Anlatan : Arire Nezetli İDRİSLİ - Hazırlayan: Neşe SARISOY 1928 yılında Kırım'ın Yalıboyu'ndaki güzel Simeiz'de doğdum. Sürgün edildiğimizde 15 yaşındaydım. O günler birinci gününden son gününe kadar hep aklımda. Nasıl unutulur ki o günler? İstesem de unutamıyorum. Sürgünden bir gün önce her şey sakindi. Pek çok evde olduğu gibi bizim evde de cepheden gelen izinli Rus askerleri yaşardı. 17 Mayıs 1944 günü evimizde büyük bir temizlik yapmaya başladık. Her şeyi yıkıyor siliyor süpürüyorduk. Bizim bu çalışmalarımızı gören Rus askerleri "Niçin yapıyorsunuz böyle bir şeyi? Ne gerek var? Ya birden buradan çıkarılırsanız boşuna yapmış olmayacak mısınız?" dediklerinde ben "Ömrümde bir yere gitmedim. Babaannem de hayatında hiç tren görmedi. Bir kere bile seyahat etmedi. Niye gidelim ki durup dururken?" diye onlara soruyla cevap veriyordum. Başka bir şey söylemediler sürüleceğimize dair bir tek kelime etmediler. 18 Mayıs sabaha karşı saat dört veya beş civarıydı. Askerler geldi evimize: - Çıkın çabuk çıkın! - Niçin? Ne oldu? Nereye? - Çıkın çabuk hazırlanın! Yolcusunuz! - Ne yolcusu? Niçin? - Hainsiniz siz! Sovyet Hükûmeti'nin kararı bu! Çabuk sallanmayın! Çabuk çıkın! Şaşkındık. Sersem gibiydik. Büyük bir kaos yaşanıyordu. Evde beş kişiydik. Teyzem avluda ağlıyor "Bizleri öldürecekler! Kefenlerinizi alın! Bizleri öldürecekler! Kefenlerinizi alın!" diye bağırıyordu. O gün hatırımdadır çok tuhaf bir olay da olmuştu. O gün bir fırtına vardı Simeiz'de. Rüzgâr uğulduyor ağaçları sarsıyor kimi ağaçların dalları kopuyordu Rüzgârınağaçların uğultularına köpeklerin acı acı havlamaları ulumaları (Arire hanım da ağlıyordu. Nasıl ağlamasın ki?) ineklerin böğürmeleri ve bizlerin feryatları karışıyordu. O günün sesleri... Tarifsizdi o günün feryadları... Korkunçtu... Ardından dolu yağdı iri iri dolulardı Biz ağlamadık yalnızca. Sanki bizimle beraber gök ağladı hayvanlarımız ağladı. Ağaçlarımız ağladı.. Bizleri Akmescit'e getirip hayvan vagonlarına doldurdular. 28 gün yol gittik. Bütün yol boyunca bir kere yemek verdiler Sarıtav (Saratov)'da. Bazılarımız yanına yiyecek bir şeyler alabilmişti. Bazılarının unu vardı pişirip bize de verirlerdi. Vagonumuz o kadar doluydu o kadar sıkışıktı ki ayaklarımı uzatamıyordum. Vagonumuzda ölenleri yol kenarına bırakıp gittikgömemedik. Semerkand'a getirdiler stadyuma topladılar. Yanımıza alabildiğimiz eşyalarıbohçacıklarımızı bir kenara topladılar. Bizleri tüfeklerle ite kalka hamama götürdüler. Anlatılır gibi şeyler değildi. Bizleri dipçikliyor küfürler ediyor ve üzerimize ilaçlı kaynar su atıyorlardı. Kaynar suya dayanamayıp ölenler oldu. Kaynar sular... (Yanaklarından akan ince ince yaşlar sel oldu burada Arire Hanım'ın. Bir süre hıçkırıklardan dolayı konuşamadı.) Hamamdan sonra yine stadyuma getirdiler bizleri. Biz dönene kadar bohçalarımız eşyalarımız karıştırılmış işe yarayacaklar yağmalanmıştı. Eşek arabalarına koyup köylere dağıttılar. At ahırlarında yattık. Ne yorganımız ne döşeğimiz vardı. Günlerce haftalarca yerde yattık. Oradaki ağır şartlarda pek çok insanımız hastalandı pek çoğu öldü. Yeterli yiyecek verilmezdi. Ağır işlerde çalıştırılırdık. Yaşlı kadınlarımız hep Kırım hasretini anlatırlardı; pek çoğu son günlerini yaşarken son nefeslerini vermeden bir yudum dahi olsa Kırım'ın suyunu içmek isterlerdi. Bir yudum bir yudumcuk Kırım suyu olsa içsem rahat ölebilirdim derlerdi. Bir gün bir kadıncağızla oğlunu çakallar yemiş. Aç çakallar. Oğlancağızı ayakkabılarından tanıyabildik. Bu olaydan üç gün sonra cepheden babası geldi. Selâm verdi. (Burada Arire hanım yine kendini tutamadı hıçkırıklara boğuldu.) Askerden gelen bu yiğit selâm verdikten sonra Cemaat" dedi "Benim karım Anife oğlum Server'i görenleriniz tanıyanlarınız var mı? Fotisalalı idiler? Kim biliyor?" Hiç kimse bir şey yemedi hiç kimse sesini çıkaramadı. Nasıl densin çakallar yedi diye. Sonra bir kadıncık