Nazim Hikmet Ran Şiirleri..

'Ünlü Şairlerden Şiirler' forumunda sha. tarafından 30 Ağu 2009 tarihinde açılan konu

Konu etiketleri:
  1. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    DURUP DURURKEN

    Durup dururken içimde bir şeyler kopup tıkıyor boğazımı,
    Durup dururken sıçrayıp kalkıyorum yarıda bırakıp yazımı,
    Durup dururken rüya görüyorum bir otelde, holde, ayakta,
    Durup dururken çarpıyor alnıma kaldırımdaki ağaç,
    Durup dururken bir kurt uluyor aya karşı bahtsız, öfkeli, aç,
    Durup dururken yıldızlar inip sallanıyor bir bahçede, salıncakta,
    Durup dururken mezardaki halim geçiyor aklımdan,
    Durup dururken kafamda bir güneşli duman,
    Durup dururken hiç bitmeyecekmiş gibi bağlanıyorum başladığım güne,
    Ve her seferinde sen çıkıyorsun suyun yüzüne...

    NAZIM HİKMET
     
  2. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    DÜNYAYI VERELİM ÇOCUKLARA

    Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
    allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
    oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
    dünyayı çocuklara verelim
    kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
    hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
    bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
    çocuklar dünyayı alacak elimizden
    ölümsüz ağaçlar dikecekler

    NAZIM HİKMET
     
  3. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    GİDERAYAK İŞLERİM VAR

    Giderayak işlerim var bitirilecek,
    giderayak.
    Ceylanı kurtardım avcının elinden
    ama daha baygın yatar ayılamadı.
    Kopardım portakalı dalından
    ama kabuğu soyulamadı.
    Oldum yıldızlarla haşır neşir
    ama sayısı bir tamam sayılamadı.
    Kuyudan çektim suyu
    ama bardaklara konulamadı.
    Güller dizildi tepsiye
    ama taştan fincan oyulamadı.
    Sevdalara doyulamadı.
    Giderayak işlerim var bitirilecek,
    giderayak.

    NAZIM HİKMET
     
  4. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    GÖZLERİ SİYAH KADIN

    Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki
    Çok sevdiğim başına yemin ediyorum ben
    Koyu bir çiçek gibi gözlerin kapanırken
    Bir dakika göğsünün üstünde olsa yerim
    Ömrümü bir yudumda ellerinden içerim
    Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki.

    NAZIM HİKMET
     
  5. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    GÖZLERİN

    Gözlerin gözlerin gözlerin,

    ister hapisaneme, ister hastaneme gel,
    gözlerin gözlerin gözlerin hep güneşte,
    şu Mayıs ayı sonlarında öyledir işte
    Antalya tarafında ekinler seher vakti.

    Gözlerin gözlerin gözlerin,
    kaç defa karşımda ağladılar
    çırılçıplak kaldı gözlerin
    altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak,
    fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar.

    Gözlerin gözlerin gözlerin,
    gözlerin bir mahmurlaşmayagörsün
    sevinçli bahtiyar
    alabildiğine akıllı ve mükemmel
    dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın.

    Gözlerin gözlerin gözlerin,
    sonbaharda öyledir işte kestanelikleri Bursa'nın
    ve yaz yağmurundan sonra yapraklar
    ve her mevsim ve her saat İstanbul.

    Gözlerin gözlerin gözlerin,
    gün gelecek gülüm, gün gelecek,
    kardeş insanlar birbirine
    senin gözlerinle bakacaklar gülüm,
    senin gözlerinle bakacaklar.

    NAZIM HİKMET
     
  6. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    GÖZLERİNE BAKARKEN

    Gözlerine bakarken
    güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
    bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde
    kayboluyorum...
    Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
    durup dinlenmeden değişen ebedi madde gibi gözlerin:

    sırrını her gün bir parça veren
    fakat hiç bir zaman
    büsbütün teslim olmayacak olan...

    NAZIM HİKMET
     
  7. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    GÜNEŞİ İÇENLERİN TÜRKÜSÜ

    Bu bir türkü:-

    toprak çanaklarda
    güneşi içenlerin türküsü!
    Bu bir örgü:-
    alev bir saç örgüsü!
    kıvranıyor;
    kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor
    esmer alınlarında
    bakır ayakları çıplak kahramanların!
    Ben de gördüm o kahramanları,
    ben de sardım o örgüyü,
    ben de onlarla
    güneşe giden
    köprüden
    geçtim!
    Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
    Ben de söyledim o türküyü!

    Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
    altın yeleli aslanların ağzını
    yırtarak
    gerindik!
    Sıçradık;
    şimşekli rüzgâra bindik!.
    Kayalardan
    kayalarla kopan kartallar
    çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
    Alev bilekli süvariler kamçılıyor
    şaha kalkan atlarını!


