Sabar Devleti - Sabirler ( Çuvaşlar)

Discussion in 'Tarih' started by Uygu, Oct 3, 2012.

  1. Uygu

    Uygu New Member



    M. 5.-6. yüzyıllarda Batı Sibirya ile Kafkaslar'ın kuzey bölgesinde mühim tarihî rol oynadığı, çeşitli yabancı kaynaklardaki dağınık bilgilerin yardımı ile tesbit edilebilen Türk topluluğu Bizans tarihlerinde Sabar, Sabeir, Sa-ber; Ermeni, Süryanî, İslam kaynaklannda sırasıyla Savır, Sabr, S(a)bir, Sebir vb. olarak adlandırılmaktadır. Sabarlann îslav veya Moğol yahut Fin-Ugor menşeden geldiklerine dair iddialar eskimiş ve bugün onların Türk olduğu gerek taşıdıkları ad, gerek tarihî ve kültürel durumlariyle anlaşılmıştır.

    Türlü dillerdeki ses değişmeleri neticesinde farklı şekillerde görülen adlarının esasını teşkil eden ve ancak Türkçe ile açıklanabilen Sabar ke-imesi "sab+ar" (=sap-ar=sapmak, fiiline+ar ekinin ilavesiyle. Başka örnekler: Kazar, Bulgar, Kabarvb.)'dan meydana gelmiş olup "Sapan, yol değiştiren, başıboş kalan, serbest" manasındadır ve Türklerde ad verme usulüne uygundur. Ayrıca Sabarlara ait şahıs adları da Türkçe'dir: Balak, îlig-er, Bo-arık =Buğ-arık vb.

    Sabarların erken tarihleri iyi bilinmiyor. Adlannın gösterdiği gibi, herhangi bir ana kütleden kopmaları bahis konusu ise, onların, asıl yurtları gibi görünen Tanrı Dağlannın batısı - îli nehri sahasında iken Asya büyük Hun imparatorluğuna bağlı topluluklardan biri olmaları icabeder.

    Sabarlara ait ilk kesin haber, 461-465 yıllarında Batı Sibirya kavimleri arasındaki büyük kımıldama ve geniş ölçüdeki göç hadiseleri münasebetiyle, Bizans tarihçisi Priskos (5. yüzyıl) tarafından verilmiştir. Daha sonra Prokopios (6. yüzyıl) ve K. Porphyrogennetos(10. yüzyıl)'un eserlerinde de tekrarlanan bu habere göre, doğudan gelen Avar baskısı karşısında Sabarlar yerlerini terk edip batıya yönelmişler, Altaylar-Ural dağları arası düzlüklerde (bugünkü Kazakistan bozkırlarının güney sahası) yaşayan Oğur-Türk boylarını yurtlanndan atarak, Tobol ve îçim ırmakları çevresinde yerleşmişlerdir.


    Geçen asrın sonlarına doğru Batı Sibirya'da Vogullar, Ostiyaklar ve îrtiş Tatarları arasında araştırmalar yapan S. Patkanoffun tesbitlerine göre, Sabarlar bu bölgede yerli halkınkinden çok üstün kültürleri ile yüzyıllarca siiren derin tesirler yapmışlardır: Tobolsk dolaylarında, Ob, Tura ve îrtiş boylarında Sabar, Saber (Tapar), Soper, Savri, Sabrei, Sıbır (Sı-vır) gibi yer ve kale adları yaygındır. Ay-sabar, Kün-sabar gibi şahıs adlarına da rastlanır. Tobolsk ahalisi buranın en eski sakinlerini Sybyr, Syvyr diye anmaktadır. Ayrıca, bu civar halkın masallarında ve kahramanlık hikayelerinde Sabarlar geniş yer tutar. Sabarları kendi büyükleri olarak kabul eden Os-tiyaklar yanında, Vogulların da, sonraları tabiyetine girdikleri Ruslara "Sa-per" adını vermiş olmaları, halk nazannda eski Sabarların üstün durumlarını ortaya koyar.

    Aynı sahada kurulduğu bilinen Sibir Hanlığı(16. asır)'nın da başkenti Sibir adını taşıyordu. Bu kelime zamanla çok geniş bir coğrafyayı ifade etmiştir (Sibirya). Rusların önce Sibir (İsker) şehrini ele geçirerek bölgeye verdikleri bu ad, Rus harekatı doğuya ilerledikçe daha geniş sahaları göstermiş böylece Sabar Türklerinin hatırası günümüze kadar yaşamağa devam etmiştir.

    Daha 503 yılında Doğu Avrupa'ya doğru hakimiyetlerini genişleterek bir kısım Bulgar gruplarını idarelerine alan Sabarlardan kalabalık bir kütlenin 515 sonlarında İtil (Volga)-Don nehirleri arasında ve Kafkaslann kuzeyindeki Kuban ırmağı boyunda yerleşmesi ve doğrudan doğruya Bizans ve Sasanî imparatorluklan ile temas kurması Sabarlann Doğu Avrupa tarihinde ön safa çıkmalarına yol açtı. İran-Bizans savaşlarının devam etmekte olduğu o yıllardan itibaren hükümdar Balak (Belek?) idaresinde büyük çapta askerî faaliyet gösteren Sabarların Sasanîlerle anlaşarak, Bizans'a karşı savaştıkları (516), Ermeniye bölgesine akınlar yaptıkları ve arkasından Anadolu'ya girerek Kayseri, Ankara, Konya dolaylanna kadar ilerledikleri bilinmektedir. Bu münasebetle, Sabarların büyük savaş gücü ve bilhassa yüksek harp malzeme tekniği Bizans'ta hayret uyandırmış görünmektedir:

    "Sabarlar insan hafizasının hatırlayabildigi zamandan beri ne İranlılardan, ne Romalılardan hiç kimsenin düşünemedigi makinelere sahiptirler. Öyle ki, her iki imparatorlukta fenci eksik olmamış ve her devirde muhasara makineleri yapılmıştır, fakat şimdiye kadar bu "barbar"lanrıkine benzer bir bııluş ne ortaya konmuş, ne de onlar gibi kullanılabilmiştir. Bu şüphesiz insan dehasının bir eseridir"(*)


    Balak(ölm. 520'ler)'tan sonra yerine geçtiği anlaşılan dul hatunu Bo(ğ)arık savaşçılığı, idareciliği ve güzelliği ile meşhur bir Türk kıraliçesi idi ve "100 bin" kişilik Sabar ordusuna kumanda ediyordu. Bizans imparatoru Justinianos 1 (527-565) çeşitli gümüş vazolar ve diğer zengin hediyeler karşılığında Boğarık ile anlaşmayı tercih etti (528). Bizans yıllardan beri sürüp gelmekte olan Sasanîler savaşında Sabarları kendine dost ve müttefık yapmayı daha uygun bir siyasî davranış saymış olmalı idi. 531 yılına kadar Bizans ile işbirliği halinde görülen Sabarlar hakkında, sonraki senelere ait açık bir habere rastlanmamakla beraber, onların Şehinşah Anüşîrvan (Adil) zamanında, Sasanîlerin Kafkaslar'daki sürekli ve başarılı savaşlarında (bilhassa 545'de) hayli telefat verdikleri tahmin ediliyor ki, neticede bir askerî güç olmaktan çıkmışlar, üstelik 557'ye doğru Avarlardan da ağır bir darbe yemişlerdir. Sabar sahası az sonra, Karadeniz'e ulaşan Gök-Türk idaresine girmiştir.