yaşlı bir kadıncık; "A balam!... Allah ...... Allah sana sabırlar versin! Yazımız böyle imiş... Allah rahmet eylesin!..... " dedi ve anlattı. O cepheden gelen yiğit adam gözlerimizin önünde kendini yere atıp öyle bir ağladı öyle bir dövündü öyle bir yerleri tırmaladı ki dayanılır şey değildi. Sonra adamı o yiğiti kaldırdılar yerden su verdiler biraz olsun teskin etmeye çalıştılar. Adamcağız yerden kalktığında saçları bembeyaz olmuşçökmüş bir anda ihtiyarlamıştı. Şimdi düşünüyorum yaşadığımız bu facialara dehşetli günlere rağmen nasıl sağ kalabildiknasıl olup da Vatanımız Kırım'a dönebildik diye? Bunun bir tek açıklaması var o da birlik. İsmail Bey Gaspıralı'nın bize miras bıraktığı birlik. Biz birbirimizi koru[KÜFÜR YOK]birbirimizle dayanışarak ekmeğimizi paylaşarak birlikte mücadele ederek bugünlere gelebildik. Burada adını anmadan geçemeyeceğim bir kişi var. Gafur ağa. Kemaneci idi. Sürgün günlerinin o ağır o dayanılmaz pislik ve açlık içinde geçen günlerinde bize kemanesiyle kaytarmalar çalardı. 5 dakika olsun onunla güler hiç olmazsa gülerek ağlardık. Bize "Qorqmañ balalar bir kün Vatanğa qaytarmız şen qaytarmalar çalarmız" diye sürekli moral ve kuvvet verirdi. Allah'a şükür her şeye rağmen dimdik ayakta kaldık. Millet olarak yok olmadık. Şimdi de halimiz ağır. Ama birlik beraberlik içerisinde bu günleri de geçeriz inşallah! Emel Dergisi Sayı:210 Eylül - Ekim 1995 Sf. 36
Anlatan : Şerife ÜMER Ben 1936 yılında Kırım'ın Biten köyünde doğdum. Babamın adı Ümer Akay annemin adı Dudu Hanım'dır. Babam köyün çobanlığını yapıyor annem ise evdeki hayvanlara bakıyordu. Ablalarım ise kolhozda çalışıyorlardı. Bizim ailemiz on bir kişi idi. Evimiz de ise ablalarım ve çocuklarıyla on dört kişi yaşıyordu. Ablalarımın beyleri II. Dünya Savaşı'nda çarpışmaktaydılar. Halkımızın Kırım'dan sürüldüğü 1944 yılında biz de sürüldük. Sürgünde Özbekistan'ın Semerkant şehrinin Cambay köyüne yerleştirildik. Burada yaşanan mezalime dayanamayan aile fertlerimiz teker teker ölmeye başladılar. "Kolhoz Ahırı"nda sağ olarak sadece annem ve ben kaldık. Ancak daha bir ay bile geçmeden annem de hastalandı. Annem gece iyice fenalaşınca bana "lâmbaları yak evlâdım" dedi. Herhalde benim korkacağımı düşünmüştü. Ailemin bütün fertlerini kaybetmek bende ölümden sonra en korkunç gelen yalnız kalma korkusunu doğurmuş olacak ki annemin öldüğünü anlarlar da yanımdan alırlar diye lâmbayı yakmadım. Annemin ölüsünün koynuna girdim ve yattım. Komşularımız annemin öldüğünü anlamasınlar diye sabahları kapının önüne dikiliyor "Annem hasta rahatsız etmeyin" diyerek kimseyi içeriye sokmuyor akşamları da gene annemin koynuna girip yatıyordum. Dört gün sonra komşular annemin öldüğünü anladılar ve beni annemin koynundan zorla çıkardılar. O günden beri sanki annemi bekliyormuş gibi geceleri uyuyamıyor ancak akşam üzeri biraz uyukluyorum. Annemin ölümünden sonra Emine Abla beni Komintenin Kolhozu'na bağlı olan çocuk yuvasına verdi. Bu yuvada daha önceden tanıştığım Tesela Zeytullayeva bakıcı olarak çalışıyordu. Tesela Zeytullayeva bakıcı olarak çalışıyordu. Tesela Zeytullayeva annemin yerine geçmişti. Fakat 1947 yılından itibaren çocuk eğitiminde çalışan Kırım Tatarlarını işten çıkarmaya başladılar. Benim kaldığım yuvada çalışan Tesela Zeytullayeva da işinden atıldı. Bana annelik yapan Tesela Apte'den ayrılmak istemediğimden onun yanına alması için çok yalvardım o da beni ailesinin yanına götürdü. Orta okulu bitirdikten sonra Semerkant Ticaret Meslek Yüksek Okulunda okudu. Bütün Kırım Tatarları'nda olduğu gibi benim de içimden öz vatanım Kırım'da yaşama arzusu hiç eksilmedi. Bu sebeple 1972'de Vatan Kırım'a döndüm. Vatan Kırım'da pek çok sıkıntı ve zulümle karşılaştım. Sık sık yerleştiğimiz yerlerden atılıyorhapsediliyor dövülüyorduk. Bir seferin de o kadar çok bunalttılar ki polis komiseri Zolotov'a "Siz Faşistsiniz" dedim. O da polisleri