Seni anlatabilmek seni iyi çocuklara, kahramanlara. Seni anlatabilmek seni, Namussuza, halden bilmeze, Kahpe yalana. Ard- arda kaç zemheri, Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu Dışarda gürül- gürül akan bir dünya... Bir ben uyumadım, Kaç leylim bahar, Hasretinden prangalar eskittim. Saçlarına kan gülleri takayım, Bir o yana Bir bu yana... Seni bağırabilsem seni, Dipsiz kuyulara. Akan yıldıza. Bir kibrit çöpüne varana. Okyanusun en ıssız dalgasına Düşmüş bir kibrit çöpüne. Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin, Yitirmiş öpücükleri, Payı yok, apansız inen akşamdan, Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene, Seni anlatabilsem seni... Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır Üşüyorum, kapama gözlerini...
Ben sensizliği yalnızlık sanmıştım bir keresinde Yüzün gelirdi bir yerlerden bir ülke, kokun gelirdi bir bahar ...ve gülüşün gelirdi de bir düş gibi, ille de kendini kendine vurmuşluğun gelirdi de; ben hep şarkı sanırdım gökyüzünü kimbilir kimin söylediği. Issız teknelerle kıyılarıma koşardım hemen, bakardım (bakmak uzanmaktır); atlaslar yırtılırdı düşümün bir ucunda, bir ucunda ben; ve suların unuttuğu yunus hıçkırıkları vururdu alnıma, dudaklarımdan tuz kervanları yürürdü. Kervanlar ki, birer seraptır harami günlüğünde.
Neyi eklersen ekle bu güzel yalana Sen gelmedikçe hepsi ölgün! Ama unutma Bazen kendiliğinden yırtılır takvim yaprakları Ve biz İstiklal’ de buluşuruz bir gün... AMİN!
Ben hayatta en çok babamı sevdim Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk Çarpık bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek Nasıl koşarsa ardından bir devin -Can Yücel
Daha anlaşılır bir dilde,Farsça’da mesela, daha lüzumsuz bir vurguya konu olsanız hani… Ben sizi bütün “sıhhatler olsun”lu dileklerle karşılayabilirdim, padişahların döndüğü Viyana kapılarında… Lütfen bana biraz, kanunlardan bahseder misiniz? Sahibi olduğunuz coğrafyanın surlarından atlamak, kaç ölüm ediyor?. Acaba biraz, siner misiniz içime? Ö.S.Ö
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme
Kendimi sileceksem, Bilirim sende varım. Senin ben yarısıyla seni ben tamamlarım. Seni sende bütünler, Sana sende inanır, Seni sende silerim, Seni bende yazarım.
Üç kez seni seviyorum diye uyandım Tuttum sonra çiçeklerin suyunu değiştirdim Bir bulut başını almış gidiyordu görüyordum. Sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün. Sokağı balkonları yarım kalmış bir şiiri teptim Sıkıldım yemekler yaptım kendime otlar kuruttum -Taflanım! diyordu bir ses duyuyordum. Cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün. Kalktım sonra bir aşağı bir yukarı dolaştım Şiirler okudum şiirlerdeki yaşa geldim Karanfil sakız kokan soluğunu üstümde duydum. Eskitiyorum eskitiyorum kalıyor ne kadar güzel olduğun. İlhan Berk / Üç Kez Seni Seviyorum Diye Uyandım
''Gündoğumuna bir adım kala diyarlar ötesinden sesleniyorum sana.. Bir Elif miktarı;bilmem duyar mısın? …Kulaklarını tıkamazsan,sözlerim var birikmiş, Sınanıyorum bu aralar gönlüm tarafından …hayatım ve kaderim tarafından, sen hariç !''
" mecburen oturmuş, ruhum muhtaç diye bunca şeyi yazıyorum - ve bunu bile yalnızca düşlemekle, kelimelere, bilince başvurmadan, silikleşmiş, ezgili yeni bir ben yaratarak ifade etmekle yetinemiyorum, oysa içimdekileri gerçekten dillendirdiğimi hissedebilsem gözlerim dolardı, kendi benliğimin yamaçlarından usulca, büyülü bir ırmak gibi akardım, bilinç dışına, tanrı dışında hiçbir anlamı olmayan uzaklara doğru. "
"Gelme sevgili! Boşuna gelme.. İstediğin zaman rastgele bir sayfayı açıp okuyacağın kitap değilim ben! Ara sıra uğrayacağın bîr liman, canın çekince içeceğin bir kadeh şarap değilim! Üstünü değiştirmek için gelme, Ben günah çıkarma kabini değilim! Git,kendini başka yerde temize çek! unutmama izin ver "
Olmaz gibi gelir. Dokunamadan sevemezsin birini. Sevemezsin ya, olmaz. O dudaklara dudakların değmeden onu kendine saklayamazsın gibi gelir. Oluverir bir an. Sonra geçiverir. Bir gülücüğe veya bir şarkıya yüklediğin pek çok anlam, bir gözyaşı olur gözlerinden çıkıp varacağı yere ilerlerken, yanaklarından geçiverir. Ah olmayacak dediğin halde elinde olmadan düşünürsün bırakırsın kendini, bir bakarsın koca bir hayalin tam ortasından O , g e ç i v e r i r.