    576'da Güney Kafkaslar'daki hakimiyetleri Bizans tarafından yıkıldıktan sonra bir kısmı Kür nehrinin güneyine yerleştirilen Sabarların adlarına 7. yüzyıl ortalarına kadar dağınık şekilde rastlanmakta ve bu tarihlerde aynı bötgede büyük bir devlet olarak ortaya çıkan Hazarların esas kütlesini teşkil ettikleri, Hazar kabileleri olarak görülen Belencer ve Semender'in aslında iki büyük Sabar kütlesi olduğu anlaşılmaktadır.

    (*) Prokopios (6. yy) CB, II, s. 509 vd'den :Ş.Baştav, ayn. esr. ,s. 64 ;L. Rasonyi aynı esr., s. 63, 77

    ***
    Sabar Adı
    M. 5.-6. yüzyıllarda Batı Sibirya ile Kafkaslar'ın kuzey bölgesinde mühim tarihî rol oynadığı, çeşitli yabancı kaynaklardaki dağınık bilgilerin yardımı ile tesbit edilebilen Türk topluluğu Bizans tarihlerinde Sabar, Sabir, Savir; Ermeni, Süryanî, İslam kaynaklarında sırasıyla Savır, Sabr, S(a)bir, Sibir vb. olarak adlandırılmaktadır. Sabarların İslav veya Moğol yahut Fin-Ugor menşeli olduklarına dair iddialar eskimiş ve bugün onların Türk olduğu gerek taşıdıkları ad, gerek tarihî ve kültürel durumlariyle anlaşılmıştır.

    Çeşitli dillerdeki ses değişmeleri neticesinde farklı şekillerde görülen adlarının esasını teşkil eden ve ancak Türkçe ile açıklanabilen Sabar kelimesi "sab+ar" (=sap-ar=sapmak, fiiline+ar ekinin ilavesiyle. Başka örnekler: Kazar, Bulgar, Kabarvb.)'dan meydana gelmiş olup "Sapan, yol değiştiren, başıboş kalan, serbest" manasındadır ve Türklerde ad verme usulüne uygundur. Ayrıca Sabarlara ait şahıs adları da Türkçe'dir: Balak, İlig-er, Bo-arık =Buğ-arık vb.

    ***
    Sabarların Eski Tarihi



    Sabarların erken tarihleri iyi bilinmiyor. Adlarının gösterdiği gibi, herhangi bir ana kütleden kopmaları bahis konusu ise, onların, asıl yurtları gibi görünen Tanrı Dağlarının batısı - İli nehri sahasında iken Asya büyük Hun imparatorluğuna bağlı topluluklardan biri olmaları icabeder. Sabarlara ait ilk kesin bilgi, 461-465 yıllarında Batı Sibirya kavimleri arasındaki büyük kımıldama ve geniş ölçüdeki göç hadiseleri münasebetiyle, Bizans tarihçisi Priskos (5. yüzyıl) tarafından verilmiştir.

    Doğudan gelen Avar baskısı karşısında Sabarlar yerlerini terk edip batıya yönelmişler, Altaylar-Ural dağları arası düzlüklerde (bugünkü Kazakistan bozkırlarının güney sahası) yaşayan Oğur-Türk boylarını yurtlarından atarak, Tobol ve İçim ırmakları çevresinde yerleşmişlerdir. Sabarlar bu bölgede yerli halkınkinden çok üstün kültürleri ile yüzyıllarca süren derin tesirler bırakmışlardır: Tobolsk dolaylarında, Ob, Tura ve İrtiş boylarında Sabar, Saber (Tapar), Soper, Savri, Sabrei, Sıbır (Sı-vır) gibi yer ve kale adları yaygındır. Ay-sabar, Kün-sabar gibi şahıs adlarına da rastlanır. Tobolsk ahalisi buranın en eski sakinlerini Sybyr, Syvyr diye anmaktadır.

    Ayrıca, bu civar halkın masallarında ve kahramanlık hikayelerinde Sabarlar geniş yer tutar. Sabarları kendi büyükleri olarak kabul eden Ostiyaklar yanında, Vogulların da, sonraları tabiyetine girdikleri Ruslara "Sa-per" adını vermiş olmaları, halk nazarında eski Sabarların üstün durumlarını ortaya koyar. Aynı sahada kurulduğu bilinen Sibir Hanlığı (16. asır)'nın da başkenti Sibir adını taşıyordu. Bu kelime zamanla çok geniş bir coğrafyayı ifade etmiştir (Sibirya). Rusların önce Sibir (İsker) şehrini ele geçirerek bölgeye verdikleri bu ad, Rus harekatı doğuya ilerledikçe daha geniş sahaları göstermiş böylece Sabar Türklerinin hatırası günümüze kadar yaşamağa devam etmiştir.
    Sabarlar Doğu Avrupa’da


    Daha 503 yılında Doğu Avrupa'ya doğru hakimiyetlerini genişleterek bir kısım Bulgar gruplarını idarelerine alan Sabarlardan kalabalık bir kütlenin 515 sonlarında İtil (Volga)-Don nehirleri arasında ve Kafkasları'n kuzeyindeki Kuban ırmağı boyunda yerleşmesi ve doğrudan doğruya Bizans ve Sasanî imparatorlukları ile temas kurması Sabarların, Doğu Avrupa tarihinde ön safa çıkmalarına yol açtı.

    İran-Bizans savaşlarının devam etmekte olduğu o yıllardan itibaren hükümdar Balak (Belek?) idaresinde büyük çapta askerî faaliyet gösteren Sabarların Sasanîlerle anlaşarak, Bizans'a karşı savaştıkları (516), Ermeniye bölgesine akınlar yaptıkları ve arkasından Anadolu'ya girerek Kayseri, Ankara, Konya dolaylarına kadar ilerledikleri bilinmektedir. Bu münasebetle, Sabarların büyük savaş gücü ve bilhassa yüksek harp malzeme tekniği Bizans'ta hayret uyandırmış görünmektedir: Prokopios’un ifadeleri ilginçtir:

    "Sabarlar insan hafizasının hatırlayabildigi zamandan beri ne İranlılardan, ne Romalılardan hiç kimsenin düşünemedigi makinelere sahiptirler. Öyle ki, her iki imparatorlukta fenci eksik olmamış ve her devirde muhasara makineleri yapılmıştır, fakat şimdiye kadar bu "barbar"larınkine benzer bir buluş ne ortaya konmuş, ne de onlar gibi kullanılabilmiştir. Bu şüphesiz insan dehasının bir eseridir".

