Toplumsal Alanda Yapılan İnkilaplar

'Tarih' forumunda sha. tarafından 8 Ara 2009 tarihinde açılan konu

Konu etiketleri:
  1. sha.

    sha. ..daha çirkin, daha huysuz

    SOSYAL ALANDA YAPILAN İNKİLAPLAR
    Giriş

    Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde yürütülen milli mücadelenin başarıya ulaşmasından sonra 1 Kasım 1922 tarihinde saltanatın kaldırılması ile inkılâp ve yenilik çalışmalarına başlandı.(Sarısaman,1999)Yapılan inkılâpların amacı Türk toplumunu çağdaş ve uygar bir seviyeye yükseltmekti. Bu amaçla toplumsal yaşamın her alanında inkılâp çalışmaları hızla yapılmaya çalışılıyordu. Artık tarihten bir kere ders alınmıştı. Hiç durmadan olabildiğince köklü değişiklik yapmaktan kaçınılmıyordu. Halkında bu sürece yabancı olduğunu ve uyma konusunda zorlanmadığını söylemek hata olur.
    Yenilik çalışmalarının tarihine baktığımızda, Osmanlı Devleti’nin bu sürece XVII. yüzyılından itibaren başladığını görürüz.(Sarısaman,1999) II. Osman bu ıslahat çalışmalarına ilk başlayan olmasından dolayı sonu ölüme kadar gitmiştir. Daha sonra III Selim, II Mahmut vb. padişahlar ıslahat yanlısı olup yenilik çalışmaları yapmışlardır. Tanzimat, Islahat ve Meşrutiyetin ilanı ile toplumda yenilik konusunda ki psikolojik ortam biraz da olsun sağlanmıştır.(Sarısaman,1999)Şunu söylememiz gerekir ki halk her yeniliğe hoş geldin diyecek kadar da olgunluğa erişmemişti. Fakat Atatürk için diğerlerine oranla daha müsait ortam vardı.
    Mustafa Kemal inkılâplarında ki amacı doğulu bir toplumda zihniyet değişikliği yaparak batılı ve çağdaş bir toplum yaratmaya çalıştı. Bunu yaparken Türk halkını, çağdaş, medeni, toplum modeli istikametinde yapısal değişikliklere yöneltti. İlmi en hakiki rehber olarak kabul eden insan tipini ve düşünce tarzını hâkim kılmaya çalıştı.(Sarısaman,1999:1102)

    A) KILIK KIYAFET İNKILÂBI

    İnsanların giyim kuşamları toplumsal kültürü yansıtan en belirgin ölçütlerden biridir. Günümüzde iletişim araçları sayesinde kültürel etkilenme olmakta ve modanın da etkisi ile benzer giysiler giyilse de dünyada benzer bir birliktelik oluşsa da yerel ve ulusal giyim yerini koruyor.(Türk Devrim Tarihi,1995)

    1)ŞAPKA İNKILÂBI NEDEN YAPILDI?

    Şapka inkılâbının yapılmasında birçok sebep mevcuttur. Bunları madde madde verelim.
    1) Şapka kanunu daha sonra yapılacak olan köklü inkılâpların habercisi durumunda idi. 2)Halkın fiziki görüntüsünü değiştirip halk psikolojik olarak değişime hazırlanacaktı.(internet,1)
    3)Bunun yanında şapka inkılâbına olan tepkiler daha sonra yapılacak olan inkılâpların düzeyini belirleyecekti.
    4)Kıyafetin insan davranışları üzerindeki etkisinden yararlanılacaktı. Örneğin gecelik kıyafeti giyildiğinde insanın uykusu gelir ve yatmayı düşünür spor kıyafeti giydiğimde ise daha hareketli olur. Bu yüzden şapka giyerek doğulu (yeniliğe kapalı) zihniyetten çıkarak; batılı gibi düşünmeye (yeniliğe açık düşünceye) geçiş olması hedeflenmiş başarıya da ulaşmıştır.
    Atatürk devrimi tümden değimi başlattığı için diğer bazı siyasi devrimlerden ayrılar. Sadece iktidarın değişim ya da ekonomik ilişkilerin yeniden düzenlenmesini hedefleyen devrimlerden ayrımla; hem bunları hem de toplumu hatta toplumdaki bireyin anlamını ilişkilerini, düşüncesini davranışını yani kısaca özünü değiştirmeyi amaçlamıştır(Aksu,1999:123)

    5)Halkın giydiği kıyafet milli özelliklere sahip olmamanın yanında çok çeşitli olması da toplumda bir bütünlük olmadığının kanıtıydı. Bu durumu bize Atatürk 19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıktığında Mustafa Kemal‘i karşılayan toplumu izleyen bir İngiliz subayının sözleri daha iyi açıklar.
    Karşılamaya gelen halkın kiminin başında fes, kimisinde kalpak, kiminde sarık… Kimi başına bir bez parçası bağlamış… Kiminin sırtında aba kiminde cepken kiminde ceket kiminde yelek… Kiminin bacağında şalvar, kiminde pantolon, kiminde uzun beyaz külot… Kiminin ayağında çarık kiminde yemen, kiminde iskarpin, kiminde fotin… Demek ki henüz bunlar bir ulus değil.(Türk Devrim Tarihi,1995:181)