çağırarak "Bu kadını hapsedin" dedi. Hamile olduğuma bakmadan beni sürükleyerek polis arabasına bindirmeye çalıştılar. Ben binmek istemiyordireniyor etrafımdakilere çarpıyordum. Sokakta insanlar toplanıp beni savurmaya başlayınca polisler beni serbest bırakmak zorunda kaldılar. Fakat sonradan arkadaşlarımdan duyduğuma göre o sırada fotoğrafımı çekmişler ve suçlular panosuna asmışlar. Bir kaç gün sonra hastaneye kaldırıldım ve doğum yaptım. Çocuğumu doğumdan on beş gün sonra bile bana göstermediler. Bana çocuğun çok zayıf olduğunu ve onu göremeyeceğimi söylediler. Çocuğum şimdi heyecanlanınca elleri titremekte kekelemekte. Herhalde beni askerlerin sürükledikleri sırada çocuk da etkilendi. Fotoğrafımın suçlular panosuna asılması ve Kırım Tatarı olmam gibi sebeplerle beni işe almadılar ikâmet izni vermediler hatta yaşamama bile müsaade etmek istemediler. Evimiz olmadığı için sokakta yatmak zorunda kaldık. İşte çektiğim bunca zorluklara rağmen öz vatanım Kırım'da yaşamaya devam ediyorum. Emel Dergisi Sayı: 198 Eylül - Ekim 1993 Sf. 33
VATAN KIRIM İÇİN YANIP TUTUŞAN MUSA MAHMUT Kırım Tatar halkının milli hareketinin aktif üyesidir.1931 yılında Kırım'da doğdu.Sürgünden sonra Kırım'a 1975 yılında döndüev aldı. 1975 pasaport rejimini(ikametgahsız yaşamak)bozduğu için tutuklandı2 yıla mahkum oldu. 1978 günü pasaport bozma ile ilgili yeni bir ceza davası açıldı.Mahmut bu defa cezalandırıcıların eline sağ olarak geçmeyeceğini bildirdi.Evine polis geldiğinde üzerine benzin dökerek kendini yaktı.5 gün sonra öldü..Kırım'da gömüldü. Kalgay Dergisi
SÜRGÜN KRONOLOJİSİ(Dr.Kemal Özcan) *28 Ağustos 1941: Volga boyunda yaşayan Alman asıllı Sovyet vatandaşlarının topluca sürgün edilmesi. *Ekim 1941: İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman ordularının Kırım'a girişi. Bütün Kırım'ın işgali Temmuz 1942'de tamamlanmıştır. *Kasım 1941: Kırım'da Müslüman Komiteleri'nin kurulması. *27 Kasım 1941: Edige Kırımal ile Müstecip Ülküsal'ın Kırım Türkleri adına faaliyetlerde bulunmak üzere Almanya'ya gitmeleri. *11 Ocak 1942: Müslüman Komiteleri tarafından Azat Kırım gazetesinin yayınlanması. *28 Ekim 1943: Kalmık Türklerinin topyekun sürgün edilmesi. *2 Kasım 1943: Karaçay Türklerinin topyekun sürgün edilmesi. *23 Şubat 1944: Çeçen İnguşların topyekun sürgün edilmesi. *10 Nisan 1944: Kırım'ın yeniden Sovyet hakimiyetine geçişi. *20 Nisan 1944: Kırım'da Alman işgali sırasında meydana gelen olayları tetkik etmek üzere Olağanüstü Devlet Komisyonu'nun kurulması. *11 Mayıs 1944: Kırım Türklerinin topyekun sürgün edilmesini onaylayan Stalin imzalı Devlet Güvenlik Komitesi kararnamesinin yayınlanması. *18 Mayıs 1944: Kırım Türklerinin vatanlarından topyekun sürgün edilmesi. *29 Mayıs 1944: Sürgün Kırım Türklerinin Özbekistan'a geliş tarihi. *20 Temmuz 1944: Kırım'dan sürgün edilmesi unutulan Arabat Köyü'ndeki bütün Kırım Türklerinin eski bir geminin içine doldurulup, denizin en derin yerine gelindiğinde ambar kapaklarının açılıp geminin batırılarak Kırım Türklerinin katliama uğratılması. *30 Temmuz 1944: Kırım ÖSSC'nin lağvedilerek Rusya Federasyonu SSC'ne bağlı bir bölge statüsüne getirilmesi. *12 Ağustos 1944: Devlet Güvenlik Komitesi tarafından, Kırım'dan sürgün edilenlerin yerine Rusya ve Ukrayna'dan kolhoz işçilerinin getirilerek yerleştirilmesinin kabul edilmesi. *14 Kasım 1944: Ahıska Türklerinin topyekun sürgün edilmesi. *14 Aralık 1944: Kırım'daki Türkçe yer adlarının Rusça isimlerle değiştirilmesi. *26 Kasım 1948: Sürgün edilen Kırım Türklerinin vatanlarından ebedî olarak çıkarıldıkları ve onların bir daha vatanlarına geri dönme hakkı olmadığını belirten kararnamenin çıkması. *4 Mart 1953: Sovyet Devlet Başkanı Stalin'in ölümü. *21 Haziran 1953: Stalin'in sağ kolu, İçişleri eski Halk Komiseri Leonid Beriya'nın tevkif edilmesi. *23 Aralık 1953: Beriya'nın idam edilerek öldürülmesi. *19 Şubat 1954: Ukrayna'nın Rusya ile birleşmesinin 300. yıldönümü münasebetiyle Devlet Başkanı Hruşçev tarafından Kırım'ın Ukrayna'ya hediye (!) edilmesi. *28 Nisan 1956: Kırım Türkleri üzerinden sürgün kısıtlamaları kaldırıldı. Ancak onlara vatanlarına dönüşlerine ile sürgün sırasında müsadere edilen mal varlıklarının iadesine izin verilmedi. *1 Mayıs 1957: Sürgünden sonra Kırım Türkçesi ile yayınlanan ilk gazete olan Lenin Bayrağı'nın çıkarılması. *11 Ekim 1961: Vatana dönüş için mücadele eden Kırım Türk Milli Hareketi mensuplarına yönelik ilk yargılamaların yapılması. Bu yargılamalar neticesinde Enfer Seferov ve Şevket Abdurrahmanov mahkum olmuşlardır. *Şubat 1962: Kırım Türk Gençlik Birliği kurma teşebbüsleri. *12 Mayıs 1962: Mustafa Kırımoğlu'nun ilk mahkumiyeti. *Ağustos 1965: Kırım Türklerinin vatanları Kırım'ı turist (!) olarak ziyaret etmelerine izin verilmesi. *5 Eylül 1967: Kırım Türklerinin diğer Sovyet vatandaşları ile eşit haklara sahip olduğunu, ülkenin diledikleri yerinde yaşama hakları bulunduğunu belirten Af Kararnamesi'nin yayınlanması. Yalnız kararnamenin "diledikleri yerde yerleşme hakkına sahipler" hükmü pratikte uygulanmamış ve onların Kırım'da yaşmalarına yine izin verilmemiştir. *21 Nisan 1968: Kırım Türklerinin ilk büyük protesto gösteri: Çirçik Mitingi. *20 Mayıs 1969: Kurucuları arasında Mustafa Kırımoğlu'nun da bulunduğu Sovyetler Birliği'nde İnsan Haklarını Savunma Teşebbüs Grubu'nun teşkili. *12 Ocak 1970: Mustafa Kırımoğlu ve Kırım Türklerinin dostu, insan hakları savunucusu şair İlya Gabay'ın yargılanarak mahkum olmaları. *5 Şubat 1976: TRT tarafından Mustafa Kırımoğlu'nun mahkumiyeti sırasında 303 gün süren açlık grevinde öldüğü yönünde haber yayınlanması. *23 Haziran 1978: Kırım Türklerinin "Ebedî Meşalesi" olan Musa Mahmut'un vatanına dönüp yerleşmesi üzerine Kırım'daki Sovyet yönetiminin kendisini ve ailesini Kırım'dan zorla çıkarmak istemesi üzerine kendini yakması ve bunun sonucu olarak 28 Haziran'da hayatını kaybetmesi. *15 Ağustos 1978: Kırım'daki Sovyet polisine dilediğini Kırım'dan çıkarma yetkisi veren Yeni Pasaport Kanunu'nun kabulü. *14 Kasım 1986: Sovyetler Birliği Yüksek Sovyeti'nin, sürgüne ve çeşitli baskılara maruz kalan bütün toplulukların haklarını kısıtlayan bütün hükümlerin ortadan kaldırılarak, bu halklara haklarının ve itibarlarının iade edildiğini ve bütün bunların devlet garantisi altına alındığını açıklayan deklarasyonunun yayınlanması. *23 Temmuz 1987: Moskova Gösterileri üzerine Sovyet Devleti tarafından Kırım Türklerinin meselelerinin çözülmesi için bir komisyonun kurulması. *21-29 Temmuz 1987: Kırım Türklerinin Mustafa Kırımoğlu önderliğinde Moskova'da yaptığı gösteriler. *23 Nisan - 2 Mayıs 1989: Taşkent'in Yangiyul ilçesinde yapılan Kırım Türk Milli Hareketi Teşkilatı toplantısı sonunda Mustafa Kırımoğlu'nun başkanlığa seçilmesi. *10-12 Haziran 1989: Kırım Türk Milli Hareketi Teşkilatı'nın Mustafa Kırımoğlu başkanlığında Kırım'daki ilk toplantısını yapması. *29 Ocak 1990: Kırım Türklerinin sorunlarının çözülmesi amacıyla yeni bir Devlet Komisyonu'nun kurulması. *12 Şubat 1991: Kırım ÖSSC'nin Ukrayna'ya bağlı olarak yeniden kurulması. *26 -30 Haziran 1991 : II.Kırım Tatar Milli Kurultayı Vatan Kırım’da Akmescit’te toplandı. Kurultay’da Kırım Tatarlarını temsile yetkili en üst organ olarak 33 kişilik Kırım Tatar Milli Meclisi seçildi ve başkanlığa Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu getirildi. *24 Temmuz 1991: SSCB Bakanlar Kurulu'nun "Kırım Türklerinin Kırım'a düzenli bir şekilde dönmeleri ve orada kendileri için gerekli şartların oluşturulmasının devlet garantisi altına alınması" hakkında kararname kabul etmesi. *13 Kasım 1991: Ukrayna Vatandaşlık Kanunu'nun Kabulü. *1 Aralık 1991: Ukrayna Bağımsızlık Deklarasyonu'nun oylanarak kabul edilmesi. *27 Mart 1994 : Kırım’da yapılan seçimler sonrasında Kırım Tatar Milli Kurultayı’nın belirlediği, 14 Kırım Tatar Milletvekili sürgünden sonra ilk defa Kırım Parlamentosuna girdi. Türk oldukları için Ruslar tarafından baskı,imha ve yıldırma politikaları ile karşı karşıya kalan Kırım Türkleri'nin milli mücadelesi halen devam etmektedir