    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!


    Düşmesin bizimle yola:
    evinde ağlayanların
    göz yaşlarını
    boynunda ağır bir
    zincir
    gibi taşıyanlar!
    Bıraksın peşimizi
    kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!

    İşte:
    şu güneşten
    düşen
    ateşte
    milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!

    Sen de çıkar
    göğsünün kafesinden yüreğini;
    şu güneşten
    düşen
    ateşe fırlat;
    yüreğini yüreklerimizin yanına at!


    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!


    Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
    Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
    toprak kokuyor bakır sakallarımız!
    Neş'emiz sıcak!
    kan kadar sıcak,
    delikanlıların rüyalarında yanan
    o «an»
    kadar sıcak!
    Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
    ölülerimizin başlarına basarak
    yükseliyoruz
    güneşe doğru!

    Ölenler
    döğüşerek öldüler;
    güneşe gömüldüler.
    Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!


    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaaaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!


    Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
    Kalın tuğla bacalar
    kıvranarak
    ötüyor!
    Haykırdı en önde giden,
    emreden!
    Bu ses!
    Bu sesin kuvveti,
    bu kuvvet
    yaralı aç kurtların gözlerine perde
    vuran,
    onları oldukları yerde
    durduran
    kuvvet!
    Emret ki ölelim
    emret!
    Güneşi içiyoruz sesinde!
    Coşuyoruz,
    coşuyor!..
    Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
    mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!


    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaaaaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!



    Toprak bakır
    gök bakır.
    Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
    Hay-kır
    Haykıralım!
     
  8. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    GÜNLER

    Geçip gitmiş günler gelin

    rakı için sarhoş olun
    ıslıkla bir şeyler çalın
    geberiyorum kederden.

    İlerdeki güzel günler
    beni görmeyecek onlar
    bari selam yollasınlar
    geberiyorum kederden.

    Başladığım bugünkü gün
    yarıda kalabilirsin,
    geceye varmadan yahut
    çok büyük olabilirsin

    NAZIM HİKMET
     
  9. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    GÜZ

    Günler gitgide kısalıyor,
    yağmurlar başlamak üzre.
    Kapım ardına kadar açık bekledi seni.
    Niye böyle geç kaldın?

    Soframda yeşil biber, tuz, ekmek.
    Testimde sana sakladığım şarabı
    içtim yarıya kadar bir başıma
    seni bekleyerek.
    Niye böyle geç kaldın?

    Fakat işte ballı meyveler
    dallarında olgun, diri duruyor.
    Koparılmadan düşeceklerdi toprağa
    biraz daha gecikseydin eğer...


    NAZIM HİKMET
     
  10. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    HAPİSTE YATACAK OLANA BAZI ÖĞÜTLER

    Dünyadan, memleketinden, insandan
    umudum kesik değil diye
    İpe çekilmeyip de
    Atılırsan içeriye,
    Yatarsan on yıl, on beş yıl
    Daha da yatacağından başka,
    'Sallansaydım ipin ucunda
    Bir bayrak gibi keşke''
    Demiyeceksin,
    Yaşamakta ayak direyeceksin.
    Belki bahtiyarlık değildir artık,
    Boynunun borcudur fakat,
    Düşmana inat
    Bir gün fazla yaşamak.

    İçerde bir tarafınla yapayalnız kalabilirsin,K
    Kuyunun dibindeki taş gibi.
    Fakat öbür tarafın
    Dünyanın kalabalığına
    Öylesine karışmalı ki,
    Sen ürpermelisin içerde,
    Dışarda kırk günlük yerde yaprak kımıldasa.
    İçerde mektup beklemek,
    Yanık türküler söylemek bir de,
    Bir de gözünü tavena dikip sabahlamak
    Tatlıdır ama tehlikelidir.

    Tıraştan tıraşa yüzüne bak,
    Unut yaşını
    Koru kendini bitten,
    Bir de bahar akşamlarından;
    Bir de ekmeği
    Son lokmasına dek yemeği,
    Bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman.
    Bir de kimbilir,
    Sevdiğin kadın sevmez olur,
    Ufak bir iş deme,
    Yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir,
    İçerdeki adama.
    İçerde gülü, bahçeyi düşünmek fena,
    Dağları, deryaları düşünmek iyi.
    Durup dinlenmeden yazmayı,
    Bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana,
    Bir de ayna dökmeyi.
    Yani içerde onyıl, on beş yıl,
    Daha da fazla hatta
    Geçirilmez değil,
    Geçirilir,
    Kararmasın yeter ki
    Sol memenin altındaki cevahir!

    NAZIM HİKMET
     
  11. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    HASRET -01

    Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,
    belini sarmayalı,
    gözünün içinde durmayalı,
    aklının aydınlığına sorular sormayalı,
    dokunmayalı sıcaklığına karnının.