    Bu görüntü ülkede bir birliğin olmadığının kanıtı olsa da olaya birde bu açıdan bakmakta fayda vardır. Türk halkı uzun bir tarihsel sürecin sonucu olarak birçok milletle etkileşimde bulunmuş bünyesinde pek çok ulusu da barındırmıştı. Tabi ki bunları etkilemenin yanında bunlardan etkilenmemekte mümkün değildir. O yüzdendir ki Cumhuriyetin ilk yıllarında halkta pek çok çeşit tipte kıyafetli insan görmek mümkündü. Bir bütünlük sağlaya bilmek âmâcıda bu inkılâbın altında yatar.

    6)Halk bu giysileri bir dini simge olarak görüyorlardı. Halkın inancına göre eğer bu giysiler çıkarılırsa kendilerin de dinden çıkacağını düşünüyorlardı.(Sarısaman,1999)Hâlbuki fes bir Yunan başlığı olup II. Mahmut zorla kan dökerek ve hatta şeyhülislamın görevinden alınmasına kadar giden bir süreç sonrasında fesi sivil asker memura zorla giydirmişti.(Tural,2000)
    7)Atatürk’ün amacı ise dış görünüşten ziyade insanların kafalarının içi ile ilgiliydi. Atatürk şunu biliyordu halkın şapka giyerek direkt medeniyetler seviyesine çıkamayacağını o yüzden kılık kıyafet devrimi insanların zihinlerine yönelikti.(internet,1)
    Şapka devriminin temel felsefesini kavrayamamış olanlar, Atatürk’ün yaptığı kılık kıyafet devrimi bir “Gardolap Devrimi” demişlerdir.Oysa ki kıyafet devriminden önce sarık, fes ve peçe adeta islamiyetin bir parçası olarak kabul edilmekteydi.Laik ve uygar bir ulusun kıyafetini, dinsel inançlara bağlamak gerçekten yersizdi.(Olcaytu,?:65)

    Atatürk’ün şapka inkılâbı yapmasındaki maksadını şu sözlerinden çıkarmak mümkündür:
    Baylar ulusumuzun giymekte bulunduğu ve bilgisizliğin, aymazlığın, bağnazlığın, yenilik ve uygarlık düşmanlığının bir simgesi gibi görünen fesi atarak onun yerine bütün uygar dünyanın kullandığı şapkayı giymesi ve böylece Türk ulusunun uygar toplumdan anlayış yönünden de hiçbir ayrılığı göstermesi gerekiyordu(Keskinkılıç,2000:269)

    Atatürk nutukta der ki:”Fesin kaldırılması zorunluydu.Çünkü fes, kafalarımızın üstünde; bilgisizliğin, bağnazlığın uygarlık ve her türlü ilerleme karşısında duyulan nefretin bir simgesi gibi oturuyordu.”(Erden,?)Atatürk’ün bu sözünden fes gericiliğin bir simgesi özelliğini taşıdığını bu yüzden fesin kaldırılmasının gerekli olduğu sonucuna varmak hiçte zor değildir.
    8)Kılık kıyafet inkılâbının yapılmasındaki bir amaçta halk arasındaki sınıf ayrılıklarını kaldırmaktır.
    Sokağa çıkınca kimin hangi inanç veya inanıştan nereli, hangi milletten olduğunun kolay ayrımı dışında, bu parçalanmışlık, çözülmüşlük göstergeleri örtünme işlevini bile geride bırakıyordu. Bir zevk zerafet ve örtünme aracı olan kıyafetler, bir benzeşme ve bütünleşme işlevi taşımıyordu; bu yüzden, kahvehane lokanta hatta mescitlerin dahi ayrılmış olmasını kılık kıyafet inkılâbı bütünleştirmek istiyordu.(Tural,2000;150)

    Halkın görüntüsü bölünmüşlüğün gruplaşmanın resmiydi. Halkın kıyafetinden hangi ırktan cemaatten ya da meslekten olduğu bilinebiliyordu bu da toplumda sınıf ayrımına neden oluyordu. Örneğin gayrimüslim giyiminden toplumun içinde tanınıp soğuk davranılıyordu.
    2) ŞAPKA İNKILÂBI

