Yaşamın En Bitmeyen Sınavı, Kendine Yetip Yetmemek

'Yazılar, Denemeler.' forumunda Uygu tarafından 24 Kas 2012 tarihinde açılan konu

  1. Uygu

    Uygu New Member







    Yaşamın en bitmeyen sınavı, kendine yetip yetmemek...

    Sınavların en zorlusu, insanın kendisine yetip yetmediği sınavlarından geçmek olmalı...
    Kimsenin arayıp sormadığı bir hastane yatağında, kendine yetip yetmemek gibi...
    Bir dağ tepesinde; kıyıya çekilmiş bozuk bir arabada; kendine yetip yetmemek gibi...
    Caddelerden el ayak çekildikten sonra, kapanmaya hazırlanan bir meyhanede; boşalmış masalara bakarak, kendine yetip yetmemek gibi...
    Ne kapı zilinin, ne de telefonun hiç çalmayacağını bile bile; masaları, halısı, kırık dökük kanepeleri, düzeltilmemiş yatağı, tavandaki lambalarıyla, ıssız bir evde; kendine yetip yetmemek gibi...

    İçine kapatıldığın ve ne zaman çıkacağını bilmediğin; pencerelerinden uzak bir denizin göründüğü bir odada; beş aşağı beş yukarı dolaşırken, kendine yetip yetmemek gibi...

    Bilmediğin bir trenle bilmediğin bir yere giderken; tanımadığın yolcular arasında, sigaranın dumanını seyrede seyrede kendine yetip yetmemek gibi...
    Perdelerin hafif hafif aydınlandığı, çok erken saatlerin kirli alacakaranlığındaki kimsesiz uykusuzluklarda; kendine yetip yetmemek gibi...

    Dünyada henüz hiçbir canlının kıpırdamadığı dönemlerin yalnızlığını, sadece kutuplarda yolunu şaşırmış gezginler mi yaşamıştır?

    Diş fırçasından ve oda terliklerinden başka, gününü ve gecesini paylaşacak kimsesi olmayanlar da; canlısı doğmamış bir dünyada, boş kar steplerindeki kaybolmuşluğu yaşarlar.

    Herkesin kendince az çok bildiği ve önüne bir perde çekerek, kimseye fazla sözünü etmediği, ortak bir çaresizliktir bu. Ve her kişi, kendine yetip yetmediğinin sonu gelmez sınavını, tek başına verir o kuytuda...

    Köpeğine biftek yediriyormuş...
    Onca insan açlıktan ölürken...
    Bir lokma ekmek için milyonlar sürünürken...
    İnsan yaşamına, pencere dışından; fazla dedikoducu bir yaklaşımdır köpeğe yedirilen biftek sataşmaları...

    Ya başbaşa yemek yiyeceği kimse yoksa ve birlikte lokantaya gidemeyişini; kendisini bekleyen tek can yoldaşına, böyle ödemeye çalışıyorsa...
    Bu tür görünmez dramların gizli çığlıklarına kulakları paslı kalmış olanlar; üç beş lokmalık yemeğine akıl taktırdıkları bir köpekle bir kedinin; bazen insanları bir intihar uçurumuna yuvarlanmaktan kurtarıp, yaşam rıhtımına bağlayan tek vefalı dost olduklarını bilmeyenlerdir.

    Görüntüleri kıyaslayıp, kolaycı eleştirilerin genellemesi; piyasaya sürülen sahte asprinlerle, panaljinler gibi, on paralık bir yarar sağlamamakla kalmaz; insan gerçeğini de, kendi renkleriyle titreşimlerinden budamaya başlar...

    "Onca insan açlıktan ölürken..." gerekçesiyle, kapatılmadık müze de kalmaz ortalıkta; oyuncakçı dükkanı da; lunapark da; resim atölyesi de...

    Unutmamak gerekir ki, onca insanın açlıktan ölmesinde; konuya doktor, yahut iktisatçı, yahut toplumbilimci olarak yaklaşmak yerine; sadece havayı kamçılayan iri laflarla yaklaşmayı, kendine iş edinmişlerin de, payı büyüktür.
    Bir lokma ekmek için milyonlar sürünürken; buna üzüldüğünü söyleyenler de; enerji kaynaklarını genişletmek için, fizik alanında bir aşama yapmak yerine; kedilerle köpeklerin mamalarından medet umuyorlarsa; insan sevgisini akıntıya kürek çekmekle, boşuna harcıyorlar sayılır...

    Elbette ekmek insanlığın en büyük sorunudur.
    Yalnızlık ve kimsesizlik de daha küçük bir sorunu değildir.
    Üstelik birinciye çare bulunsa dahi, ikinciye ne kadar çare bulunabileceği çok kuşkuludur.

    Ekmek somut bir ölçü olduğu için, politikanın kepçesine kolay gelebiliyor...
    Herkesin, bir ölçüde ortak paylaştığı, önüne perde çekilmiş görünmez yalnızlıklara bir gıdımlık tutanak olmak da; bunun ne menem bitmez tükenmez bir sınav olduğunu; birçok insandan daha iyi anlamış olan, kedilerle köpeklere kalıyor...

    Kendi kendine yetip yetmemek sorunu, politikanın uzanamayacağı bir yerdedir... En cümbüşlü görüntülerden sonra, evlerine tek başlarına dönenleri bekleyip durur orada... Hele dizlerine atlayan bir köpekle, kucağına sokulan bir kedi de yoksa...




    Kendisiyle anlamlı ilişkisi olmayan insanın kimseyle anlamlı ilişkisi olamaz.


    DOĞAN CÜCELOĞLU

     

Bu Sayfayı Paylaş