    Balak (ölm. 520'ler)'tan sonra yerine geçtiği anlaşılan dul hatunu Bo(ğ)arık savaşçılığı, idareciliği ve güzelliği ile meşhur bir Türk kıraliçesi idi ve "100 bin" kişilik Sabar ordusuna kumanda ediyordu. Bizans imparatoru Justinianos 1 (527-565) çeşitli gümüş vazolar ve diğer zengin hediyeler karşılığında Boğarık ile anlaşmayı tercih etti (528). Bizans yıllardan beri sürüp gelmekte olan Sasanîler savaşında Sabarları kendine dost ve müttefiki yapmayı daha uygun bir siyasî davranış saymış olmalı idi.
    Sabarların Yıkılışı



    531 yılına kadar Bizans ile işbirliği halinde görülen Sabarlar hakkında, sonraki senelere ait açık bir kayda rastlanmamakla beraber, onların Şehinşah Anüşîrvan (Adil) zamanında, Sasanîlerin Kafkaslar'daki sürekli ve başarılı savaşlarında (bilhassa 545'de) hayli telefat verdikleri tahmin ediliyor ki, neticede bir askerî güç olmaktan çıkmışlar, üstelik 557'ye doğru Avarlardan da ağır bir darbe yemişlerdir.

    Sabar sahası az sonra, Karadeniz'e ulaşan Gök-Türk idaresine girmiştir. 576'da Güney Kafkaslar'daki hakimiyetleri Bizans tarafından yıkıldıktan sonra bir kısmı Kür nehrinin güneyine yerleştirilen Sabarların adlarına 7. yüzyıl ortalarına kadar dağınık şekilde rastlanmakta ve bu tarihlerde aynı bölgede büyük bir devlet olarak ortaya çıkan Hazarların esas kütlesini teşkil ettikleri, Hazar kabileleri olarak görülen Belencer ve Semender'in aslında iki büyük Sabar kütlesi olduğu anlaşılmaktadır.
     
  2. Uygu

    Uygu New Member



    """"Sabirlerin sahip olduğu askeri güç ve savaş taktikleri Bizans kayıtlarına geçmiştir. Bizanslı Prokopios bu konuda şu notları düşmüş:

    “Sabirler, insan hafızasının hatırlayabildiği zamandan beri ne İranlılardan ne Romalılardan hiç kimsenin düşünemediği makinelere sahiptirler. Öyle ki her iki devlette mühendis eksik olmamış ve her devirde surları dövmek için makineler yapılmıştır ama şimdiye kadar böyle bir buluş ne ortaya konmuş ne de onlar gibi kullanılabilmiştir. Bu, şüphesiz insan dehasının bir eseridir.""""


    Sabirler ya da Sabarlar, 6'ncı yüzyılda güney Sibirya ve Kuzey Kafkasya civarında ortaya çıkan bir Türk topluluğu.

    Büyük Hunlara bağlı topluluklardan biri olan Sibirlerin ana yurtları Tanrı Dağları'nın batısı ile İli nehri arasındaki bölgeydi. Sibir; “sapan, yol değiştiren, serbest, başıboş dolaşan” anlamlarına gelmektedir. Sabirlere ait ilk bilgiler 461-465 yılları arasında Batı Sibirya kavimleri arasında görülen göç olayı ile ilgilidir. Bu yıllarda doğudan gelen Avarların baskısı sonucu Sabirler yurtlarını terk ederek batıya yöneldiler. Altaylar ile Ural Dağları arasında yaşayan Ogur Türklerini göçe zorlayan Sabirler Tobol ve İşim dolaylarına yerleştirler.

    6. yüzyılın başlarında Doğu Avrupa’da görülen Sabirler, 515 yılında Kafkasya ve Karadeniz’in kuzeyine yerleştiler. Hükümdarları Balak idaresinde önemli zaferler kazandılar. Bizans’a karşı Sasanilerle anlaştılar. 516yılında Kafkasları aşarak Anadoluya geldiler. Kayseri, Ankara ve Konya dolaylarına kadar ilerlediler. Sabirlerin sahip olduğu askeri güç ve savaş taktikleri Bizans kayıtlarına geçmiştir. Bizanslı Prokopios bu konuda şu notları düşmüş:

    “Sabirler, insan hafızasının hatırlayabildiği zamandan beri ne İranlılardan ne Romalılardan hiç kimsenin düşünemediği makinelere sahiptirler. Öyle ki her iki devlette mühendis eksik olmamış ve her devirde surları dövmek için makineler yapılmıştır ama şimdiye kadar böyle bir buluş ne ortaya konmuş ne de onlar gibi kullanılabilmiştir. Bu, şüphesiz insan dehasının bir eseridir.”

    Balak Handan sonra yerine eşi Boğarık Hatun geçti. Savaşçılığı ve idareciliği ile Bizans kayıtlarına girmiş Boğarık Hatun, 100 bin kişilik Sibir ordusuna komuta ediyordu. Sibirler bazen, Bizans bazen de Sasanilerin tarafını tutarak girdikleri savaşlar sebebiyle giderek eski gücünü kaybettiler.

    Sabirler, 557 yılında Avarların baskısı sonucunda kuzeye çekildiler. Bu sırada Göktürk hakimiyetini kabul ederek, Göktürklerin batı kanadını oluşturdular. 576 yılında yılında Güney Kafkasyadaki hakimiyeti Bizanslılara kaptırdılar.

    Hazar İmparatorluğu örgütlenmesi içerisinde birçok Sabir unsuru ve boyları olduğu görülür.


    Çuvaşlar"ın ve Çuvaş Adının Menşei Çuvaşlar"ın 18. yüzyıla gelinceye kadar bir alfabelerinin bulunmaması sebebiyle kendileri için "Çuvaş" adını ne zamandan itibaren kullandıkları hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Bunun için "Çuvaş" adını diğer kaynaklarda aramamız gerekmektedir.