    Yüz yıldır bekliyor beni
    bir şehirde bir kadın.

    Aynı daldaydık, aynı daldaydık.
    Aynı daldan düşüp ayrıldık.
    Aramızda yüz yıllık zaman,
    yol yüz yıllık.

    Yüz yıldır alacakaranlıkta
    koşuyorum ardından.

    NAZIM HİKMET
     
  12. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    HASRET -02

    Denize dönmek istiyorum!
    Mavi aynasında suların:
    boy verip görünmek istiyorum!
    Denize dönmek istiyorum!

    Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider!
    Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder.
    Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter.
    Ve madem ki bir gün ölüm mukadder;
    Ben sularda batan bir ışık gibi
    sularda sönmek istiyorum!
    Denize dönmek istiyorum!
    Denize dönmek istiyorum!

    NAZIM HİKMET
     
  13. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    HAVA SOĞUK

    Hava puslu, soğuk
    Kırlar koyu, kırmızı
    Saman sarısı, ölü yeşil
    Kış gelmek üzere oysaki gönül
    Kışa girmeye hazır değil

    NAZIM HİKMET
     
  14. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    HAYDİ GÜLE GÜLE GÜLÜM

    Haydi güle gülü gülüm
    haydi güle güle
    Hani ağlamak yoktu?
    Ağlama kızım,
    gözüne batacak sürmelerin.
    Taksiye bindin işte,
    işte hapishanesinde yattığım şehrin
    geçiyorsun içinden.
    Şöför belki ben yaşta bir adam
    dikiz aynasından bakıyor sana
    anlıyor bu güzel kadının ağlamasını.
    Belki onunda içerde yatanı vardır,
    belki tanır beni, belki kendiside bizdendir.
    Biliyorum:
    Demirlerden seyrettiğim bu şehir
    kaplıcalar
    türbeler
    ipek fabrikaları ve kocaman bir çınardır.
    Ve sahici insanları
    benim insanlarım
    nasılda perişan...
    Fakat yüzlerine güneş vurmuş gibi olmuştur
    sen gözyaşları arasından
    onlara baktığın zaman.
    Sen bu şehre bundan öncede geldin demek?
    Sen bu şehre gelesinde beni aramayasın!
    Öylemi? AĞLA GÜLÜM!
    Hemde hüngür hüngür ağlamalısın.
    Hayır ağlama, Allah belamı versin benim ağlama!
    Etrafına bak:
    Ben ve şehir çoktan arkada kaldık

    NAZIM HİKMET
     
  15. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    HENÜZ VAKİT VARKEN GÜLÜM

    Henüz vakit varken, gülüm
    Paris yanıp yıkılmadan,
    henüz vakit varken, gülüm,
    yüreğim dalındayken henüz,
    ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri
    Volter rıhtımında dayayıp seni duvara
    öpmeliyim ağzından
    sonra dönüp yüzümüzü Notrdam'a
    çiçeğini seyretmeliyiz onun,
    birden bana sarılmalısın, gülüm,
    korkudan, hayretten, sevinçten
    ve de sessiz sessiz ağlamalısın,
    yıldızlar da çiselemeli,
    incecikten bir yağmurla karışarak.
    Henüz vakit varken, gülüm,
    Paris yanıp yıkılmadan,
    henüz vakit varken, gülüm,
    yüreğim dalındayken henüz,
    şu Mayıs gecesi rıhtımdan geçmeliyiz
    söğütlerin altından, gülüm,
    ıslak salkım söğütlerin.
    Paris'in en güzel bir çift sözünü söylemeliyim sana,
    en güzel, en yalansız,
    sonra da ıslıkla bir şey çalarak
    gebermeliyim bahtiyarlıktan
    ve insanlara inanmalıyız.
    Yukarda taştan evler,
    girintisiz, çıkıntısız,
    birbirine bitişik
    ve duvarları ayışığından
    ve dimdik pencereleri ayakta uyukluyor
    ve karşı yakada Luvur
    aydınlanmış ışıklarla
    aydınlanmış bizim için
    billur sarayımız...

    Henüz vakit varken, gülüm,
    Paris yanıp yıkılmadan,
    henüz vakit varken, gülüm,
    yüreğim dalındayken henüz,
    şu Mayıs gecesi rıhtımda, depolarda
    kırmızı varillere oturmalıyız.
    Karşıda karanlığa giren kanal.
    Bir şat geçiyor,
    selamlıyalım gülüm,
    geçen sarı kamaralı şatı selamlıyalım.
    Belçika'ya mı yolu, Hollanda'ya mı?
    Kamaranın kapısında ak önlüklü bir kadın
    tatlı tatlı gülümsüyor.

