Merhabalar, Bu hikaye benim bir kaç sene önce yazdığım bir hikaye. Umarım beğenirsiniz. Okuduğumuz kitaplar hep İngiltere yada Amerika'da geçen historicallar bende bu hikayeyi yazarken bu historical neden Türkiye'de geçmesin dedim. Umarım beğenirsiniz. Birinci Bölüm Gözlerini açtığında nerede olduğunu ve ne yaptığını hatırlamaya çalıştı. Kesinlikle sarhoş değildi hatırlıyordu Erdinç'le evlenme konusunu tartışıyorlardı. Evlenmek istemiyordu İpek. Tamam uzun boylu, esmer, atletik, gök mavisi gözleri olan hoş bir gençti Erdinç ancak İpek ona hiç güvenmiyordu nedense ve en önemlisi hoşlanıyordu ama aşık değildi. Aşık olmadığı bir evliliği asla düşünemizdi. Ve sonuç olarak Erdinç onu Gölbaşı'nda terk edip gitmişti. Neyse ki iki araba gelişlerdi yoksa o saatte nasıl geri dönerdi Ankara'ya. Arabada ağlayarak anne ve babasının mutlu evliliklerini ve küçük yaşta onları bir kazada nasıl kaybettiğini düşündü. Aileden tek yakını büyük halası vardı. Babasının halası çok varlıklı bir kadın değildi ama aileden kalan tek kişi olarak o büyütmüştü İpek'i. Şaziye Hala. Şaziye Hala hiç evlenmemişti ölene kadar hep o bakmıştı İpek'e adeta bir kızı gibi koruyup kollamış okutmuş mimar olmasına destek olmuştu. 2 ay önce kanserden öldüğünde çok üzülmüştü İpek. O zamandan beri yalnızdı hayatta. En yakın arkadaşı Elçin ve birde Erdinç vardı ama şu andan itibaren sadece Elçin kalmıştı hayatında. Kankası Elçin. Bunları düşünürken bir yıldızın kayd... İkinci Bölüm Uyandığında kendini yerde yatarken bulmuştu. Ne kadar süredir burada bu şekilde yattığını bilmiyordu. Ayağa kalktı ve arabasına gitmek istedi ancak etrafta ne arabası ne de gördüğü lokantalar vardı hiçbir şey yoktu ortalıkta birkaç ağaç ve gölden başka. Etraf çok sessiz ve karanlıktı. Asfalt yola çıkmak için yürümeye başladı. 20 dakika olmuştu ancak yola bir türlü ulaşamadığını fark etti. Ancak hatırlıyordu, bu kadar mesafe yürümemesi gerekirdi. Korkmaya başlamıştı uzaklardan kurtların ulumasını duydu neyse ki yazdı hava sıcaktı. Ama yine de bu korkusunu engellemiyordu. Uzaklardan bir ışık görme ümidiyle yürümeye devam etti. İpek saatlerdir yürüyordu çok yorulmuştu birden hatırladı cebinde cep telefonu vardı. Yardım istemeliydi hemen açtı aramak için o da ne telefonda sinyal yoktu nasıl olurdu reklamlarda her yerden çektiğini hatta dünyanın dört bir yanında çeken ilanlarını görmüştü ama şimdi Türkiye'nin başkenti olan Ankara'da çekmiyordu. Çok sinirlendi... Çok yorulduğunu hissederek bir ağacın yanında dinlenmek amacıyla oturduğunda ne kadar yorulduğunu fark etti ve uykuya daldı. Uyandığında bir çift bal rengi gözün kendisine bakarken gördü. "Nerdeyim ben? Kimsiniz?" dedi. Uzun boylu yapılı kumral genç, "Bende size soracaktım. Kimsiniz ve burada ne arıyorsunuz?" "Yolumu kaybettim" dedi İpek. "Gece saatlerce yürüdüm yorulunca burada sızmışım. Ben İpek. Söyler misiniz neredeyim?" "Çok güzel bir isminiz var" dedi genç ve ekledi ââ¬ÅŞu anda benim arazilerimdesiniz. Ankara'ya atla yarım günlük mesafedeyiz" "Atla mı? Ne demek atla?"dedi. "Saat kaç acaba?" Genç adam yeleğinin içinden kösteğini çıkardı "7.30" dedi İpek o anda fark etti genç adamın üzerindeki kıyafetleri. Çok meraklıydı kıyafetlere İpek eski kıyafetler hakkında bir araştırma yapmıştı lise döneminde ve hemen tanıdı genç adamın giymiş olduğu kıyafeti. Pantolona benzeyen ama birazda şalvarı andıran bir pantolon giymişti. Üzerine ketenden parmak kalınlığında yakalı, önden düğmeli, uzun bileklikli kollu bir işlik giymiş, beline beyaz tiftik şalından bir kuşak sarmış, üzerine de kumaştan bir yelek giymişti. Bir an Ankara zeybeklerine benzetti genç adamı. "Pardon, ben kiminle müşerref oluyorum?" dedi. Genç adam şaşırdı ama belli etmedi. Zaten kızın kıyafetleri de bir garipti. Dar bir pantolon -ki kızlar pantolon giymezlerdi- üzerinde de atlet gibi yarım kollu bir şey vardı. "Benim adım Ademâ" dedi gülümseyerek. "Nerden gelir nereye gidersin anlat da sana yardımcı olayım" dedi. Genç kız başından geçenleri anlattı Ademâ'e. Adem güldü. "Ben hiç öyle makinalar görmedim, bana anlatsana şu makinayı sonra asvalt nedir?" diye sordu. İpek iyice şaşırdı "Nasıl olur Ankara gibi bir yere yaşıyorsun ve arabayı bilmiyorsun?" dedi. "Birde başbakanlarımız medeniyeti doğuya kadar götürdük derler" dedi. Adem "Başbakan kim diye sordu? Ben mektepte okurken anlatmadılar padişahın yada sadrazamın yardımcısı mı?" "Mektep... Padişah.... kuzum ben hangi yüzyıldayım?" diye sordu İpek. "O da sorumu tabi ki 1214 yılındayız onu da bilmeyecek ne var" dedi Adem. "Nasıl 1214?" dedi kız heyecanla "Hicri 1214 yılındayız" dedi. "Aman Tanrım... Aman Tanrım... 1800 yılında mıyım yani!!!ââ¬' dedi İpek çok şaşırmıştı. "İlk dileğim oldu demekâ" Adem şaşırarak sordu "Ne dileği?" diye.
UU pl Türkish Historical yapmışsın bebeğim ..olmadı böyle bir parmak bal çaldın ağzımıza hani bunun bal küpü?