    Rusların Kazan"ı işgal ettiği "1551-1552" dönemlerde yazılan Rus kaynaklarında "Çuvaş" adının geçtiğini görüyoruz. Çuvaş adı Ruslar"ın Kazan"ı işgallerinden önce de bazı kaynaklarda kaydedilmiştir. 1548 yılında Moskova Knezi, Ar nehrinden Vat"ka"ya geçerken Karin Tatarlarına yazdığı yarlıklarda "Çuvaş" adı da geçmektedir. 1526 yılında Alman Gerbenştayn Moskova"yı ikinci ziyaretinde gördüklerini kaleme alır. Onun Latince yazdığı "Moskova Notları" isimli kitabı, 1549 yılında yayımlanmıştır. Bu kitapta Gerbenştayn, Kazan Hanlığı"ndan da bahsetmektedir. Kazan Hanlığı"nın otuz bin askeri içerisinde Çuvaş ve Çeremişler"in en iyi nişancılar olduğunu ve kendilerine has kıyafetlerle dolaştıklarını kaydeder.

    Rus tarihî kaynaklarında 1524 yılında Çeremişler"le Çuvaşlar"ın İdil boylarında Ruslarla çarpışmaları anlatılmaktadır.1692 yılında Lıslov Kazan"da eski bir Tatar belgesi bularak okur ve bu belgeyi "Skifskaya İstoriya" adlı eserinde kaydeder. Bu belgede 1508 yılında Tatar bayramı olduğu, Kazan Hanı"nın bütün tebaasını bayrama davet ettiği ve Çuvaşların du bu bayrama katıldıkları yazılmaktadır.

    1469 yılında Kazan Hanı İbrahim Han, Hanlıkta yaşayan halkları ve Hanlığın coğrafyasını kaydettirmiştir. Bu çalışmada Çuvaşlar, Çeremişler, Mıkşılar, Mişerler ve Tatarlar yukarı halk olarak kaydedilmiştir. Böylece Çuvaş adı 1469 yılından itibaren belgelerde karşımıza çıkmaya başlamıştır. 1469 yılından itibaren resmî belgelerde görülmeğe başlayan Çuvaş adı bu tarihlerden önce de kullanılmış olmalıdır. Prof. İ. N. Sminov"un kaydettiğine göre Vat"ka köprüsü yanında "Çuvaş" adlı dokuz köy vardır. Bugün bu köylerde Ruslar ve Votyaklar yaşamaktadır. Belli ki burada yaşayan Çuvaşlar zamanla asimile olmuşlar ya da bölgeden göç etmişlerdir.

    1580-1582 yıllarında işgal edilen Sibir Hanlığı"nın başkentinin yanında Çuvaş adlı bir dağın varlığından bahsedilmektedir. Hatta Sibir Hanı Küçüm"ün, savaşı da bu dağdan izlediği kaydedilmektedir. Bu dağ bugünkü Tobolsk şehri yakınındadır. Kırım"a girişte sol tarafta Azak Denizinden uzanan koya burada yaşayanlar "Çuvaş" demektedirler. Kitaplara ise "Sivaş" şeklinde girmiştir. Bu koyun yakınında, toplanan vergilerin konulduğu bir yer vardır. Buranın adının da "Çuvaş" şeklinde olduğu kaydedilmektedir.

    Bütün bu yer adlarına bakıldığında "Çuvaş" adının çok daha eskilere çıktığı anlaşılmaktadır. Çuvaşların köklerini araştıran N. İ. Aşmarin"e göre "Çivaş" adı eskiden daha değişik şekillerde söylenmiş olmalıdır. "Çivaş", yerine "şıvaş", "şıvaş", "şavas", "Savaş", "Savaş" gibi. Çeremişler bunun için Tatarlar"a "Süyas" demektedirler. Şirşilli denizinin diğer bir adının da "Sivaş" ve ş"irpü"deki Çuvaş Köyünün "şavaş"" oılması bunun delilleridir. Çeremişler"in Tatarlar"a "Süyas" demesinin sebebi ise, bu halkın Tatarlar gelene kadar bölgeyi bu adla tanımış olmalarındandır. Çeremişler "Mariler" Kazan Tatarları"na bugün de "Çıvaş" demektedirler. Tatarlar bu bölgeye 1236 yılından başlayarak geldiklerine göre, demek ki, Çuvaş adı 1236 yılından önce de kullanılmaktaydı.

    922 yılında Bulgar Devleti"ni ziyaret eden Abbasi elçileri arasında kâtip sıfatıyla bulunan İbn Fadlan Bulgar ahalisine "Suvas" ya da "Savas" dendiğini zikreder.

    Bu "Suvas" veya "savas" kelimeleri "Suvar" kelimesinden başka bir şey değildir. Kaşgarlı Mahmud"un "Divan ü Lügat-it Türk"te Suvarın diyerek verdiği kelimeler ve hatta bir cümle genellikle z"li kelimelerdir. Türk lehçelerinin bazılarında r"rotasizm" ile kullanılan bazı kelimeler diğerlerinde z"zetasizm" ile kullanılmaktadır. Hatta birtakım kelimeler hem r"li, hem de z"li şekilleriyle aynı lehçe içerisinde de kullanılabilmektedir. Türkiye Türkçesi"ndeki semir- ve semiz; Çuvaş Türkçesi"ndeki yigir ve ikis "ikiz" ve mar "değil"/ ET. emes ve mas "olumsuzluk" şekilleri bu konuyu daha iyi aydınlatacaktır.

    Bize göre "Suvar" kelimesi de zetasizmle "Suvaz" şekline dönüşerek yukarıda verdiğimiz ara şekillerden geçip bugünkü "Çuvaş" şekline dönüşmüştür. Suvarlar "Sabirler" İdil-Kama boylarına M.S. I. yüzyılda ulaşmışlardır M.S.V. yüzyılda Batı Sibirya"dan gelen Sabirler"in İdil-Ural"a yerleştikleri de tarihî kaynaklarda kayıtlıdır. Bugün harâbe halinde bulunan "Suvar" şehri ve "Simbir" "Bugünkü Ulyanovsk" Suvarların "Sabirler" kurduğu şehirler olmalıdır.

    Miladi 305 yılında Kafkaslar"ın kuzeyinden Anadolu"ya sarkan Sabir "Suvar" Türkleri"nin Kars"tan girerek Kastamonu"ya kadar ulaştıkları kaydedilmektedir. İkinci yol olarak da Doğu Anadolu"ya sarkmış olmaları pek muhtemeldir. Sibir ya da Sibirya adının Sabirler "Suvarlar""dan geldiği artık herkesçe kabul edilmektedir. Son yıllarda Sümerler üzerine yapılan çalışmalar Sümerlerin Türk olduğu yönündeki görüşleri pekiştirmiştir. Sabir, Sibir, Subar kelimeleriyle Sümer kelimesi arasındaki bu benzerlik bir tesadüf olmasa gerektir.

    Sonuç olarak milâdî yıllardan başlayarak İdil-Kama boylarına, Balkanlar"a ve Anadolu"ya yayılan Suvar Türkleri son olarak İdil boylarında Çuvaş adıyla yeniden tarih sahnesine çıkmışlardır.