<<...1768_1774 Osmanlı_Rus Savaşları yaşandı.21 Temmuz 1774 tarihinde Küçük Kaynarca Antlaşması imzalandı.Buna göre Kırım,Osmanlı'dan kopartıldı. 1783_1800 yılları arasında 500.000 kişi Osmanlı'ya(ak topraklara)göç etti.Yerlerine Rus köylüleri yerleştirildi.AYRILANLAR ,TOPLAM NÜFUSUN %35 İ idi. 1900 lü yılların başında yarımada da kalan Kırım Türkleri'nin sayısı 300.000 olarak tahmin ediliyor. 2.Dünya Savaşı Kırım Türkleri için acılarla dolu geçti. 18 Mayıs 1944 gecesi çıkan kararla Kırım Türkleri iki saat içerisinde ,evlerinden hiçbir eşya almaksızın bulundukları köyün meydanında toplanmaya zorlandı,direnenler öldürüldü. Çığlıklarla inleyen gökyüzünün karanlığını delmeye çalışan güneş,kana bulanmış Kırım topraklarına ilk ışıklarını gönderirken 423.100 Kırımlı vagonlara yerleştirildi.Bunların 57.000 i 0-5 yaş arası çocuk,68.000 ı ise 60 ın üzerinde yaşlı insanlardı...>> Oğuz Çetinoğlu *** (HATIRALARDA CENGİZ DAĞCI'dan ) <<....O ZAMANI TAKİP EDEN UZUN YILLAR BOYUNCA DA KIRIMLILAR İÇİN HAYATTA KALABİLMEK OLDU MUTLULUK.TANRIM!HAYATTA KALMANIN VE YAŞAMANIN DEĞERİNİ BİLMEMİZ İÇİN ÖNCE KIRIM'DA,SONRA DA KIRIM'IN DIŞINDA YIKILMIŞ BİR DURUMDA YAŞAMAMIZ GEREKTİ: '' GÜÇLÜ OLACAKSIN! KARŞI KOYACAKSIN! DAYANACAKSIN! ÖLMEYECEKSİN! ELLİ YIL YÜZYIL YÜZELLİ YIL'' TÜMÜ SERT,TÜMÜ KAST KATI TÜMÜ KORKUTUCU KELİMELER.. VE BİZLER,BİLİNÇLİ VEYA BİLİNÇALTINDA YILLAR YILI İÇİMİZDE TEKRARLANAN BU KELİMELERLE YAŞADIK..>>
KIRIM TÜRKLERİ KIRIM Tatarlarının etnik kökeni; tarih boyunca Kırım ve civarında yerleşen çeşitli Türk kavimlerine dayanır. Kırım’a ilk gelen Türk kavmi, Hunlardır. Köktürkler , Onogurlar Kuturgurlar ile M.S. VII. yüzyılda Hazar Türkleri, X. Yüzyıl başlarında ise Peçenekler , Kırıma yerleşen diğerTürk kavimleridir. Kıpçaklar, X.yüzyılın sonlarında Peçenekleri mağlup ederek Kırım'ı ele geçirmişler ve, iki yüzyılı aşkın bir süre Kırım'a hakim olmuşlardır. Kırım’ın etnik ve kültürel yapısının oluşumunda en güçlü etki Kıpçak Türklerine aittir. Kıpçakların engin kültür mirasının derin izleri bugün dahi bütün canlılığı ile Kırım Türklerince yaşatılmaktadır. Kırım Türklerinin kullandığı dil de Kıpçak Türkçesidir. Kırım'daki Kıpçak hakimiyeti İslamiyet'in Kırım’da yayıldığı bir dönem olmuştur ve XI. Yüzyılın sonlarına doğru Türklerin çoğunluğu İslamiyet’i kabul etmişlerdir. Asya'nın büyük bir kısmına hakim olan Moğol İmparatorluğu (Cengiz Han Orduları), XIII. Yüzyıl ilk çeyreğinde, Kıpçakları yenerek yarımadaya hakim olmuşlardır. Cengiz Han İmparatorluğunun parçalanması üzerine, Kırım, Altın Ordu imparatorluğu hakimiyetine girmiştir. Altın Ordu¹ Hakimiyeti Kırım’ın etnik, dini ve siyasi geleceğini kesin olarak belirlemiş ve Kırım’ın tamamen Türkleşmesini sağlamıştır. TATAR ADININ KULLANIMI Kırım Kazan ve İdil boylarındaki ahali , tamamiyle Türk olduğu halde, kökleriyle bağının kopartılması amacıyla bilhassa Ruslar tarafından kendilerine "Tatar" adı verilmiştir. Aslında Tatar adı, gerek Anadoluda gerekse Rusya ve İslam dünyasında Moğolların hakim oldukları saha ahalisi için kullanılmıştır. (Örneğin Mevlânâ, Divan-ı Kebir de Anadoluyu tehdit eden Moğollardan Tatar olarak bahsederek bir gazelinde şu ifadeleri kullanır: "Sen Tatardan korkuyorsun; Çünkü Tanrıyı tanımıyorsun. Oysaki ben Tatarlardan iki yüz iman bayragi yükseltecegim." ) Mamafih “Tatar” adı uzun süre bu Türk boylarınca benimsenmemiş, ancak Rus siyasi baskısı altında kabul ettirilmiş ve zaman içerisinde Rusların dışındaki diğer yabancı toplulukların ve Türklerin de kullanması sonucu yavaş yavaş kabul görmüştür. MAVİ ALAY (2. Dünya Savaşı sırasında Almanlarla birlikte çarpışmış Kırım