    Şapka inkılabı yapılmadan önce ülkede hiç şapka giyilmiyor değildi.Meşrutiyetle artan batıcılık akımının etkisiyle, özellikle İstanbul Pera’da Gayri Müslimlerin önderliğinde pantolona, iskarpine yeleğe, gömleğe rastlanmaktaydı.Müslümanların arasında da şapka giyenleri görmek mümkündü.(internet,2)Atatürk ise fes yerine kurtuluş savaşı simgesi olan kalpak giyiyordu.(Türk Devrim Tarihi,1999)Her ihtilalin yada devrimin kendine has bir simgesi olmuştur Osmanlının son dönemimde fes kurtuluş savaşında kalpak, cumhuriyet döneminde ise şapka olmuştu.(Olcaytu,?)Bu yolda atılan ilk adım Şer’iye ve Evkaf Bakanlığının kaldırılmasından sonra hukukçuların giysileri ile bu işe başlanır.3 Nisan 1924 kabul edilen hakim ve adliye mensupları resmi kıyafetleri konusunda giyecekleri üniforma belirlenmiştir.(Türk Devrim Tarihi 1995) Daha sonra 24 Ağustos 1925 de Atatürk Kastamonu-İnebolu yöresindeki geziye panama şapkası ile çıkmıştır.Konuşmasında uygarım diyen Türk milletinin gerçekten uygar olabilmesi için dış görünüşü ile de değişmesi gerektiğini vurguluyordu.(Türk Devrim Tarihi,1995)
    M. Kemal şapka inkılâbını çok önceleri (7–8 Temmuz 1919), Erzurum ve Sivas Kongreleri arasında Mahzar Müfit ile olan bir mülakatı; bize, şapka konusunda görüşlerini çok güzel bir şekilde yansıtır. Erzurum Kongresi sona erdikten sonra Mustafa Kemal ve arkadaşları her gün ve her gece bir araya gelerek Gazi Paşa ile İbrahim Süreyya Yiğit, baş başa vermiş çalışıyordu. Paşanın aklına Mahzar Müfit geldi Emir Eri Ali ile haber gönderip onu da odasına çağırttı. Bir ara Süreyya Bey, Paşaya şöyle bir soru yöneltti: “Paşam başarıya ulaştıkta sonrada iş bitmiyor. Memleketin sonsuza dek çalışmaya ihtiyacı var. Neler yapmayı düşünüyorsunuz?”
    Mustafa kemal bu soru üzerine Mahzar Müfit’e gidip odasından not defterini getirmesi söyledi. Sonrada “şimdi not et bakalım” dedi”Ama defterinin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin dedi bir ben bir sen bir de Süreyya bilecek şartım bu. Önce tarihi koy:8 Temmuz 1919.Sabaha karşı şimdi yaz.
    Bir: zaferden sonra hükümet biçimi cumhuriyet olacaktır
    İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken muamele yapılacaktır.
    Üç: Tesettür kalkacaktır.
    Dört: Fes kalkacak uygar milletler gibi şapka giyilecektir.”
    Bunu duyunca Mahzar Müfit’in kalemi elinden düştü. Paşa “neden durakladın?” diye sordu.”darılmayın ama Paşam sizin de hayalperest anlarınız var”
    “Bunu zaman tayin eder sen yaz.
    Beş: Latin harfleri kabuk edilecek.”
    “Paşam yeter… Yeter. Cumhuriyet ilanını başarılalım, üst tarafı kolay”
    Mahzar Müfit, bundan sonra defterini kapayarak koltuğunun altına aldı ve ağa kalkarak, “Paşam sabah oldu” dedi.”Siz oturacaksanız hoşça kalın.(Topuz,2000:141,142)

    Görüleceği üzere M. Kemal şapka devrimini çok önceleri kafasında tasarlamış ve bunu gerçekleştirmek için uygun zamanı beklemiştir. Mustafa Kemal’in ilk kez şapkayı Kastamonu da giymesinin de nedenleri vardır. Bunlardan ilki Anadolu da muhafazakâr olarak bilinen şehirde eğer halk kabul eder, fazla tepki göstermezse Anadolu’nun diğer yerlerinde de halkın bakış açısı fazla sert olmayacaktır. Diğer bir neden ise Kastamonu halkı Mustafa Kemal’i ilk kez göreceklerdi bu yüzden halk Mustafa Kemal’i nasıl görürlerse öğle alışılır ve hızlı uyum sağlarlar(internet,3)
    “Şapka Giyilmesi Hakkında Kanun
    25.11.1925

    Kanun No.671
    Madde 1. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri ile yerel idare ve bütün kurumlara mensup memur ve müstahdemler Türk Ulusunun giymiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir. Türkiye halkının genel başlığı şapka olup, buna aykırı alışkanlığın devamını hükümet engeller.
    Madde 2. Bu kanun yayın tarihinden itibaren geçerlidir.
    Madde 3. Bu kanun Büyük Millet Meclisi ve Bakanlar Kurulu tarafından icra edilir.”(Olcaytu,?:66)
    Kanundan anlaşılıyor ki T.C halkının erkekleri şapka giyilmesi mecbur olurken fes yasaklanmıştır. Daha sonra 3 Aralık 1934 de din görevlilerin ibadethane dışında dini giysilerini giyememesi konusunda kanun çıkarılır. Kıyafet inkılâbı ile artık Türk milleti az çok Orta Asya’daki giyim kuşamına geri dönmüşlerdi. Kadın kıyafeti meselesine gelince bu konuda teşvik edici olunmuş ama hiçbir zaman zorlayıcı olunmamıştır. Ancak devlet dairelerinde modern giyimi hâkim kılındı.(Sarısaman,1999)