    Çuvaşların ve Çuvaş adının menşei bahsinde geniş olarak özetlediğimiz "Çuvaşlar, Suvar Türkleri"nin bugünkü torunlarıdır" görüşünden hareketle Çuvaş tarihini özetlerken konuya Suvar Türkleri"nden başlamak icap eder. Merkezî Asya"dan göç ederek M.S. III. yüzyılda Kuzey Kafkasya"ya ulaşan Bulgarlar, Suvarlar ve Barsililer burada Farsça konuşan Sarmat-Alan gruplarıyla aynı coğrafyayı paylaşmışlar, feodal yapılarını ve devlet düzenini Kuzey Kafkasya"da geliştirmişlerdir. M.S. III ila VI. yüzyıllar arasında Bulgar ve Suvarlar"dan kopan birtakım grupların yeni göçlere maruz kaldıklarını görüyoruz. Milâdî 305 yılında Sabir Türkleri Kafkasya"nın kuzeyine geçtiler. Suvarlar"ın M.S. 515-527 yıllarında Anadolu"ya da sarkarak Kastamonu"ya kadar ilerledikleri tarihî kaynaklarda kayıtlıdır.

    Göktürk Devleti"nin sınırlarının genişleyerek Kafkasları da içine alması sonucu Bulgar ve Suvarlar bir süre bu devletin hâkimiyetinde kalmışlardır. Göktürk Kağanlığı"nın fetret dönemine girmesi üzerine kurulan Büyük Bulgar Devleti uzun ömürlü olamamış ve 665 yılından sonra komşu Hazar Hanlığı tarafından parçalanmıştır. Parçalanan Büyük Bulgar Devleti"nden kopan bir grup Asparuh önderliğinde Tuna boylarına ve Balkanlar"a girerek 681 yılında Tuna Bulgarları Devleti"ni kurdular. Tuna Bulgarları zamanla Slavlar"la karıştılar ve Boris Han"ın 864"te Hristiyanlığı resmen kabulüyle de tedricen asimile olarak tarih sahnesinden silindiler.

    Büyük Bulgar Devleti"nin parçalanmasıyla birlikte VII. yüzyılın sonu ve VIII. yüzyılın başlarında orta İdil boylarına Bulgar ve Suvarlar"ın gelmesi bölgede büyük bir nüfus değişimine neden olmuştur. Esas itibariyle M.S. I. yüzyılda da İdil ve Kama boylarına yerleştikleri tarihî kaynaklarda kayıtlıdır. VII. yüzyılın sonlarında orda İdil boylarında nüfus yapısı şöyledir: M.Ö. beş bin yıllarından başlayarak bu bölgede yaşayan doğu Fin grupları "Bugünkü Mari, Mordva ve Udmut halklarının ataları", M.Ö. V-IV. yüzyıllarda batı Sibirya"nın güney bölgelerinden gelerek orta İdil boylarına yerleşen Ugorlar, Kama nehrinin aşağı bölgesine ve bugünkü Ulyanovsk dolaylarına yerleşen İmenkovetsler ve M.Ö. VI-III. yüzyıllarda Dinyeper"in orta bölgesine geçen doğu Slavlar "Bu Slav grupları Fin-Ugor boylarıyla karışmış olmalıdır.", Hun göçlerinden sonra bölgede kalan Macar kalıntıları, Burtaslar"ın bir bölümü, Oğuz dilli Başkırtlar ve güneyde Hazarlar daha önceki yıllarda konar-göçer olarak yaşayan Bulgar-Suvar grupları orta İdil boylarında yerleşik düzene geçmişlerdir. Bulgar ve Suvar gruplarının büyük bir kısmı İdil"in sol tarafına, X. yüzyıla doğru Esegel ve Temtüz Bulgarlarıysa İdil"in sağ tarafına yerleşmişlerdir. Öncelikle bölgede Bulgar-Suvar birliği sağlanmıştır. IX. yüzyılın sonlarıyla X. yüzyılın başlarında Bulgar-Suvarların Fin-Ugorlarla bölgedeki diğer boyları da hakimiyetleri altına alarak İdil Bulgarları Devleti"ni kurduklarını görüyoruz.

    Bulgarlar"ın merkezi Kafkasya"daki yerleşim yerleri Kuban nehri ve Azak denizi havalisindeki bozkırlardı. Bulgarlar"dan bir kısmı eski yerleşim yerlerinde kaldılar. Bulgarlar"ın bu ülkesi Bizans ve Rus kaynaklarında Kara Bulgarya olarak adlandırılmıştır. Fakat bu gruplar Macar, Peçenek ve Kuman dalgaları arasında kaybolup gitmişlerdir. Bulgar tüccarlarının Hazar ülkesinde, Harezm"de ve Samanî ülkesinde İslâm tüccarlarıyla temasları, Harezm tüccarlarının da Bulgar coğrafyasındaki faaliyetleri neticesinde Bulgar ülkesinde İslam dini hızla yayılmaya başlamıştır. 900 tarihlerinde Bulgarlar arasında İslâm dinini kabul edenlerin çokluğu tarihi kaynaklarda kayıtlıdır.



    Nihayet Şelkey oğlu Yıltavar Almış "İlteber Almuş"ın İslâm dinini kabul etmesiyle İdil Bulgarlarının devlet dini İslâmiyet olmuştur. Almış Han 920 tarihlerinde Abbasi Halifesi Muktedir Billah"a İslâmiyeti öğretmek üzere din âlimleri ve mimarlar göndermesi için müracaatta bulunmuş ve ismini Emir Câfer Bin Abdullah olarak değiştirmiştir. Halife Muktedir Billah, bu müracaat üzerine, din adamları ve mimarlardan oluşan bir heyeti 921 yılında göndermiş, bu grup 922 yılının Mayısında Bulgar ülkesine ulaşmıştır. Bulgar ülkesine gelen Abbasi Halifesi"nin elçileri arasında kâtip sıfatıyla bulunan İbn Fadlan, bu seyahati anlatan notlar yazmıştır. Sikkelerden anlaşıldığına göre Emir Câfer"den sonra yerine oğlu Mikâil geçmiş ve ona da Tâlib Bin Ahmet, Mümin Bin Ahmet ve Mümin Bim El-Hasan halef olmuşlardır. Bulgarlar 965 yılında Hazar Hakanlığı yıkılana kadar bu devlete tabi oldular ve uzun süre Hazarlara vergi ödediler. Ancak Hazar Hakanlığı yıkıldıktan sonra müstakil bir devlet hüviyetine kavuştular. Bağımsız olduktan sonra Rusların Kiyev Prensliği tarafından rahatsız edilmeye başlandılar. 964 ve 985 yıllarında Kiyev Prensliği Bulgar Ülkesi"ni istilâ etti. Bulgarlar ve Ruslar arasındaki münasebetler 1006"da bir ticaret antlaşmasının yapılmasıyla iyileşti. Fakat XI. yüzyılın ikinci yarısında kuzeydeki kürk ticareti Ruslar ve Bulgarlar arasında devamlı savaşlara neden oldu. Nitekim Ruslar"dan Vsevolod Hazar denizinden gelen ticaret yolunu ele geçirmek için bölgedeki çeşitli kabileler üzerinde hakimiyet kurmak üzere bölgeye çeşitli seferler düzenlendi. Vsevolod"un orduları 1183"te Bulgarların büyük şehri Bulgar "Pilhar""a yürüdü. 1205"te İdil ve Kama Bulgarları"na karşı ordular gönderdi. Ruslarla olan mücadele Moğolların ortaya çıkışına kadar devam etti.

