Kıyısı Olmayan Deniz...

'Din ve İslam' forumunda zipper tarafından 21 May 2013 tarihinde açılan konu

  1. zipper

    zipper quae nocent docent

    [​IMG]

    O’ndan söz etmeye en çok O’nu görenlerin hakkı vardı ve onlar konuşmaları istendiğinde anlatmaya nereden başlayacaklarını bilemezlerdi.

    Vahiy katibi Zeyd bin Sâbit, O’nu anlatması istendiğinde duraklamış, “Eğer bütün hallerinden ve sözlerinden sual ederseniz, O kıyısı olmayan bir denizdir. Fakat bazı hallerinden sorarsanız, layıkıyla haberdar olduğum şeyleri anlatabilirim,” demiş ve bir peygamber olmasına rağmen O’nun dost meclisindeki konuşmalara nezaketen nasıl iştirak ettiğini paylaşmıştı can kulağıyla kendisini dinleyenlerle: “Biz bazı dünya işleri konuşacak olsak, kendileri dahi ahlaklarının mükemmelliğinden bizimle dünya işleri konuşurlardı…”

    Kötülere güler yüz göstermenin O’nun yüksek davranış biçimlerinden olduğunu ise arkadaşı Amr bin Âs’tan öğrenmiştik: “Allah’ın elçisi kavmin en kötülerine güler yüz gösterip, lütuf ve kerem ile bakar ve iltifatlarda bulunurlardı ki, aralarında oluşacak sıcaklık ve yakınlıkla, İslam’ı kabulleri kolaylaşsın…”

    Emrimiz altındaki kişilere iyi davranmamız gerektiğini söylemekle yetinmedi O. Kendisine hizmet verenleri hoş tutarak bunun nasıl yapılacağını da gösterdi. Enes bin Mâlik anlatıyor: “Ben Allah’ın elçisine on sene hizmet ettim. Bana bir kere ‘öf’ demediler. Verdiğim hizmette bir kusurum olduğunda, ‘Bu işi neden böyle yaptın!’ diye kızmadılar. Yapmam gereken bir işi unutmuş ya da yapamamış olsam, ‘Bu işi neden yapmadın!’ diye azarlamadılar.”

    Ayıplarını insanların yüzüne vurmazdı O. Hoşlanmasa dahi bazı hallerinden, insanların arasında onları üzmemek için susmayı tercih ederdi. Bunu da Enes bin Mâlik anlattı bize: “Bir gün Allah’ın elçisinin huzuruna bir adam geldi. Sürdüğü sarı renkli bir koku yüzünden rengi değişmişti. Bu durumdan hoşlanmamasına rağmen bir şey söylemedi ona Peygamber. Zira O, bir kimsenin üzüleceği şeyi yüzüne karşı söylemez ve kimsenin ayıbını yüzüne vurmazdı.”

    Sadece kelimeleriyle değil, eliyle de dövmedi kimseyi. Sevgili eşi Ayşe annemizden işittik bunu: “Resulullah Hazretleri gazalar dışında mübarek eliyle hiçbir şeye vurmamıştır. Ne bir hizmetkârına vurdu ne bir eşine.”

    Kıtlıkta aç bir adam bir bahçeden hurma toplayıp yemiş, bunu gören bahçe sahibi adamı dövmeye kalkmıştı. Manzaraya şahit olan Hz. Peygamber ise bahçe sahibine şu unutulmaz sözle hitap etmişti: “O cahildi, sen ona öğretmeliydin. O açtı, sen onu doyurmalıydın!”

    Kolay olanı tercih etti hep. Yeter ki Allah’a isyan olmasın bu eylemde. Yaşlıları ve çocuklu anneleri düşünüp cemaatle kılınan namazların uzatılmamasını istedi arkadaşlarından. “Allah’ın elçisi iki iş arasında bir seçim yapmak zorunda kalsa, kolay olanını seçerlerdi,” sözü de aynı kaynaktan.

    Yalnız sahip olduklarını değil sahip olmadıklarını da borçlanarak verecek kadar cömertti. Ömer bin Hattab anlatıyor: “Bir kimse Allah’ın elçisinin huzuruna gelip bir istekte bulundu. Bunun üzerine Peygamber o kimseye; ‘Yanımda sana verecek bir şey yok. Lakin beni borçlandırarak istediğin şeyi satın alabilir, durumum elverdiğinde o borcu sahibine veririm,’ buyurdu.”

    Günahkârların toplumdan dışlanmasına karşı çıkar, onları kazanmaya çalışırdı. Bir sarhoşa, “Allah sana lânet etsin!” diye bağırarak tartaklayanlara şu sözlerle karşı çıkmıştı: “Ona lanet okumayın! Allah’a yemin ederim ki, ben onu tanıyalı beri o hep Allah ve elçisini sever!”

    Ayrıcalıklı muamele görmekten hoşlanmazdı. Bir yolculukta mola sırasında iş taksimi yapılırken, Hz. Peygamber, “Ben de ateş için odun toplayayım,” diyerek harekete geçmek istemiş, sahabiler, “Ey Allah’ın elçisi! Siz dinlenin biz hallederiz o işi!” dediklerinde şöyle buyurmuştu: “Bir topluluk içinde ayrıcalıklı bir konumda bulunmak istemem. Allah da hoşlanmaz bundan.”

    İnsan onuruna saygı duyardı. Medine’de bir meydanda dostlarıyla otururken, bir cenazenin götürüldüğünü görüp cenaze geçene kadar ayakta durmuş, sahabileri “Ey Allah’ın elçisi, bu bir Yahudi’dir,” diye uyarmaya kalkınca, “Fakat aynı zamanda bir insandır,” cevabını vermişti.

    O’nun güzel davranışlarından yalnız insanlar değil, hayvanlar da paylarını alıyorlardı. Devesini aç bırakan bir adama, “Konuşamayan bu hayvana bakarken, Allah’tan korkmuyor musun!” demiş, dağlanmış bir merkebi gördüğünde, “Allah’ın laneti dağlayanın üzerinedir!” buyurmuştu.

    O tevazu içinde yürüdü yeryüzünde. Başı hafifçe öne eğik, ayaklarını sürtmeden, bir yokuşu iner gibi. Vakar ve sükûnetle attı adımlarını. Hangi yoldan geçse, güzel bir koku kapladı etrafı. O’nu tanımayanlar bile kokusunu duyduklarında, oradan Allah’ın elçisinin geçtiğini anladılar. Kıyısı olmayan denizden derin bir dalga vurdu bütün evlere: “Din, muameledir.”

    A.ALİ URAL
     

Bu Sayfayı Paylaş