak Haçlı kampına verebilecekleri zararı azaltacak tedbirleri almaya başladılar. Bu ciddi tehdit karşısında, elindeki 20.000 piyade ve 7.000 atlı ile Antakya'yı savunma durumunda olan kentin valisi Yağı-Siyan bir yandan surları tamir ve tahkim ettirip nüfuzlu Hıristiyanları kent dışına çıkarırken, diğer yandan, başta metbuu Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Berkyaruk olmak üzere Haleb Meliki Rıdvan, Şam Meliki Dukak, Diyarbekin Artuklularından Sökmen, Sumeysat Emiri İlgazioğlu Süleyman ile civarlardaki diğer melik, emir ve Türkmen beylerine Antakya'ya yardıma gelmeleri için çağrıda bulundu. Aralık 1097 ortalarında, Şam Meliki Dukak, Atabeğ Tuğtekin ve Yağı-Siyan'ın oğlu Şems üd-devle'nin katılımıyla oluşan bir ordu, Antakya'ya yardıma gelirken Haçlılar tarfından bozguna uğratıldı ve Hama'ya geri çekilmeye mecbur kaldı. Şubat 1098'de Diyarbekir Artuklularından Sökmen ve Hama emiri komutasındaki ikinci bir kurtarma ordusu da Haçlılar tarafından geri püskürtüldü. Yağı-Siyan'ın yardım çağrısına en güçlü cevabı Musul Emiri Kerboğa vermiş ve daha sonraları (Mayıs 1098 başında) büyük bir kuvvet ile Antakya'ya doğru hareket etmiş ve kenti, Haçlıların eline geçmesinden sonra kuşatmıştır. Antakya kuşatması sırasında, gerek birliklerin yorgun olması ve gerekse son derece iyi tahkim edilmiş surlara saldırmak için yeterli malzeme ve techizata sahip olmamaları nedeniyle ağır kayıplar verebilecekleri ihtimali karşısında kente hücum etmekte tereddüt eden Haçlılar'ın bu kararsızlığını değerlendiren Yağı-Siyan'ın zaman zaman yaptığı hurüc hareketlerinde verdikleri zayiat yanında hızlı tükettikleri erzakın bitmesi ile başlayan açlıkla mücadele ederek geçirdikleri zor günlerde ağır kayıplar verdiler. Bu olaylar sonucu Haçlı mevcudunun yedide biri açlıktan öldü. Kuşatmanın ilk günlerinde kendileri ve hayvanları için aylarca yetecek kadar yiyecek stokları bulunan Haçlılar, akılsızca tükettikleri bu erzakın kısa süre içinde bitmesi ile büyük bir kıtlık içine düştüler. Kuşatmanın üçüncü ayından sonra açlığın pençesinde kıvranmaya başlayan Haçlılar, bitki kökleri, çeşitli otlar, sürüngenler, at, eşek, deve, köpek ve fareleri yiyerek açlıklarını bastırmaya çalışırken, giderek artan kıtlık karşısında ölü Müslüman askerlerin gömülü naaşlarını çıkarıp yemişlerdir. Açlık ve yoksulluk bütün acımasızlığı ile Haçlı kampını kasıp kavururken, Haçlılar arasında bulunan ve her gün kente giderek Haçlıların planları, sıkıntıları ve ümitsizlikleri hakkında bilgiler veren Suriyelilere göz dağı vermek amacıyla, Haçlıların yaptıkları akıl almaz vahşetin hangi noktaya vardığı, Guillaume de Tyr'den naklen öğrenilen bilgilere göre özet olarak şöyledir: "Bir akşam üzeri Bohemond'un emri ile hapisten çıkarılan esir Türklerden birkaçı kazığa geçirilerek, hemen orada yakılan büyük bir ateşte akşam yemeği için hazırlanan bir et gibi kızartılmış ve Haçlı liderlerinin ortak kararı gereğince bundan sonra kampta yakalanacak Türklere ve casuslara bu şekilde davranılarak, Haçlı liderlerine ve askerlere yenecek et olarak kullanılacağı, aynı akibete uğramak istemeyenlerin kamptan uzak durmaları ihtarı yapılmıştır. Bu tüyler ürpertici olaya şahit olanların anlattıkları kısa sürede doğunun bütün kentlerine yayılmış ve oralardaki halkı dehşet içinde bırakmıştır.