    Henüz vakit varken, gülüm,
    Paris yanıp yıkılmadan,
    henüz vakit varken, gülüm...
    Parisliler, Parisliler,
    Paris yanıp yıkılmasın...

    NAZIM HİKMET
     
  16. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    HER KİTABIMIN SON SÖZÜ

    Sen sanma ki sanatın
    damağında tadı var
    acı bir hıyar
    lezzeti gibi...

    Mısralarımda yok benim
    gözyaşlarımın tadı,
    Şiirlerim içilmez
    ingiliz tuzu gibi

    NAZIM HİKMET
     
  17. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    HOŞGELDİN KADINIM

    Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
    yorulmuşsundur;
    nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını
    ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
    susamışsındır;
    buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
    acıkmışsındır;
    beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
    memleket gibi yoksuldur odam.

    Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
    ayağını basdın odama
    kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
    güldün,
    güller açıldı penceremin demirlerinde
    ağladın,
    avuçlarıma döküldü inciler
    gönlüm gibi zengin
    hürriyet gibi aydınlık oldu odam...

    Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.

    NAZIM HİKMET
     
  18. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    HOŞGELDİN...

    Hoş geldin!

    Kesilmiş bir kol gibi
    omuz başımızdaydı boşluğun...
    Hoş geldin!
    Ayrılık uzun sürdü.
    Özledik.
    Gözledik...
    Hoş geldin!
    Biz
    bıraktığın gibiyiz.
    Ustalaştık biraz daha
    taşı kırmakta,
    dostu düşmandan ayırmakta...
    Hoş geldin.
    Yerin hazır.
    Hoş geldin.
    Dinleyip diyecek çok.
    Fakat uzun söze vaktimiz yok.
    YÜRÜYELİM.....

    NAZIM HİKMET
     
  19. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    İKİ SEVDA

    Bir gönülde iki sevda olamaz
    yalan
    olabilir.
    Şehrinde soğuk yağmurların
    gece otel odasında sırtüstü yatıyorum
    gözlerim tavana dikili
    bulutlar geçiyor tavandan
    ıslak asfaltı geçen kamyonlar gibi ağır
    ve sağda uzakta
    ak bir yapı
    yüz katlı belki
    tepesinde altın iğne parlıyor.
    Bulutlar geçiyor tavandan
    karpuz kayıkları gibi güneş yüklü bulutlar
    Oturmuşum cumbaya
    yüzüme suların ışığı düşüyor
    bir ırmak kıyısında mıyım
    bir deniz kıyısında mı?
    O tepsideki ne
    o güllü tepsideki
    yer çileği mi kara dut mu?
    Fulya tarlasında mıyım
    karlı kayın ormanın da mı?
    Gülüp ağlıyor sevdiğim kadınlar
    iki dilde

    Dostlar nasıl bir araya geldiniz?
    Birbirinizi tanımazsınız.
    nerde bekliyorsunuz beni?
    Beyazıt' ta Çınarlı Kahve' de mi Gorki parkında mı?
    Şehrinde soğuk yağmurların
    gece otel odasında sırtüstü yatıyorum
    gözlerim yanıyor gözlerim alabildiğine açık
    bir hava çalındı
    armonikle başladı utla bitti.
    İçimde sarmaş dolaş karmakarışıktı
    büyük uzak iki şehrin hasreti.

    Fırlamak yataktan koşmak altında yağmurun
    istasyona koşmak
    ---- Sür kardeşim Makinist
    götür beni oraya.
    --- Nereye?

    NAZIM HİKMET
     
  20. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    KADINLARIMIZ

    Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta,
    sanki gidenler hiçbir zaman
    hiçbir menzile erişemeyecekti.
    Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
    Ve onlar
    ayın altında dönen ilk tekerlekti.
    Ayın altında öküzler
    başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
    ufacık kısacıktılar
    ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
    ve ayakları altından akan
    toprak,
    toprak,
    ve topraktı.
    Gece aydınlık ve sıcak
    ve kağnılarda tahta yataklarında
    oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
    Ve kadınlar
    birbirlerinden gizleyerek
    bakıyorlardı ayın altında
    geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
    Ve kadınlar
    bizim kadınlarımız:
    korkunç ve mübarek elleri
    ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
    anamız, avradımız, yarimiz
    ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
    ve soframızdaki yeri
    öküzümüzden sonra gelen
    ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
    ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
    ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
    ışıltısında yere saplı bıçakların
    oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
    kadınlar,
    bizim kadınlarımız
    şimdi ayın altında
    kağnıların ve hartuçların peşinde
    harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
    aynı yürek ferahlığı,
    aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
    Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde
    ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
    Ve ayın altında kağnılar
    yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru.

    NAZIM HİKMET
     

Bu Sayfayı Paylaş