AN GELİR an gelir paldır küldür yıkılır bulutlar gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet o eski heyecan ölür an gelir biter muhabbet çalgılar susar heves kalmaz şatârâbân ölür şarabın gazabından kork çünkü fena kırmızıdır kan tutar / tutan ölür sokaklar kuşatılmış karakollar taranır yağmurda bir militan ölür an gelir ömrünün hırsızıdır her ölen pişman ölür hep yanlış anlaşılmıştır hayalleri yasaklanmış an gelir şimşek yalar masmavi dehşetiyle siyaset meydanını direkler çatırdar yalnızlıktan sehpada pir sultan ölür son umut kırılmıştır kaf dağı'nın ardındaki ne selam artık ne sabah kimseler bilmez nerdeler namlı masal sevdalıları evvel zaman içinde kalbur saman ölür kubbelerde uğuldar bâkî çeşmelerden akar sinan an gelir -lâ ilâhe illallah- kanunî süleyman ölür görünmez bir mezarlıktır zaman şairler dolaşır saf saf tenhalarında şiir söyleyerek kim duysa / korkudan ölür -tahrip gücü yüksek- saatlı bir bombadır patlar an gelir attilâ ilhan ölür
AYRILIK SEVDAYA DAHİL -4 4. yalnızlık hızla alçalan bulutlar karanlık bir ağırlık hava ağır toprak ağır yaprak ağır su tozları yağıyor üstümüze özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır eflatuna çalar puslu lacivert bir sis kuşattı ormanı karanlık çöktü denize yalnızlık çakmak taşı gibi sert elmas gibi keskin ne yanına dönsen bir yerin kesilir fena kan kaybedersin kapını bir çalan olmadı mı hele elini bir tutan bilekleri bembeyaz kuğu boynu parmakları uzun ve ince sımsıcak bakışları suç ortağı kaçamak gülüşleri gizlice yalnızların en büyük sorunu tek başına özgürlük ne işe yarayacak bir türlü çözemedikleri bu ölü bir gezegenin soğuk tenhalığına benzemesin diye özgürlük mutlaka paylaşılacak suç ortağı bir sevgiliyle
BENCE MALUMDUR dikenin kalbime battığı bir sonbahar günüdür sen elini bulutların içinde gezdirirsin bulutlar senin gözlerinin üstünde yürürler içini kurtlar kemirir bence malumdur buğulanmış camların arkasında masmavi yüzün senin ateşler içinde olduğun bence malumdur ellerin muhakkak çocuk elleridir hep kimsenin bilmediği türküler düşünürsün onlar neden daima okul türküleridir süleymancıktan bahseder kara toprakta açık yeşil bir yıldız gibi akıp giden süleymancıktan ve karınca yuvalarından bahseder ışıksız kömürsüz karınca yuvalarından gökyüzünde kızıl bir hilalin kaydığını görürsün sen ansızın gökyüzünde görünürsün gözlerinin rengi bence malumdur elinde değildir akşam serinliğinde üşüsün eylül'den itibaren geceler hazindir uzundur sokaklar yorulur uykuya varıp gelirler sokakların üstüne bulutlar gelirler bulutların üstüne yıldızların gözleri gelir bir yıldız bir yıldızın ardınca gider yıldızların kaybolduklari yer bence malumdur karanlıkta bir şeyler kopar dağılır uzaktan yabancı sesler duyulur sen elini bulutların içinde gezdirirsin elin hayallerimi dağıtır bilirsin sen elini bulutların içinde gezdirirsin