    3)KILIK KIYAFET İNKİLABINA TEPKİLER:

    Kılık kıyafet inkılabına tepkiler din çerçevesi altında olmuştur.Yenilik karşıtları gülünç denilebilecek iddialar ileri sürerek sözde kendilerini İslam dininin savunucusu olarak görmüşlerdir.Şapka inkılabını ise genç Cumhuriyetinin dinsizliğini belgeleyen en önemli belge olarak görmüşlerdir.Şapkayı giymenin de dinden çıkmak olarak görmüşlerdir.Oysa ki Atatürk kafaya giyilen şeylerin dinle bir alakasının olmadığını göstermeye çalışıyordu.(internet 1)Halkın şapka inkılabına karşı olmasını başka bir nedeni ise şapkanın şeklinden dolayıdır.İslami kesimde daha önceden baş kisvelerin çıkıntısı olmazdı zira bu çıkıntı namaz kılırken müminin anlının yere dokunulmasına engel oluyordu.Dolası ile şapkaya bu yüzden tepkiler gelmiştir.(Ertunç,?).Memleketin çeşitli yerlerinden şapka ile namaz kılmanın caiz olup olmadığı konusunda din adamlarından görüş istenmiştir.Halk şapkaya oldukça yabancıydı şapkayı usulünce giyme konusunda uzun zaman sonra alışmıştır.Şapkayı ters giyen yan giyen şapka diye kafasına bez bağlayan kişilere oldukça çok rastlanmıştır.(Sarısaman,1999)
    Atatürk şapka inkılâbını gerçekleştirene kadar aydınlarda dâhil olmak üzere toplumun büyük bölümü buna hazır değildi. Nitekim İstiklal Mahkemesi başkanı Ali Çetinkaya şapka giydiği gerekçesiyle Vakit gazetesi muhabiri makamından kovmuş ve hapse atamakla tehdit etmiştir. Ancak, Atatürk Kastamonu’da şapka inkılâbını başlatınca Ali Bey, bu defa şapka giyerek Mustafa Kemal Paşa’yı karşılamıştır.(Sarısaman,1999)

    1930 Ağustos’unda kurulmuş olan Serbest Fırka’nın bir mitinginde halkın şapka çıkarıp yere atması, hala eski zihniyetin insanlarda hâkim olduğunu göstermektedir. Bu yüzdendir ki Mustafa Kemal eski zihniyetlilerin sığınak noktası olan serbest cumhuriyet fırkasını kapanması yönünde çalışmalar yapmıştır.(Sarısaman,1999)
    Şapka yasa tasarısı TBMM tarafından görüşülürken, taslağın anayasaya aykırı olduğunu ileri süren Bursa Milletvekili Nurettin Paşaya zamanın adalet bakanı Mahmut Esat(Bozkurt)şu yanıtı veriyor:
    ‘’-Hürriyetin nasibi, irticanın elinde oyuncak olmak değildir… Ülkenin çıkarlarına olan şeyler hiçbir zaman anayasaya aykırı olamaz, olmaması belirlenmiştir(mukayyettir).’’(Ateş,?,343–344a)
    Buradan da anlaşılıyor ki şapka inkılâbını meclis içerisinde bile benimseyemeyen zihniyetler mevcuttur.
    Şapka inkılâbı yasasının uygulanması konusunda TBMM istiklal mahkemelerini kurmuştur. Bunlar ülkenin çeşitli yerlerinde şapka inkılâbına karşı gelenleri yargılamıştır. Yasaya göre; şapkadan başka bir başlık takmada direnmenin cezası 3 aya kadar hafif hapis iken, kanunu protesto hareketleri sistemin meşruluğuna karşı yönelen idamlık suçlar sayıldı.(Cumhuriyet Ansiklopedisi,2000)
    Aslında cumhuriyetin ilanı, hilafetin kaldırılması, şer’iye mahkemelerinin kapatılması,
    Hıyanet-i Vataniye Yasasına ‘dinin politikaya alet edilmeyeceği’nin eklenmesi gibi girişimler yüzünden kabaran tepkiler, şapka olayını bahane edindiler(İnternet,4)
    Halk yurdun her köşesinde şapka inkılâbına tepkiler gösteriyordu. Emniyet kuvvetleri ve mahkemeler, öfkeyi bastırmak için var güçleri ile çalışmaya başlarlar. Şapka aleyhinde olanlar veya her ne gerekçe ile olursa olsun şapka giymeyenler mahkemeye sevk ediliyordu. Bir çok kimse sürgün veya 10-15 yıla varan hapis cezalarına çarptırılıyor hatta idama kadar varan cezalar veriliyordu.Rize de 8,Maraş ta 7, Erzurum da 4 kişi idam edildi.(Ertunç,?,159)
    Anlaşıldığı üzere bütün inkılâplarda olduğu gibi, halk hemen şapka inkılâbını kabullenmemiş nihayetinde bazı aksaklıklar ve tepkiler ortaya çıkmıştır.