Türkleri’nden oluşmuş alaydır.) Her sene mayıs ayı sonunda Almanya'da yaşayan Müslümanlar mahiyetini fazla bilmedikleri bir anma töreni için Münih Camii'nde bir araya geliyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman orduları geri çekilirken onlarla birlikte göçmen olarak Avrupa'ya gelen; savaş sonunda yerleştirildikleri topraklarda müttefiklere esir düşüp Rus infaz birliklerine teslim edilen 7000'i aşkın insan Kur'an ve mevlid okunarak anılıyor. Türkiye'de olan bitenleri hatırlayan, bilen kalmadı 'Mavi Alay'ı. Devletin 'derin' arşivinde onlarla ilgili bilgiler var kuşkusuz; ancak, Ankara suçluluk duygusuyla unutulmasını istiyor 1945 faciasının. Göç ve esaret Ankara'nın da yüreklendirmesiyle Almanların safında yer tutmanın Kırım'a ve Kafkaslara özgürlük getireceğini sanmıştı oralarda yaşayan Türkler. Naziler de savaşçılıklarından ziyade istihbarat elemanı olarak ve yaşadıkları coğrafyaya hâkimiyetlerinden yararlanıyorlardı. Ne var ki 1944'te ibre tersine dönüp de Alman geri çekilmesi başlayınca Türkler bulundukları topraklarda Rusların kendilerine hayat hakkı tanımayacağı düşüncesiyle kafileler halinde Alman ordusuyla birlikte Avrupa'ya göç ettiler. Yerleştirildikleri ilk coğrafya da Kuzey İtalya'daki Pazulla bölgesiydi. Kafkasya'da yaşadıkları coğrafyaya benzeyen dağ köylerine dağıtılmışlardı. Burada yeniden düzen kurabilecekleri umudunu taşıyorlardı. Ama beklendiği gibi olmadı. Müttefiklerin İtalya harekâtının gelişmesine paralel olarak Türkler Alman ordularının daha hâkim göründüğü Avusturya'ya göç ettirildi. Gönderildikleri yer Karnten bölgesinde Ober Drauburg çevresiydi. Drau Nehri kıyısında kurulan çadırlarda, derme çatma barakalarda kalıyordu aileler. Irschen Köyü'nden Delach'a kadar olan alana yayılmıştı yerleşim. İngilizlere inanç Ancak burada da huzur bulamadılar. Düzen tutturmaya çalıştıkları sırada Avusturya'nın işgalinde görev yapan 8. İngiliz Ordusu'na esir düştüler. Aslında bu esaret dahi 'kurtuluş' gibi görünüyordu Türklere. Almanya'yla birlikteliğin kendilerini yurtlarından ettiğini görmüşlerdi, Rusların eline düşerlerse katledileceklerini biliyorlardı. Avusturya'da yerleştirildikleri bölge onları tüm saldırılara açık hale getirmişti. İngiliz idaresinin kendilerini ister orada tutsun, ister adaya götürsün canlarını kurtaracağını sanıyorlardı. Birçoğu İngiliz komutanlığının müsamahasıyla Türkiye'deki akrabalarıyla temasa geçip Anadolu'ya göç edebileceği ümidine kapılmıştı. Akrabası olmayanlar dahi İngilizlerin izin vermesi halinde Ankara'nın kendilerini mülteci olarak kabul edeceği düşüncesiyle dilekçe hazırlamanın derdindeydi. Ama yanıldılar. Bir aya yakın süre ihtiyaçları karşılanan ve kamp hayatına uyum sağlamaya çalışan Türkler, Londra'dan gelen, 'Rus birliklerine teslim edilmelerini öngören' emirle neye uğradıklarını şaşırdılar. Kurtuluşu beklerken ölümle yüz yüze gelmekti bu. 28 Mayıs 1945'te karar tebliğ edildi. İngilizler esirleri Sovyet birliklerine teslim etmek zorunda olduklarını, ancak Moskova'dan öldürülmeyeceklerine dair güvence alındığını açıkladılar. Oysa böyle bir güvence yoktu. Türkler bu tebliğ yapılırken bir yandan da kelepçelenerek İngiliz birliklerinin kontrolünde bir başka kampa Dellach'a nakledildiler. Buraya esirleri teslim alacak Rus askeri konvoyları da gelmişti. İntihar izni Dellach kampındaki Türkler için katliamla eş anlamlıydı İngiltere'nin kararı. Rus birliklerine esir Türklerin savaş suçlusu oldukları ve teslim alındıktan sonra haklarında verilmiş genel emir gereği kurşuna dizilecekleri bildirilmişti zaten. İngiliz askeri heyeti kimlik tespitlerini uzatıp binbir ayrıntı üzerinde durarak zaman kazanmaya ve mukadder akıbeti geciktirmeye çalıştı sadece. Bu arada Ruslar firarlardan İngilizleri sorumlu tutacaklarını açıkladıkları için kamp yönetiminin yapabileceği bir şey de kalmamıştı. Türklere verilen tek seçenek Ruslara teslim olmaktansa bahar mevsiminde azgınca akan Drau Nehri'ne kendilerini atmalarıydı. Önce onlarca kadın çocuklarının ellerini tutup nehre atladı. Onları ailece suya atlayan gruplar izledi. Dualar, çığlıklar yükseliyordu kamptan. Nehre girenler girdaba kapılıp kısa sürede boğuldular. 