     
  11. Özgür

    Özgür Administrator Site Yetkilisi

    1268 yılı başında, Mısır'dan yola çıkan Memluk Sultanı Melik Zahir Baybars (1260-1277), önce Yafa'yı, daha sonra da önemli bir Haçlı üssü olan Beafort Kalesi'ni zapttettikten sonra 1 Mayıs 1268'de Trabulus (Tripoli) önlerine geldi. Kentin kuvvetli bir birlik tarafından savunulması, Baybars'ın kente hücumdan vazgeçerek kuzeye doğru harekete devam etmesine neden oldu. St. Simeon (Samandağ) Limanı'nın zaptedilmesinden sonra büyük bir ordu ile H. 666 yılının Ramazan ayının ilk günü (15 Mayıs 1268) Antakya surları önüne geldi ve kenti kuşattı.
    [​IMG]
    Melik Zahir Baybars Sikkesi
    Bu sırada Antakya Prensi Bohemond VI, Trabulus'ta bulunmaktaydı ve kent Bohemond'un karısı ile akrabaları olan Antakya konnetablı (valisi) Simon Mansel'in yönetimindeydi. Haçlılar tarafından onarımı ve takviyesi yapılmış olan surlar, daha önce Tripoli Kontluğu'nu desteklemek amacıyla bazı birliklerin gönderilmiş olması nedeniyle az sayıda Haçlı tarafından savunulmaktaydı. Kuşatmaya engel olmak amacıyla yapılan bir hüruc hareketi başarısızlıkla sonuçlandı ve Mansel, Memluklere esir düştü. 18 Mayıs 1268'de saldırıya geçen Memluk ordusu, Antakya'nın uzun süre direnmesine imkan vermedi ve surların Silpius'a yükselmeye başladığı bir noktadan kente girmeyi başardı. Böylece yüzyetmişbeş yıldan beri süren Antakya Prensliği halindeki son Hıristiyan hakimiyeki nihayet buldu ve Antakya bir daha el değiştirmemek üzere İslam hakimiyetine geçti.
    Kente giren Memluk askerleri surların kapılarının ahaliden hiçbir kimsenin kaçmasına imkan vermeyecek şekilde kapatılmasından sonra bütün erkekleri öldürerek büyük katliam yaptılar. Öldürülen 17.000 kişinin yanısıra, içlerinde soyluların da bulunduğu kadınlar, erkek ve kız çocuklarından oluşan 100.000 kişiyi esir aldılar. Bunların bir kısmını esir pazarlarında yok pahasına satarken, bir kısmını da götürdüler. Antakya, Frank şehirleri içinde en zengin olanıydı. Yağmalanan altın ve gümüş ziynet eşyaları tepeler oluştururken, altın paralar Memluk askerleri arasında taslar dolusu olarak paylaşıldı. Uzunluğu itibariyle İstanbul surlarından sonra ikinci sırayı alan muhteşem surlar tahrip edildi. Kent acımasızca yağma edilirken, başta St. Paul Kilisesi Katedrali olmak üzere bütün kiliseler, saraylar, şatolar ve bütün güzel yapılar yakılıp yıkılarak, kent adeta harabe yığınlarından ve çölden ibaret bir hale getirildi. Antakya'nın düşmesi Hıristiyan alemi için çok büyük bir darbe oldu ve Kuzey Suriye'deki Hıristiyanlığın çöküşünde hızlandırıcı rol oynadı. Ticaretin başka bölgeye kayması nedeniyle kentin ekonomik gücü kalmadı. Suriyede'ki Ortodoks ve Jacoben Kiliseleri Şam'a taşındı. Antakya bir daha hiçbir zaman Antik çağdaki eski parlak günlerine dönemedi. Önceleri bir Roma mabedi iken, daha sonra kilise ve nihayet islam hakimiyeti