    B) ULUSLARARASI SAAT VE TAKVİM’İN KABULÜ

    1) EZANİ/ALATURKA SAAT VE ULUSLARARASI UYUM:

    Bireyin ve toplumun güncel yaşamını ilgilendiren önemli bir değişiklik de, zamanı ölçmede kullanılan saat ve takvimdeki karmaşaya son verilerek uluslararası ilişkilerde uyum sağlanması idi.
    Günümüzde kullandığımız saat deyimi gece ve gündüz diye ikiye ayrılan bir ‘’güneş günü’nün’’ 1/24’lük dilimi anlamına gelmektedir.
     
  2. sha.

    sha. ..daha çirkin, daha huysuz

    Güneş günü güneşin, yeryüzünün herhangi bir noktasını belirleyen meridyenden arka arkaya iki kez geçişi arasındaki zaman dilimi demektir. Bu dilimde ‘’gün’’ gece yarısında başlamakta ve onu izleyen gündüzde öğlen vakti 12 olmaktadır. Güneş saatinin dışında yaklaşık olarak yerin kendi ekseni etrafında bir dönüş süresi üzerine kurulan bir ‘’ay saati’’ söz konusudur. Dayandığı esaslar ne olursa olsun, bir günün evrelerini belirleyen saat aslında yerel değer taşımaktadır.(Turan,1995:193)
    ‘’Ulaşım ve iletişim olanakları çoğalıp toplumlararası ilişkiler ivme kazanınca, ülkeler arasında zaman farkını ölçmek için bir düzenlemeye gidilmesi zorunlu görülmüştü’’ (Turan,1995:194). Yeryüzü saat dilimleri diye 24 parçaya bölünmüştü. Böylece her dilimin arası 15 meridyen olup, bir meridyen farkı da 4 dakikalık. Zaman farkını belirtmektedir. Saat dilimleri belirlenmişti ama saat dilimlerine başlangıç kabul edilecek bir noktanın saptanması gerekli olmuştu. Bu amaçla 22 Ekim 1884’de Washington’da (ABD)uluslararası bir toplantı düzenlenmiştir. Toplantıya 25 devlet iştirak etmiştir. Bu devletlerden bir tanesi de Osmanlı devleti’dir. Toplantıda Londra’nın güney batısındaki Greenwich gözlemevinden geçtiği kabul edilen meridyenin başlangıç kabul edilmesi oy birliği ile karara bağlanmıştır.
    Osmanlı imparatorluğunda, öteki İslam ülkelerinde kullanılan ‘’ezani saat’’ kullanılmaktaydı. Ezani saatte gün 24 yerine 12 saatlik 2 dilime ayrılıyordu. Akşamları güneşin batışı 12 kabul ediliyordu. Osmanlı imparatorluğu, batı Hıristiyan topluluklarının karşısında İslam toplumunun temsilcisi sayıldığından kullanmış oldukları saat onlara ithaf edilmiştir. Bu bağlamda batı dünyası ezani saate Türk usulü/modası anlamında alaturka saat/alla turca saat demişlerdir. Avrupa’da kullanılan ve Osmanlı ülkesine gelen batı topluluklarının bağlı oldukları güneş saatine de, öğlen vakti demek olan zevali 12 kabul dildiği için zevali saat denilmiştir. Bu saat aynı zamanda ‘’alla franca/alafranga (Frank /Frenk usulü) olarak adlandırılmıştır.(Turan,1995)
    Osmanlı devletinin son dönemlerin de güneş saatini kullanan devletlerle siyasal sosyal İlişkiler arttığında ortak toplantılar ve eylemler için zaman saptamada bazı aksaklıklar ortaya çıkmaktaydı. Bunun önüne geçmek için devlet bazı resmi belgelerde her iki saati de kullanmışlardır. Örneğin Kırım Savaşı gibi İngiltere Fransa ve Piemonte (İtalya) ile birlikte yürütülen savaşta hareket saatlerini, saptamada bazı güçlükler ortaya çıkmıştır.
    Osmanlı devleti bu aksaklıkları gidermek için insanları bilgilendirme çabası içerisine girmiş zevali saati kullanıma geçirmek istemiştir. Yeni saat sistemini benimsemek o kadar kolay gerçekleşmemiştir. Örneğin 2. meşrutiyet döneminde mebuslar meclisinin bir oturumunda Rıza Tevfik kürsüye çıkarak alafranga saatin kabul edilmesini önermiş ve bunun yararlarını belirtmeye çalışmıştı. Bu arada Türklerin İslamiyet’i kabulden önce ezani saati bilmediklerini anımsatmak için o dönemde kâfir olduklarını söyleyince mebusların şiddetli protestoları ile karşılaşmıştır.’’Gâvur herifi söyletmeyin gebertin! Bizim saati kaldırmak namazı kaldırmak demektir! Bağırışları arasında kürsüden inip dışarıya çıkmak zorunda kalmıştır.(Turan,1995)
    26 Aralık 1925’te TBMM’nin kabul ettiği bir yasa ile yeni saat sistemi kabul edilmiş resmi olarak kullanılmaya başlanmıştır. Alafranga saat geçilmesi ile Türkiye cumhuriyeti İzmit’ten geçen 30. meridyeni esas alarak ulusal saat sistemini oluşturmuştur.
    ‘’Ancak, ülkemizde bir süre yeni saat sistemini uygulamakta güçlük çekilmiştir. Halk ezani saat kullanma alışkanlığını terk edemiyordu. Bilgisizliğin bir sonucu olarak halk arasında namaz vakitlerini tespit etmekte alafranga saatin yetersiz kaldığı kanaati de vardı’’(Sarısaman,1999:1113)
    Zaman konusundaki karışılıkların önü alınamayınca valilikler muvakkithanelerdeki ezani saatleri kaldırmış bütün saatleri alafranga saat esasına göre ayarlatmışlardır. Bir süre muvakkithane dışındaki Osmanlı bankası, telgrafhane vb.nin saatleri halkı yanıltmaya devam etmişse de nihayetinde bunlar da muvakkithaneyi esas almak durumunda kalmışlardır. Resmi dairelerde de yeni sistem esas alınınca halk ister istemez bu sisteme uymak zorunda kalmıştır.(Sarısaman,1999:1114)

