Hani bazen, daha başımızı yastıktan kaldırır kaldırmaz o günün çekilmez olduğuna karar veririz ya. Sanki tüm gece yük taşımışız gibi yorgun, bitkin ve hiç dinlenmemiş gibi isteksiz başlarız ya güne. Başlamak bile istemeyiz, kalan günümüz tavana bakarken geçsin isteriz ya… Hani bazen, uyandığımızda bir önceki günü tekrar mı yaşıyoruz, yoksa rüyamızda da aynı şeyi mi gördük ona karar veremeyiz ya. Her günün bir önceki gün imiş gibi görünmesi daha bir batmaya başlar ya gözümüze. Her gün aynı saatte uyanıp, aynı saatlerde aynı şeyleri yapıyor olmak çekilmez kılar ya hayatı. Bir bıkkınlık çöker ya ruh halimize… Hani bazen, çekip gidesimiz gelir ya. Hani o, telefonun çekmediği, insan sesinin olmadığı, sadece doğayla baş başa olacağımız yerlere. Çoban olasımız gelir mesela… Ya da sanki çok ünlü biriymişiz gibi, yabancı kalabalıklarda kendimizi kaybetmek isteriz ya. Hayata yeniden başlıyormuşçasına, yeniden bir yön çizmek isteriz ya kendimize… Bir türlü başlangıç enerjisini bulamayız ya kendimizde… Hani bazen, içimizde fazla şarzedilmiş bir ruh varmış gibi hissederiz ya. Bir türlü enerjisini salıveremeyen… Sebepsiz bir huzursuzluk hali hiç anlamadan kuşatır ya içinizi. O içiniz, dışarı çıkmak için bedenin duvarlarına durmadan çarpar ya sanki. Gergin kalkar, gergin dolaşır, gergin yatar ve asla rahat uyku çekemezsiniz ya. Üstelik tüm bunların sebebinin dışarıdaki insanların çok daha duygusuz, çok daha bencil, çok daha anlayışsız olduğuna bağlarsınız ya. Böyle zamanlarda daha bir gerçek kişilikleri ve niyetleri çözdüğünüze kanaat getirirsiniz ve onlardan uzaklaşma ihtiyacı hissedersiniz ya. Her zaman duyduğunuz ama tahammülde zorlanmadığınız sözler, kulağınızda ağırlaşır, manalaşır, yüksek volümde beyninizde karşılığını bulur ya. Bu sebeple anladığınız anlamda, aynı volümde karşılık verir, hatta asla karşılıksız bırakmamayı düşünürsünüz ya. Bedeniniz daha bir gergin, mideniz daha bir şiş, tüm iç organlarınız aynı gerginlikten nasibini almış gibi gaz dolanımı sağlar ya. Hani öyle anlarda, yalnızlık ana kucağı gibi gelir ya. Bir an önce eve koşup, o kucağın sıcağında büzülesiniz gelir ya. Hiç telefon çalmasın, hiç kimse gelmesin, kimse bir şey istemesin diye kendinize ayrıyetten birkaç duvar daha örmeyi istersiniz ya… Bütün gece evde televizyon karşısında absürt şeyler seyredip, bol tatlılı menüleri durmadan atıştırma ihtiyacı hissedersiniz ya. Hani aynalar daha size karşı acımasız olur ya, kıyafetler de hiç yakışmaz ya eskisi gibi. Cildiniz daha bir sivilceli midir ya da gözenekler daha mı göze çarpıyordur?Yabancılaşırsınız ya bedeninize zaman zaman… Alışageldiğiniz eğlenceli şeyler aynı tadı vermez ya nedense… Kimimizde başkası tarafından hissedilmeyecek kadara hafif, kimimizde daha belirgin, kimimizde hepsi, kimimizde bazısı olur ama olur böyle şeyler… Bunun uzun sürenine depresyon teşhisi koyuyorlar sanırım. Ama bu öyle değil, çok daha kısa süreli… Geçer biliriz ve anlayış bekleriz ya… Sonuçta her ay, birkaç gün… Geçip gidiyor ve her şey normale dönüyor Değil mi hanımlar? ( Başını “bana da oluyor böyle şeyler” tekabülünden sallayan beyler! Yahu size ne oluyor…) Bu aralar bu ruh halinde dolaşan ben... Alıntıdır.