Sana… Düpedüzyazı

'Aşk ve Sevgi' forumunda sha. tarafından 22 Ağu 2009 tarihinde açılan konu

Konu etiketleri:
  1. sha.

    sha. ..daha çirkin, daha huysuz

    *Ubi dubium ibi libertas!​


    Sana… Düpedüzyazı


    Sineklik üreten bir firmanın yaz boyunca sinek avlaması misali, bütünüyle kana ayarlı olan imgelerim vardı o sıralar. Sana ayarlı kalp atışlarım bir de. Gitsen, donakalırdı yaşam şeridim…

    İçlerimizde bizzat zehirleyerek öldürdüğümüz o özümüzden dahi sakınılmış düşlere nazire yaparcasına; merhametin maraz doğurduğu, iyi niyet su istimallerinin mevsim normallerini bir hayli aştığı anlatımı bozuk günlerdi. Yine, üzülmemek isteyen takvimlerin ömründen ihraç ediliyordum ben. O zamanlar beni yalnızca odam anlardı, duvarlarındaki belli belirsiz sıva çatlaklarıyla Tanrı’nın yüreğini anımsatan odam. Anlatırdım dinlerdi, hiç karışmazdı söze…

    Birkaç iyi giyimli, dili dikenli şeytan uğraşıp duruyorlardı kimsesizliğimle. Onların acıları bile Avrupai, mekanik sevişmeler içindeydi her biri. Sarmal ilişkiler ağının sosyetik fertleriydi onlar! Hepsinde televole adabı, magazin zihniyeti ya da… Ağdası gelmiş travestiler gibi şehrin ağız birliği etmişçesine ayıpladığı edepsizlikleriyle, ikiye bölünerek çoğaldılar durmadan. Haykırdım hep onların yüzsüzlüklerine karşı; “-Ah siz yok musunuz siz, gerilim filmlerine ayılıp bayılan korkaklar! Kendini cesur gösterme peşindeki ürkek erkekçikler! Sıkıştırın nadide pipilerinizi bacak aralarınıza da, kadınlık öğrenin azıcık. Adamlıktan bu kadar uzakken, isabet olur sizin bünyenize!” Ben hiddetlendikçe onlar sustular, asırlarca bu lafların altında ezilmeyi beklemişçesine sustular. Daha çok kelam harcamak isterdim, sağda solda kaldırım yosmalarını anımsatan lafazanlıklarının onlara ne denli yakıştığından bahsedilebilirdi örneğin. Ama hayır… Toprağını yenilemek ve çiçekle süslemek için sahipsiz bir mezarı; paraya iman eden soysuzlar var ya, işte onlardan farksızdılar!

    Sen yalnızlığını başkalarıyla garantiye alırken, ben hâlâ sarı fırtına lakaplı o deli çocuktum ve öyle kalacaktım daima. Yaşamımı ya da ölümümü sürdürdüğüm bu manasız yerde bulunan tuzu kuru aşkların tam da ortasında; hep başı öne eğik, hep hüzünden taraf olacaktım. Benim her daim, tedbir amaçlı bir B planım olurdu bu hayatta. Yine var! Hani o son gece bana bir öykü anlatmıştın, kısa; (Fırat'ın kıyısında yaşayan yağız bir delikanlı, diğer kıyıda yaşayan tarifsiz bir güzele âşık olur. Geceleri uyuyamaz, gündüzleri bitiremez; zaman sırtındaki kamçıya dönüşmüştür adeta. Sevdiğinin yanına varması zordur, kayıklarla bile güçlükle aşılan bu pervasız akıntıyı yüzerek geçene ise henüz rastlanmamıştır. Delikanlı günün birinde “Ne olacaksa olsun!” der ve nehrin karşı yakasına ulaşmayı dener, başarır da. İçi içine sığmaz, gönlüne denk düşene erişmiştir çünkü. Artık her gece Fırat’ın sularından yüzerek öte tarafa geçer, sevdiğiyle buluşur ve şafak sökmesine yakın sevgilisinin alnına bir öpücük kondurarak nehri tekrar geçip evinin yolunu tutar. Uzunca bir süre devam eder bu böyle. Yine bir gece delikanlı; şafak sökerken veda öpücüğünü vermek için kadının yanına sokulur, öptükten sonra gözlerine dikkatle bakarak; “-Senin bir gözün şaşı mı?” der. Evet anlamında başını sallar kadın ve ekler: “-Sen sen ol, sakın bugünden sonra benim için Fırat’a girme…” Anlam veremez buna delikanlı; “-Neden girmeyeyim, seni seviyorum. Tabii ki bunu yapacağım, bundan önce de yaptığım gibi…” Kadın tekrar onaylar başıyla. Ve der ki; “-Seviyordun… Ki bu sayede her gün Fırat’ı geçebiliyordun. Fakat şimdi, aşkın gözünü kör edebilecek kadar büyük değil! Bendeki kusuru dahi gördün. Yanıma varacak gücü yok aşkının artık!” Kulak asmaz söylenene delikanlı. Azgın sulara bırakır kendini yine bir gece, bir süre yüzdükten sonra akıntıya kapılarak boğulur. İşin aslı yüzmeyi bile bilmiyordur, onca zaman koskoca nehri geçmesinin sebebi aşkının sınır tanımazlığından başka bir şey değildir. Velhasıl-ı kelam aşk tükenince; icabında bir su damlası bile, koskoca okyanuslara dönüşür de adam canına mal olur!)

    Neden anlatma ihtiyacı hissetmiştin, neler eksilmişti ki bizden? By pass ameliyatı olmayıp da “Birini seversem geçer…” demekti seninki. Kalp, başka bir kalbin yardımıyla tedavi edilebilir miydi ayaküstü? Sen de ne olacaksa olsun kıvamındaydın bir bakıma, tıpkı öykündeki delikanlı gibi. Bizim için göze aldığın o tehlikeli sular, belki de bizi daha da uzaklaştıracaktı birbirimizden. Oysa çok yakındı tenlerimiz, hani nefes bile geçmezdi aramızdan o derece. Önsevişelim desen olmaz, önden bir dudak alışverişi yapsak kabahat. Daha önce böylesi bir onursuzluğa rastlamamıştı o yatak! Hiç sorgusuz sualsiz geçiliyordu hudutlar, vatan kavramı yoktu iki beden bir olunca! İyi de ben neden kendimi hep öteki gibi hissediyordum; bu dışlanılmış ruh ya da bu daimi üçüncü tekil şahıslık durumu ne vakit bitecekti? “Adalet mülkün temeli…” yazılı kadınlığında keza, şehvet bile eşit dağıtılmıyordu. Mahrem bölgenden, oradaki o metal dokudan enfeksiyon kapma riskim hiç de az değildi üstelik. Bütün yurttaşlık haklarımdan feragat ederdim gerekirse, ‘bir can’ derdim enikonu nedir yani? Sana sen de dokunsan, ölümüm elinden olurdu anla! Parmaklarına kızıyordum en çok da, sırf bu sebepten. Nedenini biliyor olmalıydın, etini etinle tatmin çalışmalarından. O geceydi; “Migrenim olur musun? Arada bir aklıma gelir, dağıtır gidersin...” demiştim en son. Öyle yabancı bir bakışla yanıtlamıştın ki, besbelliydi o karartının sabahında sensizliğimle uyanacağım. Genç bir ecelin ilk işaretinin verildiği, güneşin göğün rahmini yırtarak doğarken öleceği besbelliydi! O milyon sene önceki gece değil belki ama şimdi, tam da şimdi; cayıyorum ben de sana olan sevdamdan. Bu boktan İstanbul masalında, sana… Sana; “Ele geçirilmek isterse kalenin içindeki, el adamı sepette yılan olur; girer içeri!” diyorum. Gözlerimden öpme sakın! Tüm bu safsataların dışında gözlerim, yeşil duvarlarla örülü bir mola yeri. Ya es geçip devam edeceksin yoluna ya da konaklayacaksın bir ömür her fikri yolculukta. Aman diyeyim, bakışlarımı rölantiye alma! Gözlerimden öpme sakın! Onlar günahsız kalan tek varlıklarım. Asit akar mı adamın yanaklarına, akıyor işte ulan! Gözyaşı kisvesi altında. Sana… Sana; “Ben bunca soru işaretinin muhalefetinde yaşayamayacağım, sen öl daha iyi!” diyorum. O öyküyü anlattığın sevişmemizden bu yana, ilk kez nefes alıyorum!

    Bir geceye daha tahammül edemezdim!

    “Sen’siz kalmaz hiç sevenler…” diye not bıraktım evdeki sessizliğe. Bizden gidiyorum, en çok da seni terk ediyorum; beni ilk çağlardan beridir yalansızca seven kadınların aşkına! Çocuk oyuncağı haline getirilmiş hislerin aşkına! Allah aşkına, en çok da seni terk ediyorum! Hoşçakal sevgili Günebakan, sevmesen de veda sözcüklerini bu pis akşamüstünde sana diyebileceğim sadece tatsız tuzsuz bir; -Hoşçakal…

    -Hoşça kal ayrı yazılır.
    -Zaten içinde yeterince ayrı’lık yok mu?

    Özgür Gümüşsoy
     
  2. Zuzu

    Zuzu <b> " inatçı zuzu " </b>

    Vay adama bak ne hoş dökmüş dizelere..
    Hoşça kalınız :)
     
  3. sha.

    sha. ..daha çirkin, daha huysuz

    Evet en cok takipte olduklarımdandır Özgür Gümüşsoy.

    Her giden veya ayrı hoşca kalsın, umudumuz bu :)
     

Bu Sayfayı Paylaş