Ben kimim? - Gökhan Özcan

'Yazılar, Denemeler.' forumunda zipper tarafından 9 Kas 2013 tarihinde açılan konu

  1. zipper

    zipper quae nocent docent

    Adım filanca... Yaşım şu...
    Büyük bir şehirde, ortalama bir semtte, küçük bir apartman dairesinde yaşıyorum. Günde sekiz saat bir devlet dairesinde çalışıyorum. Bildiğiniz sonu gelmez evrak işleri... İşimi sevdiğimi söyleyemem. Daha doğrusu düşününce sevilecek bir tarafını bulamıyorum.
    Aslında ben mühendis olmak istiyordum, ama sınavını kazanamadım. Taşrada, adını vermek istemediğim küçük bir şehirde işletme okudum. Okul bitince kısmetmiş, kapağı çalıştığım kuruma attım. On yılı aşkın bir zamandır bu kurumda çalışıyorum. Emekliliğime daha epeyce zaman var. Sıkılıyorum burada ama yapacak bir şeyim yok. Kira, faturalar, çocukların okul masrafları, mutfak masrafı derken, ancak kıt kanaat geçiniyorum. Neyse ki işim pek o kadar yoğun değil...
    Gelen evrakları sayı veriyor, mühür vuruyor, ilgili klasörlere koyarak arşive kaldırıyorum. Boş kaldığımızda beraber çalıştığım arkadaşlarla laflıyoruz biraz. Genellikle olan bitenden, haberlerden, akşamki dizilerden, yarışmalardan... Eskilerden bahsettiğimiz de oluyor bazen... Bir de yapmak isteyip de yapamadıklarımızdan. Oradan buradan, aslı astarı olmayan laflar işte...

    Evime toplu taşım araçlarıyla gidip geliyorum, otobüs, metro... Arabam var ama benzin çok pahalı olduğu için işe gidip gelirken onu pek kullanmıyorum. Ayrıca evimin bulunduğu sokakta park yeri problemi de var, bu sebeple kendine bir park yeri bulanlar bir daha arabalarını yerinden kıpırdatmamayı tercih ediyorlar.

    Akşamları tek eğlencem televizyon... Çocuklar her akşam erkenden odalarına çekilip internete takılmaya başladıkları için televizyon bana kaldı. Hemen her akşam izlediğim belli programlar var, diziler daha ziyade... Çayı koyup oturuyorum televizyonun başına... Zaman gelip geçiyor zaten...

    Hafta sonu evin işleri, alışveriş, ziyaretler vesaire derken bir şey anlamadan gelip geçiyor. Pazartesileri sanki işe hiç ara vermemiş gibi bezgin bir halde yeniden iş... Zamanın içinde kaybolup gidiyor insan... Sanki manasızca dönüp duruyoruz.

    Çocuklarla pek görüşemiyoruz desem yeri... Hepsinin okulları çok yoğun... Bütün çocukları astronot olacaklarmış gibi yetiştiriyorlar artık. Pek uzaya filan giden yok ama durum böyle...
    Okul, sınav, dersane, sosyal etkinlik, hiç boş vakitleri yok. Olursa da internetin başındalar. Yemeklerde birkaç kelam edebiliyoruz, o kadar...
    Büyükleriyle konuşmaya pek hevesli de değiller bugünkü çocuklar. Hoş bizim de konuşacak pek bir şeyimiz yok ya!

    Bazen uzun uzun hayatımı düşünüyorum, mahzun oluyorum. Çok başka beklentilerim vardı gençlik yıllarımda. İnsan o yaşlarda çok hayaller kuruyor. Sonra bir yerden kapılıyorsun akıntıya, bir bakmışsın yıllar geçip gidivermiş. Hayaller, insanın içini sızlatan kırık birer hatıra...

    İşyerimdeki masamın üstünde küçük bir kaktüs var, üstünde de küçük kırmızı bir çiçek...Gerçek bir çiçek mi, yoksa oraya kurutularak mı kondurulmuş, bilmiyorum. Bildiğim hiç solmadığı...
    Kendimi bu kısır döngü içinde tükenmiş hissettiğimde her şey bana o kaktüs gibi dikenliymiş gibi geliyor. Ve o kırmızı çiçek de nefes alıp vermemi sağlayan küçücük bir hava deliği...

    Benim yaşadığım şehirde, insanlar kendilerinden bahsetmeye başladıklarında, büyük ekseriyeti eminim ki benim kurduğuma çok benzeyen cümleler kuruyor. Bazen kendi hayatım ve bütün o kayıp hayatlar adına işyerinin buğulanmış penceresine parmağımın ucuyla şöyle yazıyorum:

    - Ben kimim?..
     

Bu Sayfayı Paylaş