TIK ! İşleri ve sorumluluğu nedeniyle sürekli "zamanın yetersizliğinden" yakınan bir holding yöneticisi , sorduğu sorulara aldığı cevaplar biraz uzasa "benim zamanımı çalıyorsunuz" diye bağırıp çağırır, kızıp köpürürmüş. Yönetici bu tutumunu evde de sürdürür, eşine sorduğu sorulara kısa, öz, hatta tek kelimeyle cevaplar beklermiş. Nitekim yönetici bir akşam eve yine telaşla girip eşine sormuş: "'Ne yemek var, çocuklar nasıl?" Eşinin cevabı çok kısa : "Bonfile, kızamık" ................................. Sadece 1997 yılında üretilen bilginin, tarihten günümüze kadar üretilen bilginin altıda biri olduğu hesaplanmıştır. ABD'de bir dakikada 24 ciltlik ansiklopedi hacminde bilgi üretilmektedir. Bilginin böylesine hızla yenilenmesi karşısında ayakta durabilmek için, kişilerin zamanlarının %15'ini bilgilerini yenilemeye ayırması gerekmektedir. ................................... Vehbi Koç hâtıralarını anlattığı kitabında çalışma hayatında en affedilmeyen kusurların başında zaman israfının geldiğini söylüyor. Devlet idaresinde ve iş hayatında zamanın nasıl israf edildiğine dair tablolar çiziyor: "Devlet dairelerinde karar mevkiinde olanlar büyük bir yük altındadır. Yük her nedense hep birkaç kişinin sırtındadır. Bu zevatın yemek ve uyku saatleri yoktur. Çalışma saatleri düzensizdir. Seçmenler, milletvekilleri, işini yaptırmak isteyen dostlar randevusuz gelip, karar mevkiinde olan zatın zamanını sorumsuzca harcarlar, politika ve dedikodu yaparlar. "Açık kapı politikası " uygulayan veya uygulamak zorunda olan zavallı memur, dosyasını bile kapatamadan, evraktan başını kaldırır ve hatırlı ziyaretçileri dinleyip avutmakla, nabızlarına şerbet vermekle saatlerini harcar. Diğer taraftan, randevu ile gelen insanlar saatlerce beklerler, tren veya uçaklarını kaçırırlar, işlerini aksatırlar. Gece yarılarına kadar bürosunda çalışmak zorunda kalan bu zâtın maiyyeti ve yardımcıları ise boşu boşuna, belki bir ihtiyaç hasıl olur diye âmirleriyle büroda kalırlar. Bu tarzda çalışan yöneticiler ve yardımcıları süratle yıpranırlar, sıhhatlerini kaybederler...... Başkalarının benimle münasebetlerinde dikkat ettiğim noktalardan birisi, zamanı nasıl kullandıklarıdır." ................................ Değerli siyaset ve devlet adamı Sn. Kâmran İnan, Siyasetin İçinden kitabında bakın ne diyor: "Devlet hayatında zaman düşüncesi, saat disiplini yerleşmedi. Siyâsî hayatta zamanın hiç yeri yok. Türkiye'de, verilen saatte başlamış bir siyâsî toplantı yoktur.... Başkasının zamanı üzerinde haksız tasarrufta bulunmak, onun hayatına kısmî tecavüzdür.. .... Zamanı anlamadan, kullanıp, değerlendirmeden, günümüzün teknolojik yarışında yer ve söz sahibi olabilmek zordur. ... Bana göre, medeni olmanın en önemli kriteri çalışma disiplini ve zamanın kullanılmasıdır. İnsan bekletmenin, işe geç gitmenin, zaman israf etmenin bir marifet olmadığını söylemek ihtiyacını duymak dahî üzücüdür. Siyaset ile zamanın arasını bulmak, buna riayeti sağlamak şarttır." .................... Bugün üç yılda bir, 2005 yılından itibaren ise üç ayda bir kendini yenilemeyen kişi ve kuruluşlar çağdışı kalacaklar, rekabet edemeyeceklerdir. ......................... Büyük bir şirketin başkanı bir gün yönetim danışmanlık şirketinin uzmanına giderek, zamanını en verimli nasıl kullanabileceğine dâir bir reçete hazırlaması talebinde bulunur. Bunu yaptığı takdirde büyük bir ücret ödemeye hazır olduğunu da bildirir. Yönetim uzmanı da aşağıdaki notu yazıp verir: "Bir kağıda yarın yapmak zorunda olduğunuz en önemli dört veya beş işi önem sırasına göre yazın. Sabah büronuza vardığınızda ilk sıradakinden başlayın ve bunu bitirmeden , bütün gününüzü alsa bile, sakın ikincisine geçmeyin... Bunu alışkanlık hâlinde yapmayı başarınca, yardımcılarınızın, tüm iş arkadaşlarınızın da zihnine yerleştirin. Sonra miktarını takdir edeceğiniz bir çeki adresime postalayabilirsiniz." Sonrasını merak ediyorsunuzdur. Birkaç hafta sonra yönetim uzmanına 25.000 dolarlık bir çek ulaşır. Yanında patronun yazdığı kısa bir de not vardır. "Bunca nasihat dinledim. Hiçbirisi seninki kadar işime yaramadı." .............................. P. Drucker' ı dinleyelim: "Zamanı kullanma konusunda şimdiye kadar tanıdığım en çok ilerleme kaydetmiş kişilerden biri, iki yıl birlikte çalıştığım bir büyük bankanın başkanıydı. Bu iki yıl boyunca onu her ay bir defa görüyordum. Kendisiyle aylık randevum her zaman bir buçuk saat sürerdi. Başkan her zaman hazırlıklı olarak gelirdi. Gündemde hiçbir zaman birden fazla konu olmazdı. Her keresinde, bir saat yirmi dakika geçtikten sonra bana dönüp "Mr. Drucker, önümüzdeki buluşmamızda neler yapacağımızı özetleyebilirmisiniz?" diye sorardı. Bürosuna girdikten tam bir buçuk saat sonra kapıya kadar beni geçirir ve vedalaşırdık. Bu şekilde bir yıl geçtikten sonra, sonunda dayanamayıp sordum: "Niçin her zaman bir buçuk saat?" Cevabı şu oldu: "Çok basit. Dikkatimi yaklaşık bir buçuk saat süreyle yoğunlaştırabildiğimi farkettim. Bundan daha uzun süre bir konu üzerinde yoğunlaştığımda, artık tekrarlamaya başlıyorum. Ayrıca, önem taşıyan hiç bir konunun, bundan daha az bir süre içinde, hakkıyla ele alınamayacağını da öğrendim. " Her ay onunla bürosunda geçirdiğim bir buçuk saat sırasında, ne bir telefon ziline ne de sekreterinin kapıdan kafasını uzatıp önemli birinin âcilen kendisini görmek istediği yolundaki çağrısına şahit oldum. Bir gün kendisine, bu durum hakkında soru yönelttiğimde, bana şunları söyledi: "Sekreterim, Devlet Başkanı ve karım dışında kimseyi bağlamama konusunda kesin talimatlıdır. Zâten Başkan nâdiren arar. Karım ise bu durumu çok iyi bilir. İşim bitinceye kadar, her şeyle sekreterim ilgilenir. Sonradan ayırdığım yarım saatlik süre içinde de, gelen telefonlar ve mesajları cevaplarım. Şimdiye kadar, doksan dakika daha beklemeyecek olan bir kriz ile karşılaşmadım. Alıntı