    Moğollar 1224"te Kalka nehrinde Rusları bozguna uğrattıktan sonra doğuya dönerken Bulgarların tuzağına düşerek ağır kayıplar verdiler. Bunun intikamını almak için Batı Han idaresindeki Moğol ordusu 1236 yılında Bulgarlara saldırdılar. Bu saldırıda Bulgarlar büyük zayiat verdiler. Bu yenilgi Bulgarlar"da sonun başlangıcı oldu. Moğol istilasından sonra Deşt-i Kıpçak"ta kurulan Altın-Orda döneminde Bulgarlar bağımsızlıklarını bir süre daha devam ettirdiler. Bulgarlar Altın-Orda"ya uzun süre yarlık ödediler. Altın-Orda"yla münasebetlerde zaman zaman ihtilaflar ortaya çıktı. Bu ihtilafların sonucunda 1361 yılında Altın-Orda Hanı Pulat Timur Bulgarlar"ın üzerine yürüyerek Bulgar şehrini yeniden tahrip etti.

    1391 yılında Timur"un Altın-Orda Hanı Toktamış "1376-1395""a karşı yaptığı seferde Bulgar ülkesi bir kez daha tahrip edildi. Nitekim Timur"a mağlup olan Toktamış Han yanındaki kuvvetleriyle Bulgaristan"a gitmek zorunda kaldı. Bulgar Şehri"nin 1399 yılında Ruslar tarafından tahrip edildiğini görüyoruz. 1399"dan sonra Bulgarlar bir daha toparlanamadılar ve dağıldılar. Halktan bir kısmı Kama nehrinin kuzeyindeki Kazan nehri boyunca yerleşerek burayı Türkleştirdiler. 1437 yılında kurulan Kazan Hanlığı"nın esas nüfusunu Bulgarlar, Moğol-Kıpçaklar ve diğer yerli halklar teşkil etmekteydi.

    1240"lı yıllarda kurulan Altın-Orda Deşt-i Kıpçak"ta, İrtiş"ten başlayarak Tuna boylarına uzanan Kıpçak arazisini, Kuzey Kafkas"ı, Kırım"ı, İdil"deki Bulgaristan"ı, Urallar"ı ve Harezm"i hâkimiyeti altına almıştır. Deşt-i Kıpçak"ta doğu Kıpçaklar göçebe, Batı Kıpçaklar ise yarı göçebe olarak yaşamaktaydılar.

    Kıpçaklar doğu Avrupa"ya XI. yüzyılda ulaşmışlardır. İşte Altın-Orda"nın esas askeri gücünü bu Kıpçaklar teşkil etmişlerdir. Moğol-Tatarlar Altın-Orda"da batı Kıpçakları"yla birleşerek milli karakterlerini kaybetmişlerdir. "15" XIV. yüzyılın birinci yarısında batı Kıpçakları kendilerine Tatar demeye başlamışlardır. Altın-Orda"da Tatarca devlet dili, İslâmiyet de devlet dini olmuştur. Altın-Orda"nın kurulmasından sonra İdil"deki Bulgar coğrafyası Altın-Orda"yı besleyen temel yerleşim alanı, Bulgar Şehri de Altın-Orda"nın başşehri olmuştur. Bulgar"da 1330 yıllarına kadar Altın-Orda sikkeleri çıkarılmıştır.



    Başkentin Saray"a taşınmasıyla Bulgar şehri XIV. yüzyılın ikinci yarısına kadar Altın-Orda Hanları"nın yazları geçirdikleri mesire yerleri olarak kullanılmıştır. Kıpçaklar İdil Bulgaristan"ına XI-XIII. yüzyıllar arasında ulaşmışlar ve Bulgar ordusunda görev yapmışlardır. Ancak Altın-Orda"nın kurulmasından sonra Kıpçaklar kalabalık gruplar halinde İdil boylarına akın etmişlerdir. Fakat XIII-XIV. yüzyıllarda Kıpçaklar Bulgar bürokrasisinde kendilerine fazla yer bulamamışlardır. Bunu bölgede ortaya çıkarılan mezar taşlarından da açık olarak görmek mümkündür. Bu dönemden günümüze kalan iki yüz mezar taşının %90"ı Bulgarca "bugünkü Çuvaşça, rotisizm""yla, geri kalan %10"u ise Kıpçakça "bugünkü Tatarca, zetasizim""yla yazılmıştır. Yukarıda da bahsetmiş olduğumuz Pulat Timur, Timur ve Rus baskınlarında Bulgar Çuvaşlar Çulman-İdil"in sol tarafına geçmiş, bazılarıysa İdil boyundaki bugünkü Çuvaşistan"ın merkezi bölgelerine ve kuzeyine, İdil"in sağındaki halk ise şimdiki Ulyanovs "Simbir" bölgesinden bugünkü Tataristan"ın güney bölgelerine, bugünkü Çuvaşistan"ın güney ve güney doğu bölgelerinden Sive ırmağının aşağı bölgelerine ve kuzey doğusuna geçerek yerleşmişlerdir. XV. yüzyılın başlarında Moğol-Tatarlar bütün Bulgar-Çuvaşların 5/4"ünü hâkimiyetleri altına almışlardır.

    XV. yüzyılın birinci yarısında yıkılan Altın-Orda yerine Kazan Hanlığı"nın kurulmasından sonra Kıpçak-Tatarlar orda İdil boylarına yeniden kalabalık gruplarla gelmeye başlamışlardır. Kazan Hanlığı"nı kuran Uluğ Muhammet Han Kazan"a Tatarların üç bin kişilik ordusunu da getirmiştir. Bunun sonucunda Altın-Orda"nın merkezinden, Azak çevresinden, Astarhan"dan, Kırım"dan Kazan"a yoğun Tatar göçleri başlamıştır. Bölgedeki Fin-Ugor boylarını ve Bulgar-Çuvaşları hâkimiyetine alan Kazan Hanlığı gelişmesini tamamlamıştır.