    Sonuç olarak saat meselesinde çekilen sıkıntıların sebeplerini bilgisizlik, ilgisizlik, önemsememe, eski alışkanlıkların terk edilememesi ve kurumlar arası koordinasyon eksiklikleri olarak maddeleştirmek mümkündür.
    2)TAKVİM KARMAŞASINDAN ÇAĞDAŞ DÜZEYDE BİRLİĞE
    Zamanı belirlemede bir ölçüt olarak kullandığımız takvim kelimesi Arapça kıvam’dan türeyen bir sözcüktür. Türkçe de anlam karşılığı olarak bir şeyin en uygun zaman ya da durumu olarak karşılık bulmuştur.
    Türklerin eskiden beri kullanmış oldukları çeşitli takvimler mevcuttur. Kullandıkları bu takvimlerin bazıları ay esasına, bazıları güneş esasına dayalı takvimlerdir.
    Türklerin Kullandıkları bazı takvimler;
    a)12 Hayvanlı Takvim: Göktürklerden itibaren İslamiyet’in kabulüne kadar Türkler güneş yılını esas alan 12 hayvanlı takvim’i kullanmışlardır.12 yıllık dilimlere ayrılan ve 60 yılda bir dönem oluşturan bu takvimde yıllara birer hayvan adı verilmiştir.
    b)Hicri Takvim(Kamer-i Hicri):İslamiyet’i kabul ile birlikte Türkler tarafından hicri takvim kullanılmaya başlanmıştır. Hicri takvim Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicretini başlangıç olarak kabul eden ay esasına dayalı bir takvimdir. Ay’ın her tam devrinin bir yıl sayılması esasına dayanır.
    c)Rumi Takvim(Şems-i Hicri): Osmanlı imparatorluğunda ‘’hicret’’başlangıç alınarak; dünyanın güneş etrafında devrini bir yıl sayan bir takvim niteliğindedir.1840 yılında I. Mahmut tarafından hazırlattırılmıştır. Mali çalışmalarda meydana gelen bazı aksaklıkları gidermek amacı ile oluşturulmuş ve kullanılmaya başlanmıştır.
    d)Celali Takvim: Selçuklu Sultanı Melikşah döneminde (1079) güneş yılına göre düzenlenen bir takvimdir.
    Bunların dışında batı Hıristiyan dünyasının kullanmış olduğu ve daha sonra Türkler tarafından kabul edilen Jülien, Gregorien takvimlerini de unutmamak lazımdır.
    26 Aralık 1925’te TBMM’nin kabul ettiği bir yasa ile Miladi Takvim resmen kabul edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde resmi devlet takviminde, tarih başlangıcı olarak uluslararası takvim başlangıcı kabul edilmiştir. Bununla Miladi/Gregorien (İsevi)takvim kabul olunuyor ve Rumi 1341 yılı Aralık ayının 31. gününü izleyen günü, 1926 Miladi yılı Ocak ayının birinci günü sayılıyordu (Turan,1995:198)