Olmaz gibi gelir. Dokunamadan sevemezsin birini. Sevemezsin ya, olmaz. O dudaklara dudakların değmeden onu kendine saklayamazsın gibi gelir. Oluverir bir an. Sonra geçiverir. Bir gülücüğe veya bir şarkıya yüklediğin pek çok anlam, bir gözyaşı olur gözlerinden çıkıp varacağı yere ilerlerken, yanaklarından geçiverir. Ah olmayacak dediğin halde elinde olmadan düşünürsün bırakırsın kendini, bir bakarsın koca bir hayalin tam ortasından O , g e ç i v e r i r.
Sakarya Türküsü İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya; Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya. Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak; Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak. Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir. Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat; Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat! Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne, Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine; Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için. Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin? Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur, Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur. Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük? Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! .. Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya! Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya? İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal. Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal, Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan; Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan. Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân; Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an! Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu; Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu? Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna; Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna? Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir? Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir! Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler; Sakarya, kandillere katran döktü geceler. Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya, Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya! İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su; Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu. Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek; Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek? Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl! Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl! Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolunun, Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun! Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız; Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız! Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader; Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider! Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz; Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz! Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya; Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! .. (1949) Necip Fazıl Kısakürek
Elbet alışırım Biraz alıştım Her şey kadar herkes kadar sen kadar Alıştım Varlığını istemediğim tüm eksik yanlarıma Ve çokluğunu da yokluğunu da istemediğim bu iki arada bir derede duyguya alışıyorum Bir yanım bırak diyor bir yanım –ma Kesin değil!
Artık demir almak günü gelmişse zamandan, Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan. Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol. Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli, Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli. Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu. Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu. Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler; Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler. Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden. Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden YAHYA KEMAL BEYATLI
Hiçbir yorgan bedenin kadar ısıtamıyor beni. Ah ellerine ömrümü serdiğim sevgilim, geçen gece yıldırım düşmüştü gözbebeklerine. Tam da kedimin röntgenini çekiyordum gözlerinin içinde. Rüzgar dağıtmıştı biraz saçlarımı. Dağılsın ! Ellerinle dokunmana hayrandım ben de zaten. Ellerin. Küçük ellerin. En kıymetli eşyalarımı sakladığım küçük kutumu andırıyorlardı bana. Nefeslerimizi saklıyorduk avuçlarımızda. O yüzdendi bazen avuç içlerimizin terlemesi. Boynunda hava oldukça güneşli. Öyle sıcak ki kokun. Ah sen kendini boynundan bir kez koklayabilseydin, cennete giderdi ruhun. Ve o gece. Yanıma yatmıştı vücudun. Üstünde kime ait olduğunu köpekler gibi merak ettiğim başka bir kokuyla işte şuracıkta tam yanımda yatıyordun. Sevmiyordum deseydin anlardım. İstemiyorum deseydin anlardım. Aynı dili konuşuyordu dillerimiz. Dudaklarımı en iyi senin okuman lazımdı zaten. Fakat sen başka vücutlara bağışlamıştın dudaklarını. Sırtın bana dönüktü. Yüzün kapıya. Kim bilir kim geçiyordu düşüncende benimle uyuduğun yatakta? Çok mutlu olduğun bir aşkta, her şeyin güzel gittiğini sandığın bir aşkta, ona yettiğini sandığın bir aşkta, aldatıldığını öğrenmek; Yüzme bilirken boğulmak gibiydi. Ateşi gördüğün halde üzerine yürüyüp yanmak gibiydi. Günah olduğunu bildiğin halde canına kıymak gibiydi. Gitmelisin sen! Ayağımı yorganıma, yüreğimi adamına göre uzatıyorum artık ben !
Karşımdasın işte... Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni. Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim. Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim. Tıkandığım o an, Elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte, Aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim. Ellerim boşlukta, ben darda kaldım. Ellerim buz gibi, ben harda kaldım. Bir senfoni vardı kulağımda çalınan, bitti artık hepsi... Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme. Bakış açım belli oldu yine. Geride kalan, ardından bakar gidenlerin. Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim. Dağlara çarptım her esişimde. Yollara küfrettim her gidişinde. Demiştim sana hatırlarsan: “Önemli olan ‘zamana bırakmak’ değil, ‘zamanla bırakmamak’tir..” Şimdi bana, geçen o zamanın Unutulmaz sancısı kalır Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim? Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim...