Gotik Heykel Sanatı

'Güzel Sanatlar' forumunda Uygu tarafından 26 Eyl 2012 tarihinde açılan konu

  1. Uygu

    Uygu New Member

    Üç yüz elli yıl Gotik heykel olarak adlandırılması uygun görülen sanat XII. yy ortaları ile XVI. yy başları arasındaki bu uzun dönemde gelişmiştir. Bu da söz konusu tanımın ne kadar hassas olduğunu gösterir. Ancak, mistik düşünceden ve roman üslubunun kurallarından yavaş yavaş uzaklaşma özellikleriyle bağımsız bir sanat olarak kabul edilmeyi de hak eden gotik heykel, dini niteliğini korur, ama İsa ile ilgili sahneleri bırakarak daha çok Meryem’in yüceltilmesine yönelir. Kutsallık, bu sanata dindışı bir zevkin izlerini de taşımaktadır. Hareketlerin ve elbiselerin yumuşayan çizgileri günlük yaşamı yansıtmak ister gibidir. Gerçek ideale, içlemin yoğunluğu sonsuzluk karşısındaki kayıtsızlığa, gözalıcılık ve ayrıntı merakı gize baskın çıkar. Mimarlığın baskısının giderek azalmasıyla heykel kurtulur ve kendi kimliğine kavuşur.

    Kentlerde çıkar ilişkilerinin gelişmesiyle burjuvaların rolünün arttığı, karşılıklı ilişkilerin hızlanmasının fikir alışverişine, sanatçıların ve eserlerin dolaşımına zemin hazırladığı, bilimsel düşüncenin sanatı daha ansiklopedik hale getirdiği, doğanın bilimsel yaklaşımla tanınmasıyla kengel veya palmiye yaprağından çok meşeyi, akağacı veya eğreltiotunu dile getirmeye çok daha elverişli yeni bir süsleme dili yarattığı, yaşama zevkiyle ölüm acısının yüzlere yansımasına izin verildiği daha kentleşmiş bir toplumda ikonografi gibi üslupta yepyeni arayışlarla Ile de-France’tan başlayan bu yeni buluşlar çeşitli ulusların plastik yeteneğiyle daha da zenginleşerek tüm Avrupa’ya yayılır.

    Saint Bernard, fantastik hayvanlara karşı savaş açarken Suger’nin yeni bir estetik tanımlamasına yardım etmiş mi oluyordu? Bu estetikte çizgilerin duruluğu ve hareketlerin ölçülülüğü, manevi alemin sakin bir tasviriydi. 1140’ta, Saint-Denis manastırının taçkapılarını süsleyen Kitabı Mukaddes’ten alınma kral ve kraliçenin sütun heykelleri, uzun ve hareketsiz gövdelerinin huzur dolu havasıyla roman kargaşasından iyice uzaklaşmış oluyordu. Bu eser kayıptır, ama aynı formülün tekrarlandığı, uyarlandığı ve zenginleştirildiği Chartres’ın kral kapısı, ardından da Etampes, Bourges, Le Mans’ta onun görkemini sürdürme Daha önce Angers’te incecik, paralel kıvrımlar halinde dökülen har maniler giymiş bu heykeller, yumuşamıştır; hareketler belirtilmiş ve hacim kazanmıştır.



    1170-1185 arasında, yetenekli bir usta Senlis Katedrali’nin taçkapısında Saint ve Chartres’daki yaklaşımlara yeni bir biçim verir. Kapı şevinde yer alan, dökümlü giysilerine daha esnek hareketlerin eşlik ettiği heykeller, ne yazık ki çok yıpranmıştır.

    Heykelde ikonografi de yenilenmiştir. Meryem’in ölüm döşeğinin çevresinde çocuksu canlılıkla dolu melekler, ruhunu, onu onurlandıran İsa’ya götürmek için koşuşturmaktadır. Meryem kültünün artan coşkusu, bu motif görülmemiş bir gelişme kazandıracaktır. Sütun-heykellerin kaidelerine, takvim sahneleri işlenmiştir. Mistik duygulardan insan emeğine kadar bütün varlıklara yayılan bir yaşam titreşimi sezilir.

    Laon Katedrali’nde tek bir bakışla kurtuluşun bütün hikâyesi kucaklanmak istenir. Antik plastik anlayışı çok iyi bilen Laon heykelcilerinin sanatı, simgesel bir dille Eski ve Yeni Ahit, tanrısalla insani arasında bir bağlantı kuran, o dönemdeki tiplemeler üzerine kurulmuş sağlam bir söyleme hakim olmada bir dönüm noktasıdır.



    1194’teki yangından sonra Chartres Katedrali, gotik estetik anlayışın yeni kurallarına göre inşa edilir. Görkemli taçkapıların kesişme yerlerindeki ikonografi genişler; sütun-heykeller katılıklarını kaybeder; insanlık dramından kaygılı ahnlann işlendiği gururlu başlar döner, eğilir, bireyselleşir. İnsanın güzelliği, güney taçkapisının aynasındaki Isa’da görüldüğü gibi, her yerde yüceltilir.


    Aynı yücelik, Paris Notre Dame Katedrali’nde, belki de daha çok, doğa ve bitkisel süsleme zenginliğiyle kendini gösterir. Amiens Katedrali’nin, yapımına 1220’de başlanan ve on beş yıldan daha az bir sürede bitirilen batı cephesi, bu dönemdeki heykel grupları içinde en bütünlük gösterenidir. Elbise kıvrımları daha ağır, hareketler basit ve doğal, yüzler köylü tipli, hikayelerse renklidir.

    Reims atölyesi Amiens’le hemen hemen çağdaştır. Birçok atölye, o güne kadar asla erişilmemiş en karmaşık bir programı gerçekleştirme amacıyla XIV. Yy.a kadar birbirini izleyecektir. Yapının her ye anıt al heykelin doruğunu simgeleyen son derece zengin süslemeler kaplar. Tasvirlerdeki coşku, dini duygulardaki yeni eğilimleri yansıtır. Eskinin ksı ağırbaşlılık yaşamı yücelten güçlü doğa duygusu profillerdeki sertlikle bir gülümseyişte beliren Tanrı’nın lütfu yan yanadır.

    Bir okul oluşturan kuzey sanatı, güneye de yayılır, ama Reims’ın canlılığına asla ulaşamadan kendi kendini tekrarlar, hantallaşır. XIII. yy’ın ikinci yansında, atölyeler her yerde sürüp gider: heykel sanatı, katedralin artık veremediği yeni bir soluk arayışındadır.

    Büyük Fransız katedrallerinin atölyelerinde doğan yepyeni bir sanat, Avrupa’nın değişik köşelerine çeşitli gelişmelere göre yayılır. Mesela uzun süre roman geleneklerine bağlı olarak kalan İspanya’da, Mu, yüzyılın başlarında tamamlanmış olan Santiago de Compostela’nın Zafer Kapısı, büyük bir plastik yoğunlukla Fransa’daki katedrallerin taçkapılarını ele alır. Doğu’da, Fransa’nın Strasbourg kentinde, peş peşe birkaç ufak başarının ardından, yavaş da olsa gelecek vaat eden saygın bir gelişme başlar. En önemli eserlerinden Meryem’in Ölümü (katedralin iki güney kapısından birinin alınlığı), acının korkunç bir şiddete dönüştüğü, gerçekten son derece de sarsıcı bir üslup ortaya koyar.

    Alman heykelcilerse gerçek yeteneklerini daha çok Saksonya kentlerinde ve Franken bölgesinde gösterirler. Bamberg Katedrali’nde birbirini izleyen atölyelerin esin farklılıklarının ötesinde, mesela Chartres’ın vitraylarında resmedilen ünlü, peygamberleri omuzlarında taşıyan havariler motifinin taşa geçirilişinde kullanılan yepyeni bir ikonografi üslubu kendini kabul ettirir. «Son Yargılama konu alan alınlıktaki, kaderin sillesini yemiş insanların yüzleri Reims’taki huzurlu yüzlerle son derece ters düşen bir gerginlikle çizilmiştir.



    XIII. yüzyılın sonlarında Naumburg Katedrali’ndeki, mimariye karşı bağımsızlığını kesin olarak kazanmış heykeller, dönemine Alman hayal dünyasına damgasını vuran sağlam bir üslup bireyin karakterini ustaca aktarmaktadır.

    İtalyan heykeliyse, daha kesin bir özgünlükle ve büyük bir verimlilikle kendini gösterir. Bu ülkenin sanatçıları tarafından mezarlara ve vaiz kürsüsüne verilen ağırlık, plastik sanatları mimariden gerçek anlamlı ayrılmasını sağlar. Antikçağ’ın etkisi ve Giotto’nun ışığı, Pisa, Sienna ve Floransa’yı Fransız tarzına pek de açık olmayın merkezler haline getiren Nicola Pisano ve oğlu Giovanni, Amolfo Di Cambio, Tino Di Camaino, Andrea Pisano ve oğlu Nino, Andrea Orcagna gibi ustalarca temsil edilen büyük bir heykelciler hanedanının doğmasını yol açar.

    Alıntı
     

Bu Sayfayı Paylaş