    Takvim değişikliği modern dünya ile bütünleşmemizi sağlamıştır. Yöresel halk takvimlerinde Rumi takvimdeki bir kısım bilgiler kullanılmaya devam ediyorsa da miladi takvim sosyal hayata getirdiği kolaylıklar dolayısıyla halkımız tarafından benimsenmiştir. Bu mesele de herhangi bir sıkıntı yaşanmamıştır.(Sarısaman,1999:1112–1113)

    ‘’Hicri takvim batılılaşma çizgisindeki Türkiye’de eski kültürün temsilcisi olarak görülmekte ve batı ile olan ticari ilişkilerde bazı meselelerin ortaya çıkmasına sebep olmaktaydı’’(Akkoyun,1997:173).Bu sebeple miladi takvim kabul edilmiştir.
    C)UZUNLUK VE AĞIRLIK ÖLÇÜLERİNİN DEĞİŞİMİ MESELESİ
    ‘’Zaman ölçülerinin değişiminden sonra ağırlık ve uzunluk ölçülerinin değişimi için beş yıl beklenilmesi gerekti.gerçekten yurdun her yöresinde gerek ağırlık gerekse uzunluk için’’endaze’’,’’okka’’ vb. gibi zaman zaman farklı ve pek net olmayan ölçüler kullanılıyordu.’’(Ateş,1997:340b)
    Osmanlı döneminde 60 cm. veya 65 cm. uzunluğa eşit olan endaze, parmak ucundan omuza kadar uzunluğu ifade eden ve ortalama 75,8 cm. kabul edilen arşın ile adım, ayak, kulaç gibi uzunluk ölçüleri kullanılıyordu. Bu ölçüler standart ölçüler değildi. Bunların içerisinde ayak, adım, kulaç gibi ölçüler sağlıklı olmaktan çok uzaktı. Bu ölçüler ile ortak bir iş yapmak mümkün değildi.(Sarısaman,1999).
    26 Mart 1931 tarihinde modern dünyanın kullanmış olduğu metre sistemi kabul edilmiştir. Artık uzunluk ölçümü milimetre, santimetre, desimetre, metre, dekametre, hektometre, kilometre ile ifade edilecektir.
    Eskiden Ağırlık ölçülerinin temel birimi dirhem idi.1 dirhem İstanbul da 3,207 grama tekabül etmekte idi. İstanbul için okka 1,282 gram ağırlığı ifade etmekte idi. gene 26 Mart 1931 tarihinde ağırlık ölçülerinde de batı standartlarını hâkim kılan bir yasa çıkarılmıştır. Artık ülke içerisinde ve dışındaki alış-verişlerde miligramdan tona uzanan modern dünyanın ölçü sistemi esas alınacaktır. Kuyumculukta ise yeni şekli ile 2 desigram ağırlığa tekabül eden kırat kullanılmaya başlanmıştır.(Sarısaman,1999)
    Ölçülerde yapılan değişikliklerde aslında bir bakıma geç kalınmıştı çünkü gelişen dünyada çok önceleri bu sistemlere geçme gerekiyordu. Ölçülerde yapılan bu değişiklikler genelde halkımız tarafından kabul görmüştür. Ancak bazı sebeplerden dolayı kimi yerlerde geçiş biraz zor olmuş zamanla yerleşmiştir. Kırsal kesimde hala teneke ile tahıl tartmak, bidon ile süt satmak, arşın ile kumaş ölçmek gibi uygulamaların devam ettiği görülmektedir. Bütün bunlarda insanların kültür eksikliği, önemsememe ve alışkanlıklarını terk edememeleri gibi eksiklikler sorunun temelini teşkil etmektedir. Halkın okuma-yazma oranı, kültür seviyesi ve ekonomik düzeyi yükseldikçe bu tür uygulamaların azaldığı gözden kaçırılmaması gereken önemli bir husustur.
    D)SOYADI KANUNU İLE KARIŞILIKLARA SON VERİLMESİ
    Cumhuriyet idaresine kadar insanları birbirinden ayırt etmede farklı yöntemler kullanılmıştır. Kişileri ayırt etmede kullanılan yöntemlerden bir kaçını sıralayacak olursak;
    a)Aile adıyla anma: örneğin Seyfettin Afşaroğlu
    b)Baba adıyla anma: örneğin Mustafa Sabri
    c)Memuriyetle anma: örneğin Doktor Veli, Öğretmen Kenan
    d)Doğum yerleri ile anma: örneğin Mustafa kemal Selanik
    e)Lakaplarla anma: örneğin Ayıcı Arif, Maymun Turgut
    f)Kusur ve eksikleriyle anma: Kepçe Seyfettin, Aksak Timur
    21 Haziran 1934 tarihinde ‘’Soyadı Kanunu’nun’’ çıkarılması ile tüm bu yöntemlerin kullanılmasına gerek kalmamış bu konuya yeni düzenlemeler getirilmiştir. Bu çıkarılan yasaya göre kişiler rütbe, memuriyet, aşiret, yabancı ırk ve milleti ifade eden isimleri soyadı alamayacaklardır. Soyadı ile kendilerini tarihte ün salmış büyük kişilere bağlamak isteyenlere, o kişi ile olan bağlantılarını resmi kayıtlar ve belgelerle ispat etmek zorunluluğu getirilerek kabul edilmiştir. Ayrıca genel ahlaka aykırı gülünç ve hakaret ifade eden kelimelerin soyadı olarak alınamayacağı belirlenmiştir. Bir soydan olmayan aileler aynı soyadını alamayacaktır. Soyadı seçme hakkı evlilik birliğinin reisi olan kocaya aittir.
    Soyadı ile kanunlardan bir tanesi de Mustafa Kemal Paşa’ya Atatürk soyadını veren 24 Kasım 1934 tarihli kanundur. Bu kanun 17 Aralık 1934 tarihli bir başka kanun ile takviye edilmiştir. Bu yasaya göre Atatürk soyadı başına ve sonuna ekler getirilerek dahi olsa hiç kimse tarafından öz adı veya soyadı olarak alınamayacağı ve kullanılamayacağı belirlenmiş, belirtilmiştir.(Sarısaman,1999)
    Soyadı kanununa halkımız tarafından hiçbir itiraz yöneltilmemiştir. Çünkü bu kanun ile insanların tanınması kolaylaşmış, karışıklıkların önüne geçilmiştir. Bu konuda ki tek değişiklik aile reisliğinin erkeğin üzerinden alınması ve kadına kızlık soyadını taşıyabilme hakkının verilmesidir.(Sarısaman,1999:1111)