döneminde cami haline dönüştürüldüğü konusunda kaynaklarda birbirinden farklı bilgiler bulunan Habib Neccar Camii'nin medrese duvarlarında, üzerinde Baybars'ın adı (El Melik üz-Zahir) bulunan bir kitabenin varlığı, buranın en azından Memluklar döneminden beri bir cami yeri olduğunu göstermektedir. Depremlerden zarar gören cami ve minaresi bir çok kez yenilenmiştir. Asi üzerindeki değirmenlerin bir kısmının dahi Memluklu döneminden kalma olduğu rivayet edildiği gibi, ayrıca Baybars'ın bir vakfiye düzenlediği bugün dahi mevcut olan Cündi Hamamı ile ilk Osmanlı tahrirlerinde yer alan camilerin de Memlukler zamanına ait olmaları mümkündür. Memlukler devrinde Gaziantep gibi Antakya da sadece Türklerle meskun olup, Sultan Baybars devrinde (1260-1277) Antakya ile Gazze arasında yaşamakta olan ve kırk bin haneden fazla olan bir nüfus oluşturan Türkmenler, Antakya Prensliği'nin sona erdirilmesinde Baybar'a yardım etmişlerdir. XI. yüzyılın ilk yarısında kenti ziyaret etmiş olan Bertrandon de la Broquiere, Antakya'nın 300 haneden fazla olmayan ve hemen tamamı Türkmen ve Araplardan ibaret hayvancılıkla geçinen bir nüfusa sahip bulunduğunu söyler. Memluk devleti idari taksimatında Antakya, Suriye (Şam) eyaletinin adı naibliğinden, Haleb naibliğine bağlı bir küçük naiblik olarak yönetilmiştir. Haleb Naibliği, devletin kuzey sınırında olması nedeniyle Moğollar, Türkmen ve daha sonra Osmanlılar ile olan ilişkilerde önemli bir merkez görevi yapmıştır. Memluklerin kuzey komşusu olan Dulkadirli Beyliği, güneydoğu Anadolu'nun bir kısmını kontrolü altında tutmasına rağmen genellikle Memlukler'i metbuu olarak tanımış, zaman zaman Memluk topraklarını istilaya kalkışmış ve Kudüs'e kadar uzanan bir alanda söz sahibi olmuştur. XV, yüzyılın ilk yıllarında Anadolu ve Suriye'nin istilası programı içinde Sıvas'ın fethinden sonra güneye yönelerek Malatya, Haleb, Hama, Humus, Baalbek ve Şam'ı istila eden Timur'un Suriye'den çekilmesi sırasında, bu bölgede yağma ve talan yapan Dulkadırlı Türkmenleri ile Köpeklu Türkmenlerini cezalandırmak amacıyla 5.000 kişilik bir kuvvet Antakya tarafına yollanmıştı. Asi Nehri boyunca hareket ederek Antakya yakınlarına kadar gelmiş olan Timur'un birlikleri bölgedeki Türkmen aşiretlerini şiddetli bir şekilde cezalandırırken yağma ve talan olaylarında da neden olmuşlar ve kısa bir süre sürdürdükleri bu harekattan sonra bölgeden ayrılarak Haleb'teki ana birliklere katılmışlardır. Dulkadıroğulları Beyliği'nde, 1480 ile 1515 yılları arasında beylik yapmış olan Alaüddüvle Bozkurt'un, beylik merkezi Kahramanmaraş ile Gaziantep, Bahçe, Kadirli, Elbistan ve Bozok'tan başka Antakya'da da cami, medrese, imaret, türbe ve zaviye gibi tesisler inşa ettirdiği İ. Hakkı Uzunçarşılı tarafından belirtilmekte ise de bu eserlerden Antakya'da bulunanlar hakkında bir açıklama mevcut değil.
     

Bu Sayfayı Paylaş