BİR ÜÇ BEŞ desen ki denizin tuzu çiğ düşmüş kadife donlu patlıcanlar desen ki kendilerinden karga çığlıklarıyla kaçanlar en fakiri en zengini çirkini ve orospusu seni unutmuş olsun sen ki üşümüş gökte o yalnız bulutsun kıskanmadığın cömert bir maviliğin ortasında o bildiğin yalnızlığın ellerinden tutmuşsun desen ki unutulmuşsun denizler kızılca kıyamet akıp geçiyor zamana karşı geliyorsun bir üç ve beş leylekler artık gitti şimdi seni artık karanlıkta bir liman çekiyor unutulduğun unutulmadığın bilinmediğin bir liman bir üç ve beş derken şişede rom bitti sen yaşamaya başladığın zaman üşümüş gökte o yalnız bulut kendini hiç yerinde hissetmiyeceksin keyif senin istersen talihini billur akıntılarla bir tut ellerini göğsüne kavuştur doğu batı kuzey güney diyerek koştur bir üç ve beş istersen rom kadehleri gibi nasıl ki unutulmuşsun devril ve bitir maceranı
CLAUDE DİYE BİR ÜLKE claude diye bir ülke siyah palmiyelerin değişerek her gece genç kızların öptüğü yanlış erkekler gibi çizdiği raphael'in şüpheli dudakları ayva tüyü cladue diye bir ülke kuşların ürküttüğü tüylü sevişmesi yağmurlu geyiklerin kırık masallarının uzaktan göründüğü lesbos adasındaki bitmemiş şiirlerin cladue diye bir ülke mermer prensesin ağzıyla emdiği yılanların sütünü o kadar korktuğu ibranî peygamberin ay doğunca yaşayan ay batınca ölü radyoaktif etkilerle saçların birden balmumu bir heykel başında uzaması röntgen yansımaları seramik gözlerinden ellerinin inatla göğsünü araması boşlukta katılaşan bir kadın kahkahası akvaryum yeşili flamand resimlerinden kaşlarının aynalarda incecik alınması her şimşek çakışta kendiliğinden sebâ melikesinin odalık hareminden kuduslü bir kızın âzeri ağlaması servirû sultan'ın yahudi dişlerinden çıplak ten aydınlığına işleyen sızı claude diye bir ülke neuilly'de damgalanmış fransız pullarının paris laciverdine kendinden başlayarak herkeste yanılmış rüyalar işleyince eksik erkekliğine claude diye bir ülke hiç kimse uğramamış okyanus diplerinden yoğun sessizliğine dünya haritasından oyulup çıkarılmış uluyan bir köpek bırakılmış yerine
GİBİ REDİFLİ GAZEL yorgun kadınlar içtik yalnızlıktan uğuldayan tuzlu kan gibi nice akşamlar devirdik çengi kıyamet 'kızıl sultan' gibi vurdukça mızrap öyle yoğun bir melâl dağılır ki tamburdan bastırır eski sevdalar göz gözü görmez duman gibi su karanlıktır ve kadehler boşalmış leylaklar darmadağan kıvılcımlar savurup narçiçeği çöker bir daha başımıza gökyüzü tutuşmuş tavan gibi kanlı hesapları vardır kıyamete kadar sürecek ölümlü şairlerin kim bilir nerden bilecek ne çığlıklar geçer daha dünyadan attilâ ilhan gibi
HER SABAH, YANILMAK !.. sabah olmak her gece kolay mı sanırsınız bulutları dağıtıp güneş olarak doğmak denizle gök arasında çiy yorgunu şehre kurşun kubbeleri buğulu minareleri ıslak soğuk bir trenden inmiştiniz / yalnızdınız bilmem kaçıncı defadır / yine yanılmıştınız hiç uyumamıştınız / gözleriniz yanıyordu yolculuk sanki bitmemişti / birdenbire kendinizi vagonda unuttuğunuzu sandınız sanki katar soluk soluğa tırmanıyordu dumanlı rampaları / bir kılıç gibi çıplak tiz çığlıklarıyla aydınlığı doğrayarak bilmem kaçıncı defadır / yine yanıldınız jilet mavisi bir kadın elinde purosu değdiği yer açılıyor çok fena keskin kim olduğunu bilen yok / işin doğrusu yüzünü kaybetmiş aynalarda arıyordu amerikan bara tünemiş sek vodka içiyor geçmişinden rusça bir şarkı arayarak sarhoş olmamak en büyük korkusu bilmem kaçıncı defadır / yine yanıldınız elbet en kötüsü sokaklarda tutuklanmak hani bir kere iki yanınızda iki sivil polis beyoğlu'ndan çekilip nasıl koparılmıştınız nabız gibi vuran o kötü ve karanlık his yakanızı hala bırakmadı asla bırakmayacak bilmem kaçıncı defadır / yine yanıldınız
