-Sabahı getirene dek kalamaz mısın uykumda? -Gitmek zorunda olanlar cümle kurma yetisini de kaybediyor sanırım. -Sus ama biraz daha kal… -Terk etmek ibadettir bazı Tanrıların nazarında! Kulağımda nihilist bir kemanın hıçkırıklar içinde ağlayışının yankılandığı o sus pus gecede, koynumda bir satır boşluk bırakmıştım senin için. Gayet de makuldü bence mevkii olarak. Dedim ki; nasılsa gelir de kırık dökük dahi olsa manidar bir cümlesini iliştirir yanıma, hiç değilse üç nokta koyar. O da mı olmadı? Yahu biliyorum kesinlikle esirgemez bir soru işaretini benden. Fakat yanıldım işte; keza tepkisini yeterince ortaya koyamayan soğukkanlı bir ünlemden başka hiçbir hatıranı bulamamıştım odamda, hani o sensizliğe ilk uyanışımda... Bu aşk, dağın fare doğurmasıydı bir bakıma ve orada hemen ameliyat masasında evladımızın adı “Veba” olsun diye diretmiştin sen. Gülmüştün de üstelik dudaklarının tüm vahametiyle. -ki o zamanlar öyle işveyle güldüğünde, çadırı epey ihtiyarlamış koca bir sirk kurulurdu benim göğsüme. Öyle tatlı bir telaş ki sorma! İçimde asırlardır ehemmiyetle konuşlanmış olan o korkunç hüzün yerini makul bir neşeye devrederdi. Devir-teslim törenine kimsesizliğimin önde gelenleri de bizzat katılırdı. Ben her şeye seyirci kalırdım! Veba, aslında karamsar bir o kadar da hastalıklı bir isimdi evet. Lakin ben kabul etmeliydim neticede, sözün özünde aşkımızın kimyasına aykırı bir şey yoktu çünkü. Veryansın ettiğim bir kibrit çöpü gibi. Üretiminde tütünden çok efkâr kullanılmış bir sigarayı karanlığın yüzüne karşı yakmak gibi. Babalıkla ilgili deyimlerde sürekli alay konusu edilen dürtülerim gibi. Evlatlıktan reddettiğim bebek imgeler gibi. Şairliğimin toprak altında üşüyen yanıydın. Tüm bunlara rağmen seni yani yüreğimin yetimliğine rağmen seni, fevkalade seviyordum. Ne gariptir ki senin tanımınla aşk, bir insanı rağmen’leriyle sevmekti. “Hiçbir şehir kabullenmeyecekse bizi, bir şehir kurmalı sıfırdan… Kiremit damlı binaların arasında tek göz evimiz olmalı. Köprüler de icabında yıkılmalı!” diyordun. Susup senin bu prototip düşlerinin büyük çığlıklara dönüşmesini izliyorduk. O sıralar gidebileceğin, aklımın ucundan geçmezdi. Aklımın uçsuz bucaksız oluşu bu deyimin burada kullanılmasına engel değildi. En nihayetinde gittin, ‘gitmek’ bulaşıcı bir hastalıkmış gibi ya da aşkımıza ad verdiğimiz o hastaneden kaptığım enfeksiyon gibi benim de damarlarıma büsbütün yayılmıştı. Öleceğime kesin gözüyle bakılıyordu. Doktorların da maaşları oldukça düşüktü hay aksi, yani hayat kurtarmak için yetmiyordu. Ama yapamadım, bu ecele de afili bir çalım atarak Tanrıyla olan mukavelemi bozdum. Kimsesizliğim bile haczedildi sonra, ortada kaldım! Şimdilerde geçimsiz hallerimi muhlis bir huzurevine yatırdım. Ve sana asla reddedemeyeceğin birlikte yaşayacağımız bir ölüm şeklini teklif ediyorum. İyi niyetimi teyit edersen, iğfal ya da iğdiş edilmiş tüm hislerini huzura kavuşturmayı öneriyorum. Bana geri dön diye sana bütün özgürlüğümü sunuyorum; -Lebbeyk ulan lebbeyk! Özgür Gümüşsoy