    Atatürk, 1934 yılında soyadı kanunu çıkartarak Türk ulusunun fertleri arasındaki unvan farklarını ortadan kaldırmıştır. Demokratik yolda atılan bu adımla ağalık, beylik, soyu ile övünme ve kendilerini diğerinden üstün görme düşünüşü önlenmiş, bir yandan da bu meselenin önüne geçilmiş oldu. Böylece ‘’Halkçılık İlkesi’’ bir yönüyle uygulamaya konulmuştur. Bugün Türk ulusunun birlik ve beraberliğinin sağlanmasında unvanların kaldırılması önemli bir aşama olmuştur. Atatürkçülüğün paydos ettiği ağalık, beylik vb. gibi unvanların kaldırılmasının bir bakıma temel felsefesini de her türlü ayrıcalığın sona erdirilmesi teşkil eder.
    Tüm bu anlatılanlardan çıkarılacak en önemli sonuçlardan bir tanesi bu değişim sürecinde birçok zorluklarla karşılaşıldığı gerçeğidir. İnkılâpların özümsenmesinde çekilen sıkıntıların dini, tarihi ve sosyal boyutları olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Öte yandan cumhuriyetin kuruluşu dönemindeki Türk insanı ile günümüz Türk insanı karşılaştırıldığında önemli düzeyde değişmelerin gerçekleştiğini açıkça görebiliriz. Değişen dünyaya uyum sağlama sürecinde Türk toplumu hızlı ve sağlam adımlar atmaktadır.
    Aynı şekilde inkılâpların benimsenmesini güçleştiren sebeplerden bir tanesi de bilgisizlik ve kültür eksikliğidir. Bazı inkılâplarda ise önemsememe ve alışkanlıkları terk edememe şeklindeki davranışlar olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Ancak bütün bu olumsuzluklar basamaklar halinde çözümlenmiş ve halen de çözümlenmeye devam etmektedir.
    Sonuç
    Tüm bu anlatılanlar ışığında Türk insanının yapması gerekenin diğer ulusları geçmek için cehaletin perdesini, bilimin kılıcıyla yırtıp, uygarlığın ışığına çıkmak olduğunu unutmaması gerektiği gerçeğidir. Tanrı’nın ilk emri olan ‘’oku’’ emrini vicdanlarına yazıp, Atatürk’ün ‘’Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir’’parolasına uymak, modern çağın gerçekleri ile yüzleşip vatanı ve milleti için yararlı şeyler yapmaya gayret göstermek olmalıdır. Türk ulusunun, Yüksek uygarlığın en tepesinde gerçekleşen olaylarının tayininde rol oynaması için yüksek bir medeniyete ve güçlü bir devlete ihtiyacı olduğunu kabul etmeli, sadece yapması gerekenin Türk ulusunda var olan potansiyeli açığa çıkarması için çok çalışması gerektiğini hiçbir zaman unutmamasıdır.
     

Bu Sayfayı Paylaş