PUSUDAKİ Gece bir anda yıldız Bahçe bir anda çiçek Uzaktan denizin kokusu Karanlıkta kımıldayan böcek İçimi bir anda Aydınlatır mimozalar Bir anda yaşamak yeniden güzel Yepyeni bir aşk Pusuda hazır
RAST "ZENCİ" PEŞREVİ 4. Sunturlu Bir Karanlık dudakları ateş aldı narçiçeği sonra tırnakları dikenli alev yer gök yangın sıcağı sarışın gümüş bir çil lira parlaklığı şehveti kristal gibi tınlıyor sunturlu bir karanlık edinmeli taşkömürü siyahlığında bir gece niye zenci bir herif olmasın bıyıkları masmavi mıknatıslanmış duman fışkırıyor erkekliğinden o kadar acıkmıştır ki aydınlığı doyurmaya bir gece yetmeyecek birkaç zenciyi kolayca içerebilir gözeneklerinden sızmalı karanlık bütün deliklerinden içine dolmalı 'Ayıp resimler' bölümünden... -5. epeyce yaşlı hantalca biraz kapılardan sığmaz erkek güzeli kadın omuzları geniştir bilekleri kalın gülmesi ısırmayı andırıyor ensesi tıraşlı kül rengi saçlarını 'erkek' kestirmiştir sık sık arkaya tarıyor balkonda rakı sofrası her akşam eski hovardalar gibi 'ahkâmla içer 'felekten kâm alıyor' radyoda hüzzam faslı çamlıca'da mehtap tamam arasıra çok fena dalıyor cigara paketinin arkasına hesap aybaşında emlak vergisi hisar'daki arsaya ne verirler bekir'e yaş günü hediyesi bakkala hesap beşer biner kıvırcık gece mavisi kirpikler bunlar göz müdür göl yansıması mı kadın güzeli erkek gizli aynalarda kaşlarını alıyor her defasında incelterek bulutlarda kaçıcı bir ışık mıdır şüpheli bir erkekliğe karışması mı tehlikeli bir kadınlığın zehirli bir sarmaşık mıdır yaprakları nemli salyası yapışkan bir türlü tutamadığın erkek güzeli kadın kadın güzeli erkek dibinde fosforlu bir karanlığın sabahlara kadar boğuluyorlar nefes nefese sevişerek
SAKLI SEVDA cam yeşili bir kız çok kirpikli saçları nasıl karanlık bir kızıl örtülü bir güzellik benzeri olamaz dudaklarındaki kan etkiliyor asıl duyarlığı alıngan gönlü ikircikli ne yazsam ona tutsak / adı şehnaz belki kadın belki çocuk iyice kuşkulu hangi tutku buğulamış camlarını bazen ne çok var bazen ne kadar az kan kırmızı yaşayıp yaz akşamlarını okşaması boğulmak öpmesi uğultulu sabah olsam ona tutsak / adı şehnaz saklı sevda sevdaların en saklanmışı birbirimizde fena boğuluyoruz hiç kimse birbirimizin yerini tutamaz benimle yaşayamadığı ona uygunsuz hiçbir şeye değişmem onunla yaşanmışı uygunsam ona tutsak / adı şehnaz saklı bir sevdadır bulduk sığındık bu büyülü bir aşk çünkü yasak gizli bir mutluluk ki ne söylesem az bin yılda yaşasak hiç de yaşamasak varımız yoğumuz aşkımız artık hayatım ona tutsak / adı şehnaz
SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI öyle büyük hicran ki cam çerçeve bırakmıyor kırdı kapıları döküldü sokağa havada yangın kokusu itfaiye sirenleri uzaktan uzağa öyle büyük hicran ki telefonlar devamlı meşgul çalıyor trafik durdu çarşılar darmadağın çığlıklar geçiyor karanlıktan camlarda sinsi bir titreme boğuk bir uğultu yeraltından borular patlamış sular vahim bir tenhalığa akıyor öyle büyük ki hicran zincirleme elektrik kontakları şerareler dökülüyor sokak lambalarından ceryanlar kesildi gözden kayboldu şehir sanki siyah bir denize batıyor ayak sesleri boş meydanlardan hoyrat kanatları yukarda bir helikopterin o ihanet sessizliğini par par parçalıyor
ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ Gözlerin gözlerime değince Felaketim olurdu, ağlardım Beni sevmiyordun, bilirdim Bir sevdiğin vardı, duyardım Çöp gibi bir oğlan, ipince Hayırsızın biriydi fikrimce Ne vakit karşımda görsem Öldüreceğimden korkardım Felaketim olurdu, ağlardım Ne vakit Maçka'dan geçsem Limanda hep gemiler olurdu Ağaçlar kuş gibi gülerdi Sessizce bir cigara yakardın Parmaklarımın ucunu yakardın Kirpiklerini eğerdin, bakardın Üşürdüm, içim ürperirdi Felaketim olurdu, ağlardım Akşamlar bir roman gibi biterdi Jezabel kan içinde yatardı Limandan bir gemi giderdi Sen kalkıp ona giderdin Benzin mum gibi giderdin Sabaha kadar kalırdın Hayırsızın biriydi fikrimce Güldü mü cenazeye benzerdi Hele seni kollarına aldı mı Felaketim olurdu, ağlardım
ADIM SONBAHAR nasıl iş bu her yanına çiçek yağmış erik ağacının ışık içinde yüzüyor neresinden baksan gözlerin kamaşır oysa ben akşam olmuşum yapraklarım dökülüyor usul usul adım sonbahar
ADIMLA NASIL BERABERSEM hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların bir dakika bile çıkmıyorsun aklımdan koşar gibi yürüyüşün karanlıkta bir ışık gibi aydınlık gülüşün hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların uzak uzak yıldızlarla çevrilmiş kainatın karanlık boşluklarında akıp giderken zaman adımla nasıl berabersem öylece beraberiz seninle her saat seninle her dakika seninle her saniye gönlümüz mutluluğa inanmış olmanın gururuyla rahat koltuğumuzun altında birer dinamit gibi kellemiz ve sonra her zaman her ölümlüye aynı şartlar altında kısmet olmıyan gerçekleri görmenin aydınlığı alınlarımızda hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların sen bana kalbim kadar elim kadar yakınsın
AĞIR KAN KAYBI Biz yalnızlıktan doğduk o dağdağalı sudan Biz yani erdoğan ayşenur ali ve ahmet Birkaç litre kan bir hayli kemik epeyce korku Sanki bir tesbih koptu tane tane savrulduk Köy köy bucak bucak memleket memleket Yani afyon adilcevaz akçadağ turgutlu Birkaç litre kan bir hayli kemik epeyce korku Buzlu mehtap alçakca kesmişti yolumuzu Bütün kapılardan açıkca kovulmuştuk Silahımız avcumuza yapışmıştı soğuktan Biz yani erdoğan ayşenur ali ve ahmet Birkaç litre kan bir hayli kemik epeyce korku Kestiremedik ne yaptığımızı kim olduğumuzu Sanki bir tesbih koptu tane tane savrulduk Köy köy bucak bucak memleket memleket Yani afyon adilcevaz akçadağ turgutlu Birkaç litre kan bir hayli kemik epeyce korku Ne kadar korkmuştuk elimizden tutmadılar Doğrudur kendi içimizde daraldığımız Kim neyi savundu bilinmez nereye kadar Biz yani erdoğan ayşenur ali ve ahmet Başka bir yalnızlıkta boğulduk / havasızlıktan Sanki bir tesbih koptu tane tane savrulduk Köy köy bucak bucak memleket memleket Ne solculuğumuz solculuktu ne sağcılığımız Karanlık bir kapı ölüp üstümüze kapandılar Kimse bizi sevmedi / ağır kan kaybıyız
AĞUSTOS ÇIKMAZI Beni koyup koyup gitme, n'olursun Durduğun yerde dur Kendini martılarla bir tutma Senin kanatların yok Düşersin yorulursun Beni koyup koyup gitme, n'olursun Bir deniz kıyısında otur Gemiler sensiz gitsin bırak Herkes gibi yaşasana sen İşine gücüne baksana Evlenirsin, çocuğun olur Beni koyup koyup gitme, n'olursun