    İdil boylarındaki Mişer Tatarlarının bir boyu, yazılı kaynaklarda ifade edildiğine göre XV-XVI. yüzyıllarda Meşçeri"de hüküm süren Kasım Hanlığı"nda yaşayan Fin-Ugorlar"ın bir bölümüdür. "Meşçerler"in büyük bölümü Ruslaşmıştır." ve Altın-Orda"dan gelen Kıpçak-Tatarlar"la karışarak Tatarlaşmışlardır.

    Bugünkü Çuvaşların millî kimliklerini kazanmasındaki ilk merhale İdil Bulgar Devleti dönemidir. Bu dönemde bölgede yaşayan çeşitli Fin-Ugor kavimlerinin Bulgar-Suvarlar"la karışarak asimile olduklarını görüyoruz. Bulgar Devleti"nin daha ziyade şehirlerde yaşayan halkı müslüman olmuş, kırsal alanda ve köylerde yaşayan halkın çoğunluğu ise eski inançlarını devam ettirmişlerdir. Fakat bu Şamanizm İslâm"ın tesiriyle değişerek İslâm"a yakınlaşmıştır. Tek Tanrı inancının yerleşmesi, cennet, cehennem, helâl, haram, kader, şeytan, peygamber ve günah gibi kavramlar İslâm"ın tesiriyle Çuvaş Şamanizmi"ne girmiştir. Bu müslüman olmayan ahaliyle Bulgar Devleti"nin çeşitli mücadeleleri olmuştur. İslâmiyeti kabul eden Bulgarların çoğunluğu zamanla Kıpçaklara karışarak Tatarlaşmışlardır. Kazan Hanlığı döneminde de dinî baskıların artması sonucunda Müslüman olmayan Çuvaşlar yeniden Fin-Ugor boylarıyla bir araya gelmişlerdir. Bu Çuvaşların millî kimlik kazanmasında ikinci merhaledir.



    Kazan Hanlığı"nda yaşadıkları dönemde Çuvaşlar dinî baskılara karşı devamlı mücadele etmişler ve 1546 yılında ayaklanarak Rus askerlerini yardıma çağırmışlardır. Rus silahlı askerlerinin yardımıyla Çuvaş coğrafyasını Han"ın askerlerinden kurtarmışlardır.

    1551 yılında Çuvaşlar Ruslarla barış yaparak onların hâkimiyetine girmişlerdir. Bu barış münasebetiyle IV. İvan onlara altın mührünü vermiştir. 1552 yılında Çuvaşlar Kazan"ın kuşatılması sırasında Ruslar"a yardım etmişlerdir. Çarlık Rusyası"yla birleşen Çuvaşlar bu sefer de zorla Hristiyanlaştırılmak ve Ruslaştırılmak politikalarıyla karşılaştılar. Rusya hâkimiyetinde yaşadıkları 445 yıl içinde bu konuda çeşitli baskılara maruz bırakıldılar. Fakat şunu açıklıkla ifade etmek gerekir ki Rusların İdil-Ural"ı parçalama siyaseti Çuvaşlar"ın daha geniş bir coğrafyaya sahip olmalarını da beraberinde getirmiştir. Kazan Hanlığı döneminde nüfusunun 5/4"ünü, topraklarının 10/9"unu kaybeden Çuvaşlar, Rus hâkimiyetinde nüfuslarını on kat, coğrafyalarlını ise üç kat artırmışlardır. Rus hâkimiyeti Çuvaşların Tatarlaşma sürecini durdurmuş fakat Ruslaşma sürecini başlatmıştır. Çuvaşların Hristiyanlaştırılması ve Ruslaştırılması politikaları neticesinde Rusya bölgeye Çuvaşça bilen misyonerler göndermiştir. Bu misyonerler Çuvaşça üzerine bir takım çalışmalar başlatmışlardır.

    Bu çalışmalar bazan çok şiddetli olmuş ve ayaklanmalara kadar varmıştır. XIX-XX. yüzyıllarda Çuvaşlar Sovyetler"in doğu bölgelerine, Sibirya"ya ve Uzak Doğu"ya gönderilmişlerdir. Bütün bu çalışmalar sonucunda Çuvaşlar Hristiyanlaşmışlardır. Fakat Ruslaşmanın başarılı olduğu söylenemez.

    1920"de kurulan Çuvaş Muhatar Bölgesi, 1925 yılında Çuvaş Muhtar Cumhuriyeti"ne dönüştürüldü. Sovyet döneminde Ruslaştırma politikalarının yanında bir de gençleri ateizme yöneltme çalışmaları hız kazanmıştır. Ruslaştırma çalışmalarının bir devamı olarak Çuvaşça dışlanmış ve Çuvaşistanın resmi dili Rusça olarak anayasaya sokulmuştur. Ancak 1985"te başlayan dışa açılma ve yeniden yapılanma sürecinde Çuvaşistan"da yeniden ana dile, millî kültüre dönüş ve bağımsızlık mücadelelerinin başladığını görüyoruz. 1991 yılında çıkarılan bir kanunla "Çuvaş Özerk Cumhuriyeti"nin resmi ve eğitim dili Rusça"dır." ibaresi "Çuvaş Özerk Cumhuriyeti"nin resmi ve eğitim dili Rusça ve Çuvaşça"dır." şeklinde değiştirilmiştir. Bu değişiklikler sonucu bugün Çuvaşistan"da Çuvaşça eğitim yapan okullar açılmaya başlanmış ve Çuvaşların ana dile ve millî kültüre dönüş faaliyetleri hızlanmıştır.


     
  3. Uygu

    Uygu New Member


    Sabirlerin Türk ve Dünya tarihine katkıları

    Sabirler, 5. yüzyılda Macarları Doğu Avrupaya yönlendirmeleriyle Macar tarihine önemli katkılar sağladılar.
    7. yüzyılda ortaya çıkan Hazarların temelini oluşturdular.
    Sibiryaya isimlerini verdiler.
    Türklerde kadın-erkek eşitliğinin olduğunu gösteren somut örnekleri miras bıraktılar.
    Anadoluya girmiş Türk boylarından biridir.

    ***

    M. S. 5.-6. yüzyıllarda, Batı Sibirya ile Kafkasların kuzey bölgesinde mühim tarihî rol oynadığı, çeşitli yabancı kaynaklardaki dağınık bilgilerin yardımı ile tespit edilebilen Türk topluluğu.
    Bizans tarihlerinde, Sabar, Sabir, Savir; İslam kaynaklarında, sırasıyla Savır, Sabr, S(a)bir, Sibir vb. olarak adlandırılmaktadır. Sabarların İslav veya Moğol yahut Fin-Ugor menşeli olduklarına dair iddialar eskimiş ve bugün, onların Türk olduğu, gerek taşıdıkları ad, gerekse tarihî ve kültürel durumlarıyla anlaşılmıştır.
    Çeşitli dillerdeki ses değişmeleri neticesinde, farklı şekillerde görülen adlarının esasını teşkil eden ve ancak Türkçe ile açıklanabilen Sabar kelimesi “sab+ar”dan (=sap-ar=sapmak, fiiline+ar ekinin ilavesiyle. Başka örnekler: Kazar, Bulgar, Kabarvb.) meydana gelmiş olup “Sapan, yol değiştiren, başıboş kalan, serbest” manasındadır ve Türklerde ad verme usulüne uygundur. Ayrıca, Sabarlara ait şahıs adları da Türkçe’dir: Balak, İlig-er, Bo-arık = Buğ-arık vb.

