Padişah Vahdettin, kendi taht ve tacını kurtarmak uğruna, Anadoluda başlayan Bağımsızlık Savaşının yok edilmesi dahil, düşmanların her isteğini yerine getirerek kendi ulusuna ihanetten çekinmemiştir. Ne ilginçtir ki, Bağımsızlık Savaşının başarıyla sonuçlanacağı kesinleşince aynı Vahdettin, ihanetlerini unutturmak ve tahtını kurtarmak hesabıyla hanedan ailesinden bir şehzadeyi Bağımsızlık Savaşını destekliyor izlenimi yaratmak düşüncesiyle Anadoluya gönderme girişiminde bulunma kurnazlığını da göstermiştir. Bağımsızlık Savaşını isyan olarak gören, Atatürk ve arkadaşlarının idamını onaylayan, halkın dini duygularını Halife sıfatıyla sömürerek kardeşi kardeşe düşüren, Sevr Antlaşmasını kabul ederek Türk yurdunun parçalanması projesine evet diyen Vahdettinin bütün oyunları Atatürkün zeka duvarından geri dönmüştür. Aşağıdaki anekdot bu bakımdan oldukça ilginç bir örnektir. 1921 Haziranında Ankaradaki Milli Devlet, Birinci ve İkinci İnönü Zaferlerini kazanmış, İngiltere ve Fransa ile görüşmeler yapılmış; varlığını bütün dünyaya tanıtmış bulunuyordu.O zamana kadar saltanatı kurtarmak için düşmana yaranmak ve bu amaçla Türk milletinin zincire vurulmasına bile razı olmaktan başka çare görmeyen padişah şüpheye düştü: - Ya milli hükümet bu davayı kazanırsa? O zaman Osmanlı sülalesi suçlu görülmeyecek mi? Her ihtimale karşı bir şehzadeyi Anadoluya yollamalı, Milli Mücadelede Osmanlı sülalesinin de payı olduğunu iddiaya hak kazanmalı!...Veliaht Mecit Efendinin oğlu Şehzade Faruk, bir vapura bindirildi; İstanbulla Ankara arasında en kısa yolun başlangıcı olan İneboluya gönderildi.İleriyi göremeyenler için bir şehzadenin Ankaraya gelmesi, Türk milletinin hiç olmazsa manevi kuvvetini artırırdı; halbuki saltanat en büyük bela idi.Şehzadenin geldiği Ankaraya bildirildi; ne yapılacağı soruldu. İçişleri Bakanı şu emri verdi: - Şehzadeyi, layık olduğu tören ve saygıyla İneboluya çıkarınız! Şehzade Faruk, Anadolu toprağına ayak bastı; onun şerefine İnebolu kasabası bayraklarla donatıldı; her tarafta şenlik havası vardı.Atatürk bunları öğrenince tehlikeyi sezdi; hükümet adına verilmiş ve uygulanmış olan emre rağmen kendi imzasıyla İneboluya şu telgrafı çektirdi: Şehzadenin hemen vapura bindirilerek İstanbula geri gönderilmesi Bu telgraf, mevcut tehlikeyi göremeyen ile ufkun ötesini görenin farkıydı. A.N. BANOĞLU, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, s.90-91