ARTI SONSUZ yağmurun yerden göğe yağdığı bu gece yasak bölgedeyim büyük çingenelerin çaldığı kaçak silahların içindeyim sevişmek kapısının kapandığı bir nabız yoklar ki daima hızlı bir nabız yoklar elim öpüştüklerim hırsızlama çirkin bir ağızda dişlerim bir bıçak değer dudağıma gök yarıldıkça şimşeklerden soğuk aynalarda kilitliyim tırnaklarımdaki elektrikten su gibi erir iliştiklerim kıvılcımlar uçar kirpiklerimden doğumdan öncesini yaşıyorum henüz belli olmadı kimliğim vücudunu arıyor ruhum bir yerde atomun çekirdeğiyim bir yerde artı sonsuzum
AYDINLIK NEYİN OLUYOR SENİN? aydınlık neyin oluyor senin gökyüzü akraban filan mı beni bulur bulmaz gözlerin şimşek çakıyorum yalan mı yüzünde yalazını gezdirdiğin saçlarından tutuşmuş orman mı akla ziyan bir şey elektriğin ayışığı mavisi dudaklarından mı o ışık zenginliği mi giyindiğin uzay tozları mı yıldızlardan mı elime dokunduğu an elin güneşler açıyorum sahi ondan mı aydınlık neyin oluyor senin
AŞK ÜZRE Sevişirken yılan bile dokunmaz Tapınmakta aşktan saygın olamaz Sevda üzre yıldırım olsa çarpmaz İstiyorsan uzak kalmak ölümden Hep aşk üzre olmaslısın a caanım Ki ölüm de sevişirken kıyamaz
BANA BİR ŞİMŞEK ÇAK bana bir şimşek çak ortalık fena karanlık yüreğim örtülüyor ağır bir dalgınlığa genişliyorum durmadan değişen o mevsimde dağlarda kalın omuz omuza bulutlar çok fena kalabalık ellerim çıplak bana bir şimşek çak kötü bir tuzaktayım bilmem ne yapsak aklımda fikrimde onlar yaşlı ve genç erkek ve kadın korkularıma tutsak bana bir şimşek çak içim içime sığmıyor artık vahim bir çağrışımdan daha vahimine atlamaktayım bana bir şimşek çak belki fena halde yanılmaktayım o ince kız çocuğu gün doğmadan her sabah bir hapisaneden bir nezarethaneye kelepçeli götürülüyor dudakları titrek gözlerinde buğu bilmem ki nasıl anlatayım bağışlanmaz suçu dünyayı sevmek bir de o adını bile bilmediği kıvırcık saçlı'devrimci'öğrenciyi fakülte kapısında vurulmuş yağmurun altında çıplak bana bir şimşek çak çok yanlış anlaşılmaktayım hesabım yanlış bir mahkemede görülüyor içimdeki zemberek boşandı boşanacak yaşamak mı gerek yoksa unutmak mı şaşırmaktayım galiyef yoldaş ne olacak galiyef yoldaş sibirya sürgünü sanki yalın bir bıçak kayarak bir kırlangıç hızıyla bulutların arasından karanlığın böğrüne saplanacak galiyef yoldaş ne olacak galiyef yoldaş sibirya sürgünü elinde bir mektup eski yazıyla artık yüzünü bile unuttuğu karısından burnunda sadece kokusu var ilkbahar kadar müşfik sonbahar kadar yumuşak galiyef yoldaş ne olacak avrasyada hala mazlumların uğultusu kısa bozkır atlarının nallarından gizli kıvılcımlar ki etrafa saçılıyor azadlık mermileridir çekirdekleri çelik cehennem gibi sıcak bana bir şimşek çak sala veriliyor görünmez minarelerden İzmir de istibdat'ı yaşamaktayım bir yangın soluğu sokak içlerinden kordonboyunda muzaffer atlılar fahrettin paşanın süvarisi bana bir şimşek çak yolumu aydınlatacak gazi'nin gözlerinden mavi bir şimşek kuva-yı milliye mavisi aynı emaneti taşımaktayım 'hürriyet ve istiklal benim karakterimdir' çünkü hain sinsi ve korkak aynı düşmana karşı savaşmaktayım