    Sabarların erken tarihleri iyi bilinmiyor. Adlarının gösterdiği gibi, herhangi bir ana kütleden kopmaları bahis konusu ise, onların, asıl yurtları gibi görünen Tanrı Dağlarının batısı - İli nehri sahasında iken, Asya Büyük Hun İmparatorluğu’na bağlı topluluklardan biri olmaları icabeder. Sabarlara ait ilk kesin bilgi, 461-465 yıllarında Batı Sibirya kavimleri arasındaki büyük kımıldama ve geniş ölçüdeki göç hadiseleri münasebetiyle, Bizans tarihçisi Priskos (5. yüzyıl) tarafından verilmiştir.

    Doğudan gelen Avar baskısı karşısında Sabarlar, yerlerini terk edip batıya yönelmişler, Altaylar-Ural dağları arası düzlüklerde (bugünkü Kazakistan bozkırlarının güney sahası) yaşayan Ogur-Türk boylarını yurtlarından atarak, Tobol ve İçim ırmakları çevresinde yerleşmişlerdir. Sabarlar, bu bölgede, yerli halkınkinden çok üstün kültürleri ile yüzyıllarca süren, derin tesirler bırakmışlardır: Tobolsk dolaylarında, Ob, Tura ve İrtiş boylarında Sabar, Saber (Tapar), Soper, Savri, Sabrei, Sıbır (Sı-vır) gibi yer ve kale adları yaygındır. Ay-sabar, Kün-sabar gibi şahıs adlarına da rastlanır. Tobolsk ahalisi, buranın en eski sakinlerini Sybyr, Syvyr diye anmaktadır.

    Ayrıca, bu civar halkın masallarında ve kahramanlık hikayelerinde, Sabarlar, geniş yer tutar. Sabarları kendi büyükleri olarak kabul eden Ostiyaklar yanında, Vogulların da, sonraları tabiiyetine girdikleri Ruslara “Sa-per” adını vermiş olmaları, halk nazarında eski Sabarların üstün durumlarını ortaya koyar. Aynı sahada kurulduğu bilinen Sibir Hanlığı’nın (16. asır) başkenti de, Sibir adını taşıyordu. Bu kelime, zamanla çok geniş bir coğrafyayı ifade etmiştir (Sibirya). Rusların, önce Sibir (İsker) şehrini ele geçirerek bölgeye verdikleri bu ad, Rus harekâtı doğuya ilerledikçe daha geniş sahaları göstermiş, böylece Sabar Türklerinin hatırası, günümüze kadar yaşamağa devam etmiştir.

    Daha 503 yılında, Doğu Avrupa’ya doğru hakimiyetlerini genişleterek bir kısım Bulgar gruplarını idarelerine alan Sabarlardan, kalabalık bir kütlenin, 515 sonlarında İtil (Volga) - Don nehirleri arasında ve Kafkasların kuzeyindeki Kuban ırmağı boyunda yerleşmesi ve doğrudan doğruya Bizans ve Sasanî imparatorlukları ile temas kurması, Sabarların, Doğu Avrupa tarihinde ön safa çıkmalarına yol açtı.

    İran-Bizans savaşlarının devam etmekte olduğu o yıllardan itibaren, hükümdar Balak (Belek?) idaresinde, büyük çapta askerî faaliyet gösteren Sabarların, Sasanîlerle anlaşarak, Bizans’a karşı savaştıkları (516), Ermeniye bölgesine akınlar yaptıkları ve arkasından Anadolu’ya girerek Kayseri, Ankara, Konya dolaylarına kadar ilerledikleri bilinmektedir. Bu münasebetle, Sabarların büyük savaş gücü ve bilhassa yüksek harp malzeme tekniği, Bizans’ta hayret uyandırmış görünmektedir. Prokopios’un ifadeleri ilginçtir:

    “Sabarlar, insan hafızasının hatırlayabildiği zamandan beri, ne İranlılardan, ne Romalılardan hiç kimsenin düşünemediği makinelere sahiptirler. Öyle ki, her iki imparatorlukta fenci eksik olmamış ve her devirde muhasara makineleri yapılmıştır, fakat şimdiye kadar, bu “barbar”larınkine benzer bir buluş, ne ortaya konmuş, ne de onlar gibi kullanılabilmiştir. Bu, şüphesiz, insan dehasının bir eseridir”.

    Balak’tan (ölm. 520′ler) sonra, onun yerine geçtiği anlaşılan dul hatunu Bo(ğ)arık, savaşçılığı, idareciliği ve güzelliği ile meşhur bir Türk kraliçesi idi ve “100 bin” kişilik Sabar ordusuna kumanda ediyordu. Bizans imparatoru Justinianos (527-565) çeşitli gümüş vazolar ve diğer zengin hediyeler karşılığında, Boğarık ile anlaşmayı tercih etti (528). Bizans, yıllardan beri sürüp gelmekte olan Sasanîler savaşında, Sabarları, kendine dost ve müttefik yapmayı, daha uygun bir siyasî davranış saymış olmalı idi.

    531 yılına kadar Bizans ile işbirliği halinde görülen Sabarlar hakkında, sonraki senelere ait açık bir kayda rastlanmamakla beraber, onların ƺehinşah Anûşirvan (Adil) zamanında, Sasanîlerin Kafkaslardaki sürekli ve başarılı savaşlarında (bilhassa 545′de) hayli telefat verdikleri tahmin ediliyor ki, neticede bir askerî güç olmaktan çıkmışlar, üstelik 557′ye doğru Avarlar’dan da ağır bir darbe yemişlerdir.

    Sabar sahası, az sonra, Karadeniz’e ulaşan Göktürk idaresine girmiştir. 576′da, Güney Kafkaslardaki hakimiyetleri, Bizans tarafından yıkıldıktan sonra, bir kısmı Kür nehrinin güneyine yerleştirilen Sabarların adlarına, 7. yüzyıl ortalarına kadar dağınık şekilde rastlanmakta ve bu tarihlerde, aynı bölgede büyük bir devlet olarak ortaya çıkan Hazarlar’ın esas kütlesini teşkil ettikleri, Hazar kabileleri olarak görülen Belencer ve Semender’in, aslında, iki büyük Sabar kütlesi olduğu anlaşılmaktadır.

    Alıntı
     

Share This Page