Aşk ve Fotoğraf - Murathan Mungan

'Yazılar, Denemeler.' forumunda sha. tarafından 30 Eki 2009 tarihinde açılan konu

Konu etiketleri:
  1. sha.

    sha. ..daha çirkin, daha huysuz

    Aşk ve Fotoğraf
    Murathan Mungan

    I
    Çoğumuzun bildiği gibi: Sevgilinin “fotoğrafı” surettir bizde. Kıymettir. Suret geleneğinden
    gelen toplumsal belleğimizde kültürel soyaçekim gereği “suret” değeri taşıyan sevgilinin
    yüzü/fotoğrafı, iki kişinin duygusal ilişkisinin boyutlarını aşan bir tarihe açılarak neredeyse
    mistik bir derinlik kazanır. Dünyevi aşktan uhrevi aşka geçilir. Suret, Allah’ın yüzüne giden
    yoldur. Bu düşünce İslam içinde en örgütlü ifadesini Cemali tarikatında bulur. Belki de
    körleşene kadar bakılması bundandır. Bir surete sevdalanan Mecnun’un sanrısı da bir
    körleşmedir. Aşk ve suret birbirlerinin körüdürler. Hem bakmak hem görmemek anlamına
    gelirler. Görünen ile görülenin ardındaki görünmeyene açılırlar.
    Suret ile bunca güçlü bir bağla kurulan ilişkinin aynı zamanda suret yasağının
    bulunduğu bir toplumsal gelenekte ortaya çıkmasının yarattığı aşk, günah, yasak, çekim
    çıkmazı başka bir yazının konusu olabilir. Aşk ve fotoğraftan söz etmeyi amaçlayan bu yazı,
    işin bu yanı üzerinde durmaktan çok, fotoğrafın düşündürme/düşündürebilme gücü üzerinde
    durmaya çalışacak.
    Bunlar yalnızca söylemeden edemediklerim.

    II
    Daha çok bir yabancı kente gittiğimizde kartpostallara sığınırız. Yabancıları tanıdık kılmanın,
    zamanla ve mekânla ara kapatmaya çalışmanın bir yolu olabilir bu. Ya da ardımızda
    bıraktığımız eşi-dostu yanımıza çağırmanın.
    Güneşli havalarda dükkân önlerine, açık alana çıkarılmış kendi ekseni çevresinde
    dönen tel kulelerde sergilenen yüzlerce, binlerce kartpostalın her biri, bizi kendi içlerine,
    kendi hikâyelerine, kendi gösterdiklerine çağırır. İçimizde uyuklayan ya da cılız kalmış;
    unuttuğumuz ya da farkına varmadığımız nice duyguyu, heyecanı harekete geçirir,
    çağrışımları kıvılcımlandırır, belleğimizin ince kuytu yerini kamaştırırlar. Bazı fotoğraflar
    taşıdıkları özel bir güç nedeniyle hapsedildikleri çerçevenin içinde kalamaz, oradan taşarak
    bize geçer, kendi karşılıklarını bulana dek köpürttüğü çağrışımlarlarla içimizde dolaşırlar.
    Bellek ile duyularımız arasındaki ilişkide algılarımızı kışkırtarak bize yeni alanlar açar,
    anılarımızı yeniden gözden geçirmemize neden olurlar. Anımsadıklarımız kadar
    unuttuklarımızın da öneminin farkına vardırırlar. Biz gurbetteyken bizi kendi gurbetimizle
    yüzleştirirler. Fotoğraf demek en ham tanımıyla zaman demektir çünkü. Fotoğraf uzakları
    çağırır, kendi dışımızdaki ya da içimizdeki uzakları.
    Fotoğraf makinesinin bulunuşuyla başlayıp saptanan ânın bir kart üzerine basılıp
    yaygınlaşmasıyla ilerleyen ve “görüntü”nün günümüz dünyasında başlı başına bir sektör
    haline geldiği süreçte, yazılı bir tarih kadar görüntülü bir tarih de oluşmuştur. Bize gözümüzü
    açmayı öğreten icat edilmiş “görüntü”nün günümüzdeki yeni teknolojileri, aynı zamanda bir
    çerçeve içine hapsedilmiş gerçeklerden yeni hayaller, sanrılar, yanılsamalar ve körlükler de
    türetmiştir.
    Görüntülü tarihin kimi kez yeniden yazılı tarihe sığınmak istemesi bundandır.
    Gözümüzün gördüğüne elimizin yazdığıyla da hâkim olmak isteriz.

    III
    Yurtdışı gezilerim sırasında, nereye gitsem, kartpostal kulelerinin önünden kendimi
    alamam; bu nedenle, oralardan en çok topladığım şeylerden biri kartpostaldır.
    Fotoğrafa, görsel malzemeye olan düşkünlüğümün, kalbimde, aklımda ve evimde ayrı
    bir yeri vardır. Evimdeki teneke, mukavva ya da kartondan yapılma çeşitli kutuları dolduran
    bu kartpostallar, zaman zaman gündelik hayatıma karışarak, kitap raşarına, ayna
    çerçevelerine, vitrin camlarına, masa üstündeki nesnelerin önlerine dizilir; varlıkları ve
    gösterdikleriyle zamanımı, mekânımı, ufkumu genişleterek içimi zenginleştirir, duyularımı
    keskinleştirirler.
    Gözlerimin önünde yaşadıkları hayatla, bir süre sonra, herbiri, neredeyse bir aile
    fotoğrafının anı değerine ulaşır. Bir kent, bir portre, bir Vermeer resmi, bir kedi, sıradan bir
    an, rastgele bir manzara, bir rıhtım, bir gar, köprüden bir görünüş, bir siyah-beyaz film karesi,
    her neyse... Hayat sanki yeniden benim olur.
    Aşk fotoğrafları ima eder.
    Bir an, bir aşkı ima eder.
    Bazen sıradan bir an, büyük bir aşkı ima eder.
    Akıp giden zamanın içinde o bir tek an, insanı bütün sürece inandırır. Temsil gücü
    yüksek bir fotoğraftaki ânın biricikliği, zamanın geçiciliği kadar, sürecin bütününe de bir
    göndermedir. Görünen bir tek ânın, görünmeyen anların çağrışımlarını da kapsadığı bilinir.
    Geçip gidenin ardından, yinelenebilirliğin olasılığını akla düşürür. Görüntünün yarattığı
    kışkırtma, aynından bir tane daha yaşamaya ilişkin bir varoluş iştahı yaratır insanda.
    Söylemek bile fazla, ama “aşk fotoğrafları” derken, daha çok yeni yetmelere yönelik
    ticari kaygılarla yapılandırılmış kadın-erkek ilişkisinin (ya da onların birebir taklidi olarak
    üretilmiş erkek-erkek ya da kadın-kadın ilişkisinin) mevcut klişe pozlarını geleneksel ya da
    modernleştirilmiş çeşitlemeleriyle çoğaltan piyasa işi “aşk kartpostalları”nı değil, has fotoğraf
    sanatçılarının çektiği koyu kıvam fotoğrafları kastediyorum. Işığın ya da gölgenin, en az
    kadın ya da erkeğin hali kadar içimize dokunduğu fotoğrafları.
    Hatta giderek “fotoğraf”ın kendisinin bir aşk olmasını.

    (Yazarın yakında yayımlanacak ‘Aşk’ adlı kitabında yer alan ‘Fal Metinleri’nden)
     
  2. Zuzu

    Zuzu <b> " inatçı zuzu " </b>

    Bu adam çok farklı..
    Sağ ol ablacım..
     

Bu Sayfayı Paylaş