7000 kişiden üç bini bir hafta içinde intihar etti. Sağ kalanlar Ruslar tarafından kafileler halinde yola çıkarıldılar. Ancak kafilenin Rusya'ya yaya olarak götürülmesi mümkün olmadığı ve Doğu Avrupa'da tren yolları tahrip edildiği için zorunlu olarak Türkiye üzerinden taşınmaları kararı verildi. Sonuçsuz kalan sevinç Türkiye'ye gitmek, Rusya'ya teslim edilecekleri kararı geçerliliğini koruduğu halde ümitlendirmişti esirleri. Ana vatanın onları ölümün kucağına atacağını düşünmüyorlardı. Bir şekilde diplomatik girişimler sonucu Anadolu'da kalacaklarını ümit ediyorlardı. Güçlükle temin edilen trene bu hayalle bindi hepsi. Edirne'ye yaklaştıkça seviç dalgası kapladı yolcuları. Rusların vagonlarda havalanma pencerelerini kapatmalarını dahi fazla önemsemediler. "Birkaç gün içinde Türk yetkililer açar kapıları çıkarır bizi. Göstermelik olarak bir süre mahkûm gibi tutarlar belki. Kurdukları kampı Ruslara gösterirler falan ama sonra serbest kalırız" diyorlardı. Bu hayal de bir anda yıkıldı. Türk sınırından girmelerine rağmen ne vagon kapıları açıldı, ne de kömür ve su ikmali hariç, yoldan geri kaldı tren. Ankara, Rus baskısı altında kuşatılmıştı adeta. Zihinlerden, gönüllerden geçen ne olursa olsun bu Moskova'nın temsilcilerine iletilemedi bile. Barajın dili olsa Türkiye tarafsızlık siyasetini terk edip son anda müttefikler safına katılmış Almanya'ya savaş ilan etmişti ama bu konuda Londra'nın desteği olmadığı takdirde bir şey yapamayacak haldeydi. Londra kendi derdine düşmüştü, Ruslardan esir Türkler lehine talepte bulunmayı aklından geçirecek durumda değildi. Tren Doğu Anadolu'da ilerledikçe esirlerin ümitleri önce şüpheye dönüştü, sonra panik başladı. Vagonlara muhafız olarak konulan askerlerden kendilerini vurmalarını isteyenlerin sayısı giderek artıyordu. Subaylar Ankara'dan gelen kesin emirle vicdanları arasında zorlanıyorlar, çaresizlik içinde kıvranıyorlardı. Kars'a ulaşıldığında esirler, "Bizi Ruslar öldüreceğine siz vurun" diye son kez yalvar yakar oldular subaylara. Askerlerin sinirleri isyan edecek kadar gerilmişti. Kırılan vagon kapaklarından bazı esirler Serder Abad Kızıl Çakçak baraj gölüne attılar kendilerini. Bir kez daha intihar izni çıkmış gibiydi. Ama 2000 kişi baraj gölünün öte yakasında Rus muhafızlara teslim edildi. Ve Ruslar Türk delegelerin orada bulundukları sırada gruplar halinde kurşuna dizmeye başladılar kafileyi. Son esir öldürülene kadar aralıksız sürdürdüler bu işi. Ankara tek bir tepki gösteremedi. Olay delegeler tarafından rapor edildiğinde de üstü örtüldü bu ayıbın. O gün bugün açıklanmadı tutanaklar. Avusturyalılar tanık oldukları katliamın anısına Irschen Köyü'nde otoban yanında küçük bir anıt yapıp her sene mayıs ayı sonunda ölen insanların hatırasını canlı tutmaya dönük törenler düzenlediler. (Avni Özgürel)
Taşın ağladığı ülke: Ağlayan çeşmeden ağlayan Kırım’a Yazar: Mustafa Oğuz Biz Kırım’dan çıkarken / Kar yağmadı kan aktı / Anam babam kız kardeşlerim / Gözleri dolu yaş kaldı Kırımdaki Türklerin sürüldüğünün ertesi günü, Arabat bölgesinde bir köyde, 150 civarında Kırım Türk’ünün unutulduğu anlaşıldı. Haber Stalin’e ulaştırıldığında emir verdi: ‘Bunların işini 24 saat içerisinde bitirin!’ Emir yerine getirildi: 20 Temmuz 1944 tarihinde Arabat Köyü’ndeki bütün Kırım Türkleri eski bir geminin içine doldurulup, denizin en derin yerine gelindiğinde ambar kapakları açılıp gemi batırılarak soykırım tamamlanmış oldu. O geminin kaptanı her yıl olayın olduğu gün sahile sıkıntılar içinde çıkıp içkiye vururmuş kendini. Sonunda çıldırarak ölmüş. (Kırımlı mehmet bey) Bu yaşadığımız acı günlerden sonra: “Siz suçsuzmuşsunuz.” dediler. Sanki bir suçumuz varmış gibi… 1977 yılında Kırım’a geri döndük. İlk önce bizi Kırım’a sokmadılar. Büyük mücadeleden sonra nihayet Kırım’a girebilen şanslı ailelerden olduk. Fakat vatan bizim vatan, Kırım Tatarlarının vatanı, ama insan başka insan. Kendi evimize gittik, yıkılan yerlerini saymazsak bıraktığımız gibi duruyordu. Altı yıl Kırım’da kendi vatanımızda oturma izni alamadık. Yeni yaptığımız evimizi yıktılar. Yenisini yaptık. Yine yıktılar, yine yaptık. Elektriği kestiler, aylarca elektriksiz oturduk. Vurdular, yıktılar, ama olsun her şeye rağmen vatanımızdaydık ya… Şimdi sürgün günlerimize baktığımızda biraz daha rahatız. Allah’a çok şükür olsun bu günleri de gördük. .” SİVASTOPOL ÖNÜNDEN BAKARIZ ANAVATAN’A Sivastopol önünde yatar gemiler, Atar da Nizam topunu, yerle gök inler. Yardımcıdır bize kırklar yediler, Sılasına kavuşmaz aslan yiğitler, Aman da kaptan paşa emir ver bize, Sılada nişanlımız duacı size… Sivastopol önünde yatan Osmanlı gemileri nerede? Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin başkenti Akmescit’den gelerek Akyar Körfezi’nden Akyar (Sivastapol) şehrine girdik. Körfezi gördüğümde dilimden 150 yıl önce bestelenen ünlü Sivastopol marşının şu mısraları dökülüveriyor.. Sivastopol önünde yatan gemiler… Atar da İslam toplarunu yer gök inler… Artık Sivastopol önünde Osmanlı donanması değil, Rus ve Ukrayna gemileri yatıyor. Akyar, adını şehir girişinde beyaz kayalardan alıyor. Şehir merkezinde bir otele yerleştikten sonra Sivastopol şehrinin gece manzarasını görmek için geziye çıkıyoruz. Daha önce askeri bölge olduğu için halka kapalı olan şehir ve donanmanın bulunduğu körfez ve liman rahatlıkla geziliyor. Sahilde ve meydanda kısa bir yürüyüş yaptıktan sonra tekrar otele dönüyoruz. Tatarlar ve Kırım tarihi hakkında Türk kamuoyu yeterli bilgiye sahip değil. Tatarlar vatansız ve topraksız bir halk değildi. Büyük Bozkır’ın, Karadeniz’in Karşı tarafı Dest-i Kıpçak’ın Türkçe hikayesi onlarla başlamıştı. Kırım, Anadolu’ya kucak açar gibi koşuyor Anadolu’ya doğru kucak açar misali Karadeniz’in içine kollarını açarak giren Kırım, başlangıçta Kıpçak Ülkesi, sonra da Büyük Tataristan diye anılan Büyük Bozkır’ın parçasıydı. Bu coğrafya Karadeniz’in kuzeyinden başlayıp Rusya içlerine kadar uzanır; bir yandan Macaristan Ovası, bir yandan Asya bozkırlarıyla kucaklaşırdı. Burası daha 4. yüzyıldan itibaren kalabalık Türk kavim ve kabilelerinin batıya yönelik hareketlerinin toplanma ve geçiş merkezi olmuştu. İlk olarak Hun atlıları geçti Kırım’dan. Onları Avarlar izledi; arkasından Hazarlar, Bulgarlar, Macarlar, Peçenekler, Oğuzlar, Kıpçaklar, Tatarlar gelip yerleşti. Bin yıl boyunca bu muazzam coğrafyaya onlar hükmetti. Büyük Bulgar Kağanlığı, Hazar Kağanlığı, Altın Ordu Hanlığı gibi Doğu Avrupa’nın en büyük Türk devletleri bu topraklarda vücut buldu. Hepsi Büyük Bozkır’ın ve onun Karadeniz’e açılan küçük parçası Karadenizin karşı tarafı Kırım’da. Özyurt Kırım * Her yıl on sekiz mayısta Kırım’da Hatırlanır sürgün yılı acıyla, Gözyaşı dökülür, her bir mekânda, Cuci hanın öz yurdu güzel Kırım, Tamgalı, gök bayrak ta gizli sırrım. Kırım hanı, Cengiz hanın soyudur, Mertlik, yiğitlik hep onun yoludur. Yurda saldırı düşmanın sonudur, Batu hanın öz yurdu güzel Kırım, Tamgalı, gök bayrak ta gizli sırrım. Rus askeri, Yalta, Bahçesaray’da, Akmescit, Aluşta, Sudak, Akyar’da Bir gecede baskın yaptı, tüm Kırım’da Bike hanın öz yurdu güzel Kırım, Tamgalı, gök bayrak ta gizli sırrım. Sürgün yolculuğu zordu vagonda, Binlerce Kırım Türkü öldü yolda, Yurt hasreti çekildi Sibirya’da, Giray hanın öz yurdu güzel Kırım, Tamgalı, gök bayrak ta gizli sırrım. Kırım-Tatar Türkü dönse de yurda, Tekrar özlemdir, devlet Altın Orda, Özgürlük düştedir, her genç Tatar’da, Kırımlıoğlu’nun yurdudur Kırım, Tamgalı, gök bayrak ta gizli sırrım. * Erdoğan Kırmızıoğlu